Muhalefetin ortak iddiası “restorasyon”. Kurumları ihya diyebiliriz belki. Oraya varmanın yolu da kucaklama. Devr-i sabık, kopuş, kırılma, hesap sormak gibi ifadelerden özenle kaçınılıyor. Devrim, tabiatıyla haşa. Dönüşüm (rahmetli Özal’ın deyişiyle “transformasyon”), belki. Seçmenin ortak derdinin de cebi olduğu belli. Yani bana “ekonomi, ahmak herif” diyebilirsiniz. Adalet, eğitim hemen onun peşinde. Ya dışişleri?
Dışişleri Bakanlığı’ndan yirmi yıl görev yapıp, istifa ettim. Birinci derece, birinci kademeye Erbil Başkonsolosu olarak göreve başladığım 2016 Mart ayının ardından Aralık’ta erişmişim. Eh, Büyükelçi atanmasam da üç yıl üç ay misyon şefliği de yaptığıma göre dışişleri reformu hakkında söz söyleme ehliyetim vardır sanırım. Kurumları ihyadan söz ediyorsak, bunu da seçim arefesinde kendime ödev bildim. Herkes iyi-kötü bildiği konuda ahkam kesmeli, değil mi?
Hariciye sözkonusu olduğunda, yalnızca “itibarı iade” bir yanılsamadan ibaret diye düşünürüm. “Monşerler” diye tanıyıp, dalga geçegeldiğiniz hariciye meslek memurları toplasanız bin kişi civarındadır. Ağızlarında gümüş kaşıkla doğmamışlardır. Benim dönemimde çok aşamalı yazılı sınavdan sonra, mülakat yönü de olan ama mülakattan itibaren olmayan, zorlu bir sözlü sınavdan da geçilirdi. Torpil pek işlemezdi. Büyükelçi çocuklarının çaktırıldığı olmadık iş değildi. Olmazsa olmazı, İngilizce veya Fransızcayı bihakkın bilmekti.
Geriye bakıp öfkeyle konuşmak istemem. Yirmi yıl ekmeğini yediğim, kimliğimi yoğuran kuruma istihzayla yaklaşmanın sonuç verici olacağını da düşünmem. Yüksek yargıda, silahlı kuvvetlerde ne görüyorsanız, şimdinin hariciye mandarinleri arasında da durumun farklı olmadığını bilmek yeterli. Eskiden askerin dümen suyunda giden hariciyeci, bugün de iktidarın peşinde sürükleniyor. Yine maaş, çocukların eğitimi, eşlerin mutluluğu, gömleğin pantolonun ütüsü, İncek’te alınan dairenin taksidi, işin yazışmasının işin kendi sanılması aynı.
Dışişleri Bakanlığı’nın çağın sınamalarına yanıt verebildiği söylenemez. Kalıbımızın ülkesi olmamız isteniyorsa, kültürel ve yapısal (“organizasyonel”) dönüşüm kaçınılmaz. Bu dönüşüm, iktidar el değiştirdiği takdirde, altı ayda mümkün. O hızla da gerçekleşmeli. Hızla gerçekleşecek olan bölüm, organizasyon şemasında değişiklik, Büyükelçi Kararnamesi, kapatılacak gereksiz gösteriş amaçlı açılmış misyonlar.
Hızla başlayıp, kruvaziyer süratiyle devam etmesi gereken ise meslek memurunun donanımı, kimliği. Her yıl belirli sayıda aday memur (örnekse her yıl topu topu beş kişi deseniz, fena mı, on yılda elli Arapçacı eder) bölgesel dillerde (Rusça, Yunanca, Farsça vb.) bir yıllık “total immersion” kurslarına gönderilmeli. Meslek memurunun düşünce belirtmesi, tartışmaya katılması teşvik edilmeli. İlk dış görevinde dahi bir memur, kendi yazdığında kendi imzasını görebilmeli.
