Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş’ın ilk Ramazan hutbesi
bir haftadır iktidarın üst üste hamleleriyle muhalefete karşı
topyekun bir kampanyanın aracına dönüştürülmüş durumda. Bu kampanya
bir taşla bir sürü kuşu vurmaya çalışıyor. Ancak, hutbenin siyasal
bağlamı tanımlayan temel çelişki AKP iktidarının omurgasını
oluşturan kent yoksulları ve büyük sermaye arasındaki ittifakın
çatırdıyor olmasıdır.
ESNAFIN ERİMESİ
AKP açısından temel stratejik mesele aralarında uzlaşmaz
çelişkileri olan işçi sınıfı ve burjuvazinin aynı siyasal ittifak
içinde ne kadar ve hangi koşullar altında bir arada
tutulabileceğidir. Bir süreden beri bu koşulların giderek
güçleştiğine dair işaretler beliriyordu: Dış piyasalardan ucuz
borçla döndürülen klientalist düzenek uzun süreden beri
teklemekteydi; İstanbul, Ankara başta olmak üzere AKP’nin yerel
yönetimlerdeki yenilgisi ciddi bir göstergeydi; rant kaynakları
daraldıkça AKP liderliği bol keseden dağıtan bir makam olmaktan
çıkıp kimin daha az alacağına karar veren bir merciye
dönüşmekteydi; ve nihayet, daha azla yetinmek istemeyenlerin
kavgası iktidar bloğu ve koalisyonu içinde sürekli niza ve fitneye
yol açıyordu. Ancak, Covid-19 salgınıyla beraber işçi sınıfı ve
burjuvazi arasındaki hegemonik ilişkideki transmisyon kayışı
tamamen koptu: Esnaf eriyor.
1980 sonrasında sosyal devletin ve sendikaların gerilediği bir
ortamda aile, hemşehrilik ve cami ilişkilerinin sermaye birikimi
için seferber edilmesi kitlelerin pasifleştirilmesinde - daha
doğrusu terhis edilmek (demobilization) için seferber
(mobilization) edilmesinde - çok önemli bir rol oynadı. Benim gibi
1990ların sonunda OSTİM, Siteler gibi organize sanayi bölgelerinde
işçi örgütlenmesi çabalarına destek olanlar için bu ilişkiler,
sendikalaşmayı imkansızlaştıran yasalar ve jandarma-işveren
baskısıyla beraber, bağımsız işçi örgütlenmesinin önündeki en büyük
engellerdi. Covid-19 salgını halihazırda erimekte olan bu toplumsal
sınıfa ve onun rejimdeki siyasal işlevine onarılmaz ve geri
dönülmez bir zarar verdi. Salgın öncesi ekonomik koşullarda da
mukadder olan, ancak rejimin ötelemeye çalıştığı bu önemli kayıp
salgınla beraber iyice belirginleşti: İktidarın bu kilit sınıfı
ayakta tutacak kadar yoğun bakım kapasitesi yok.
28 ŞUBAT’TAN AKP’YE DİYANET
Toplumsal payandası erimekte olan rejimlerin din ve
milliyetçiliğe sığınması bir sürpriz değil. Ancak Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki ve devlet
yapısındaki yerinin sadece bir kriz yönetimi aracına indirgenmesi
yanıltıcı olur.
Diyanet uzun yıllar boyunca devletin dini tahakküm aracı olarak
İslamcı çevrelerden eleştirilere maruz kaldı. Hatta AKP iktidara
gelene kadar Diyanet’in kaldırılması bu çevrelerde geniş kabul
gören bir talepti. Buna mukabil Kemalist çevreler Diyanet’i şeriat
tehlikesine karşı önemli bir laik devlet kurumu olarak görür ve
savunurdu. 28 Şubat süreci Diyanet’in bu işlevini iyice
belirginleştirdi. Başörtüsü üzerinde yoğunlaşan, ama çeşitli gizli
kamera kayıtları, cinsel birleşme sonrası ev baskınları ve yeşil
sermaye listeleriyle desteklenen bir “ahlaki panik” kampanyasında
“sapkın” din anlayışlarının karşısında akılcı, modern ve normal bir
din anlayışının temsilcisi olarak sahnedeki yerini aldı Diyanet.
Ancak nasıl ki 28 Şubat müftüleri 2001’de sokaklara dökülen ve
AKP’ye iktidara giden yolu açan esnaf eylemlerini engelleyemediyse,
şimdi de muhtemel tepkileri engellemesi mümkün olmayacaktır.
BEYAZ CÜBBENİN ENDAMI
Nitekim 2020’nin Diyaneti 28 Şubat’ın Diyaneti kadar halktan
kopuk görünüyor. Ancak AKP iktidarında Diyanet’in cemaatle arasına
mesafe koyma ve kendini ululaştırma, yüceltme çabalarının izini
2003’e kadar sürmek mümkün. Burada özellikle muhafazakar sağın en
hassas olduğu giyim-kuşam, kıyafet pratiğine odaklanıyorum:
İşlemeli beyaz cübbe.