Yazışma dili, ticarette olduğu denli sadeleşmeli. Söylenecek olan doğrudan söylenebilmeli. Ayrıca, uzun, kişisel değerlendirmelere de yer olmalı. Zaten günümüzde o “uzun” dediğim derinlikli değerlendirmeler olmayacaksa, dünyanın harcamasını yapıp yurtdışında diplomat bulundurmaya ne gerek var? Meslek memurluğu, zabıt katipliğinden, masabaşı işinden kurtarılmalı. Hem sokakta, hem sosyal medyada gezinmek özendirilmeli.
Cumhurbaşkanı Adayı İnce’nin dış siyasetin omurgasına barışı aramayı oturtmaktan, ulusal itibarı barışı kurmakta aramaktan söz etmesi çok olumlu. Bu bağlamda önerdiği Ortadoğu Barış İşbirliği Teşkilatı (“MEPCO”?) yapılanması gülünüp geçilecek bir proje değil. Ama İran, Irak, Suriye daimi temsilcilerinin olduğu odada “ortak dil İngilizce olsun”, “merkezi Türkiye’de bulunsun” (aklıma Antakya geldi) derken zaman zoraki geçer. Bunun yerine/yanı sıra, portföyüne arzu edilirse ve tercihen “barış süreci” de dahil olacak biçimde, bir Ortadoğu Özel Temsilcisi atamakla işe başlanabilir.
Hariciyeciler arasında tahmin edemeyeceğiniz oranda mutsuz, depresif, uyumsuz insan vardır. Bu durum kısıtlı ve değerli insan kaynağının etkin kullanılamaması sonucu doğurmaktadır. Atamalar saydam yapılırsa, karşılıklı değiş-tokuşa izin verilirse, işe uygun, yaptığı işten mutlu olan memur sayısı artacaktır. Hariciyeciler arasında tahin edemeyeceğiniz oranda kendine özgü hasletleri olan insan da vardır. Bu kişiler doğru yerde değerlendirilebilseler, dış siyasetin yürütülmesine ve yapılmasına olağanüstü katkıda bulunacaklardır.
Misyon Şefliği ve Büyükelçilik de generallik gibi kazanılmış hak olmaktan çıkarılabilir yahut Fransa’daki “Ambassadeur de France” ünvanı gibi kalıcı olan/olmayan büyükelçilik ayrımına gidilebilir. Bu bağlamda, dışarıdan Büyükelçi atamak da, öyle sanıldığı gibi korkunç bir tehlike değildir. Büyükelçilik, “kızıl elma” olmaktan çıkarıldığı takdirde, sorun kendi kendini çözmüş olacaktır. Örnekse, on yıllık deneyimli bir başkatip küçük ölçekli bir ülkeye Büyükelçi atanıp, merkeze döndüğünde Genel Müdür Yardımcısı olarak göreve devam edebilir.
Meslekte yükselmenin yolu “Dior Line” olarak bilinen (New York-Cenevre-Londra) güzergahından kurtarılmalıdır. Aynı doğrultuda, “bizde ‘spesiyalist’ değil ‘jeneralist’ memur vardır şekerim” safsatasından da kurtulunmuş olunur. Zira bugünün öğrenmek, öğrendiğini unutmak, yeniden öğrenmek, durmadan öğrenmek dünyasında “jeneralist” olmak mümkün değildir. Bunun yerine, meslek memurunun teknik açıdan çok yönlü, idari ve haberleşmeye dair işlere de hakim olması tercih edilmelidir.
Ben önerilerimi böylece, derli toplu olmasa da, kendimce yazıp, duvara asmış oldum. Bunlar bir tartışma başlangıcı kabul edilebilir, çoğaltılabilir, dilenirse ileride el kitabı haline de getirilebilir. Dışişleri’nde kökten dönüşüm istenildikten sonra, rüzgarı hemen ilk altı ayda hissedilecek biçimde başarılabilir. Ne misyon sayısını, ne memur sayısını artırmak, etkinliğe doğru oranda etki etmez. Aksine, çok daha “özel bir kuvvet” hedeflenmelidir. Kısmetse, yeni Türkiye’ye yeni hariciye, genç Türkiye’ye genç hariciye yaraşır!