2003 yılına kadar Diyanet İşleri Başkanlarını, müftüleri ve
imamları sade siyah bir cübbe ve kırmızı fes etrafına sarılmış
beyaz sarıkla görürdük. 2003’te Diyanet İşleri Başkanlığı makamına
oturan Ali Bardakoğlu’yla beraber kemik renginde, işlemeli cübbeler
arz-ı endam etmeye başladı. Yeni Asır’dan Mehmet Demirci’ye
göre Bardakoğlu makama geldiği günlerde Balçova Termal
Otel’deki bir toplantının kulisinde “Başkanlık cübbesine uygun,
klasik tarzda motifler” arayışında olduğunu söylemiş. Bu rivayet
doğruysa cübbe tasarımındaki değişim Diyanet İşleri Başkanı’nın
statüsünü yüceltmeyle alakalı görünüyor. Buna başka bir dolaylı
kanıt da 2007’deki bir haberden geliyor: Buna göre Bardakoğlu
kendisini ziyaret eden Papa XVI. Benedict’i özel olarak diktirdiği
beyaz cübbesi ve sarığıyla karşılıyor. Bu buluşmanın
fotoğrafları Bardakoğlu’nun sırmalarının Papa’nın düz beyaz
kıyafetini nasıl solladığını gösteriyor. Acaba beyaz rengin
seçilmesi de Papa’nın beyaz kıyafetine bir gönderme miydi? Bugün
Diyanet İşleri Başkanı’nın yanılmazlığı, şaşmazlığı, hatasızlığı
üzerine kurulan ilahi hükmü temsil iddiası da Papa’nın yanılmazlık
iddiasına atıfla mı okunmalı acaba?
PERFORMANS VE GİYİM TERCİHİYLE GÜNDEM
YARATMAK
Bardakoğlu’nun yeni bayram cübbesi ilgili bir internet sitesinde
yer alan haberin dili Diyanet’teki bu
değişimin sadece yeni başkanın hevesiyle açıklanamayan bir olguyla
karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor:
“Bardakoğlu’nun bayramda giyeceği cübbesi hazır: Papa 16.
Benedict karşısındaki performansı ile ‘içe kapanık Diyanet’i dünya
kamuoyunun gündemine taşıyan Diyanet İşleri Başkanı (DİB) Ali
Bardakoğlu, giyim tercihleriyle de dikkat çekiyor.”
Sadece performansıyla değil giyim tercihiyle de gündem yaratan
Bardakoğlu’nun kıyafet siyasetinin burjuvalaşan İslamcı harekette
de hatırı sayılır bir karşılık bulduğunu not etmek lazım.
Erzurum’dan yerel bir gazete bu cübbe modasını şöyle özetliyor:
“Cami kürsülerinde tek tip siyah cübbeli imamları görüp de
‘Neden hep siyah giyiyorlar?’ diye düşünürken Prof. Dr. Ali
Bardakoğlu’nun Diyanet İşleri Başkanı olmasıyla bu görüntüler
değişmeye başladı. Bardakoğlu’nun, renginden desenine kadar, özel
olarak bir cübbe tasarlatarak giymesi imamlara ve müftülere örnek
oldu. Artık imamlar giydikleri cübbelerin şıklığı ile dikkat
çekiyor.”
Gazete Fatih’teki atölyesinde çeşitli ülkelerdeki imam ve
müftülere cübbeler diken Sevim Sezer’in markalaşma serüvenini
belgeliyor. Visalli adlı cübbe markası Milan’ı çağrıştırsa da
Vatikan’la müsabakadan vazgeçilmiş değil:
“Papa dünya markası tarafından giydiriliyorsa Diyanet İşleri
Başkanı’mızın da özel olarak giydirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bunun için arşivlere müracaat ettik. Meşihatı İslamiye makamında
bulunan zatların özel tasarlanmış cübbelerine ulaştık. Başkanın
cübbesinin kalıplarını çıkartabilmek için İtalya Milano’dan özel
modacılarla ortak çalışmalar yaptık. Selçuklu mimarisinden
esinlenerek, Rumi motiflerin Türk İslam desenleriyle buluşmasını
hayal ettik, çaba gösterdik.”
Visalli Giyim’in internet sitesi fiyat vermiyor maalesef. Ancak
başka bir siteden cübbe fiyatı almayı başardım. Buna göre sade bir
namaz cübbesi 100 TL. Biraz daha gösterişe meraklılar için
Payitaht, Fatih, Abdülhamit veya İbn-i Sina modelleri 300 TL. Lüks
Yavuz Selim veya Lüks Osman Gazi ise 425 TL.
SADELİĞE DÖNEMEMEK VE VAKA-I MERCEDESİYE
2010’da makamı Bardakoğlu’ndan devralan Mehmet Görmez ise bir
ara yeşil cübbe denemesinde bulunuyor. Görmez bu cübbeyi ilk olarak
Bilkent Otel’de yaptığı dinlerin kardeşliği temalı basın
açıklamasında giydiği için Yeni Çağ gazetesi tarafından “diyalog
cübbesi” olarak tanımlanmış. Yine bu dönemde
Diyanet’in daha önce Ankara Olgunlaşma Enstitüsü’nde üretilen cübbe
ve sarık işini Çorum İskilip’teki Metin Alkan Halk Eğitim
Merkezi’ne verdiğini basından öğreniyoruz.
Diyanet’in cübbe siyasetinin İslamcı camiada tepki doğurduğunu
gözlemlemek mümkün. Örneğin, Demirci 2016’daki yazısında şikayet
ediyor:
“Bardakoğlu’ndan itibaren cübbe kemik rengine döndü farklı
işlemelerle süslendi. Bence siyah renk daha sade ve daha uygundu.
Şimdiki Başkan Mehmet Görmez de aynı yolu devam ettiriyor. TV’deki
görüntüye göre bazen fazla süslü ve abartılı cübbeler giydiği
görülüyor. Başkanlarını gören din görevlileri de krem ve kemik
rengi cübbe giymeye başladı. Önce bunlar işlemesizdi. Daha sonra
modacılar devreye girdi. Abartılı renk renk işlemeli, sırmalı
cübbeler ortaya çıktı.”
Yazar aynı yazısında Diyanet’in bir genelge yayımlayarak
gösterişsiz, sade ve nakışsız cübbelere dönüş talimatı verdiğinden
de bahsediyor. Ancak anlaşılan kurum artık dönülmez bir yola
girmişti. Bunun en bariz örneği de Mehmet Görmez’in odağında olduğu
Mercedes tartışmasıydı.
2015’te HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın gündeme
taşıması üzerine Görmez kendisine tahsis edilen 1 milyon TL
değerindeki Mercedes marka makam aracını iade etmeye kalkmıştı. Ancak Görmez’in bu
jesti Erdoğan tarafından engellenmişti. Sonuçta Diyanet İşleri
Başkanı bizzat siyasi liderin talimatıyla zırhlı Mercedes’e binmeye
mecbur kalmıştı. Kim bilir belki de Görmez görev süresinden üç sene
önce emekliye ayrılırken Saray’a yakın medya tarafından sessizlikle
uğurlanmasında bu olayın da bir rolü olmuştu.
SALGIN GÜNLERİNDE DİYANET
Görmez’den sonra göreve gelen Ali Erbaş döneminde Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın hem ekonomik kaynakları alabildiğine genişledi hem
de rejim içindeki işlevi iyice pekişti. Bu dönüşümü kurumun
bütçesinden takip etmek mümkün: 2019 yılının 11 aylık harcaması 9.6
milyar TL’yi buldu ve böylece Cumhurbaşkanlığı ve altı bakanlığın
harcamalarını geride bıraktı. Kuruma 2020 yılında bütçeden 11.5
milyar TL ayrılmış durumda. Başkanlığın istihdam
ettiği toplam personel 130 bine yaklaşırken, Sağlık Bakanlığı’na
bağlı toplam doktor sayısını (101 bin 116) geride bıraktı. Salgın zamanında
özellikle öne çıkan bu karşılaştırmanın kurumun üzerinde belirli
bir baskı yaratması şaşırtıcı olmamalı.
Ne var ki Diyanet’in rejimin çelişkilerini gizleyebilme
kabiliyeti bütçesiyle ters orantılı olarak azalmakta. Örneğin, 24
Nisan tarihli olaylı hutbede eşcinseller, sigara ve alkol
bağımlıları ve nikahsız beraberlik yaşayanların yanında mahkum
edilen faiz uygulaması daha birkaç ay önce kamu bankaları kaynaklı
TOKİ kredilerinde caiz sayılmıştı. Şimdi bu hutbe
üzerinden muhalefete karşı bir seferberlik kampanyası girişimi
belki kısa vadede AKP tabanını bir arada tutacak etkisi
yaratabilir, veya bu etkiye yol açmasından medet umulabilir. Ancak
Covid-19 salgınının iyice perçinlediği ve yakın geleceğimizi
karartan ekonomik tablo ve toplumsal eşitsizliğe bir çare olması
söz konusu olamaz. Nitekim bu konuda yine Diyanet’e başvuralım:
Kurum, 2020 yılına ilişkin (2021 Ramazan'ına kadar geçerli olacak)
fitre ise günde 27 TL olarak belirlenmiş. Başka söze gerek
var mı?