Diyarbakır’da bir komün deneyimi

Bişar İçli’nin Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ndeki on yıllık memuriyet hayatı, belediyeye kayyım atanınca son buldu. Zeki Kanay üniversitede 23 yıl akademisyen olarak çalıştı ancak Barış Bildirisi’ne imza atınca öğrencilerinden koparıldı. İşsiz kalan İçli ve Kanay, iş tekliflerini de reddederek, hayalini kurdukları komün hayatını ve doğayı tercih ettiler.

Abone ol

DİYARBAKIR - Ağustos’un son günleriydi. Ekinler biçileli çok olmuştu. Yeni ürün için tarlaların sürülmesine daha vakit vardı. Göz alabildiğine uzanan tarlalar bu nedenle sapsarıydı. Anızlar ağustos güneşinin altında şavkıyıp duruyordu. Yerden yükselen sıcak toprak ve anız kokusu insanın genzini yakıyordu. Her yer sarı rengin hakimiyeti altındaydı. En son ne zaman bulunmuştum bu sıcak kokunun, bu sarı rengin içinde hatırlamıyordum. Vincent Van Gogh, bu sarı rengi görebilseydi keşke, kim bilir nasıl resimler çizerdi, diye geçiriyordum aklımdan.

Bişar İçli, “Burada gördüğün her şey yerel tohum ürünüdür” dedi. Etrafımız sapsarıydı. Bulunduğumuz yer ise, uzakta kalan birkaç yapıyı saymazsak, sapsarı bir denizin ortasındaki bir ada gibiydi, yemyeşildi. İçli’nin yüzü güneş yanığıydı.

Bişar İçli ve Zeki Kanay, büyük bir hevesle, keyifle ve elbette büyük bir emekle bulunduğumuz yeri yeşertmişti. Kavun, karpuz, kabak, patlıcan, domates, biber tarhlarının etrafını ayçiçekleri ile çevirmişlerdi. İçli, çok sayıda gönüllü insanın bu yeşil alanda emeğinin bulunduğunu vurgulamak için, “Burası aslında bir komün deneyimidir” diyor.

MÜLTECİ KAMPINDA BOSTAN

Bişar İçli’yi Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinde sözleşmeli memur olduğu günlerden tanıyordum. İçli, 10 yıllık memurdu ama aynı zamanda Ekoloji Derneği’nin Tarım, Tohum Komisyonu’nda da çalışmalar yürütüyordu. İnşaat teknikeriydi ama toprağın vadettikleri ilgisini çekiyor, toprağın hor kullanılması içini acıtıyordu.

IŞİD’in Şengal’e saldırmasının ardından, bilindiği gibi, birkaç yerde kamplar kuruldu Ezîdîler için. Bu kamlardan biri de Diyarbakır’daydı.

Diyarbakır’da kurulan kampta görev alan Bişar İçli, Ekoloji Derneği’nde edindiği bilgileri hayat geçirme olanağı buldu. “Şengal kampındaki insanlarla bir şeyler yapmak gerekiyordu. Onlarla birlikte bostan yapmaya başladık. İki buçuk yıl içinde 185 bostan yaptık” diyor İçli.

Sonra belediyeye kayyım atandı. İçli’nin sözleşmesi yenilenmedi ve işsiz kaldı. Daha sonra Şengal kampı da kapatıldı.

Bişar İçli ve Zeki Kanay

TOHUM ÜRETMEK İÇİN ARAZİ

İşte bu sırada Dicle Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Veteriner Zeki Kanay, “Madem ki yerel tohumla tarım yapmak istiyorsunuz, işte arazi burada” diyor, kendisine ait araziyi işaret ederek.

Bişar İçli ve Zeki Kanay, Diyarbakır’a yaklaşık 20 kilometre uzaktaki araziyi yeşertmeye çalışırken hiç yalnız kalmıyorlar. Dostları ya da yerel tohumların kullanılmasından yana olanların, doğal olana temas etmek isteyen insanların desteğini hep yanlarında hissediyorlar. Bahçede, bahçedeki barakaların yapımında hep işin ucundan tutan birileri olmuş.

KOKU NEDENİYLE MISIR TARLASINA GİRİLEMİYOR

Bişar İçli, “Burada gördüğün her şey destek amaçlı ya da takasla verildi bize. Hiçbir şeye para vermedik. Köylere gidip pembe domates tohumu aldık, karşılığında başka bir şey verdik” diyor.

Takas kültürünün yeni olmadığını söyleyen İçli, “Eskiden vardı bu kültür ancak vahşi kapitalizm yok etti bunu. İnsanlar durup düşünmeli, ne oldu bize, nasıl böyle açgözlü olduk, diye. İşte biz bu takas kültürünü yeniden hayata geçirmeye, bunun yapılabileceğini göstermeye çalışıyoruz aynı zamanda” diyor.

Bişar İçli, 4 yıldır yapmaya çalıştıkları şeyin, biyolojik savaşa ve gıda krizine karşı olduğunu vurguluyor. “Şimdi bakın, tükettiğimiz gıdaların yüzde 99’u ilaçlı. Bu insan sağlığını olumsuz etkiliyor. Bunlar şirketlerin ürünleri. Şirket tohum sokuyor ülkeye ve bu tohumu kullanmak zorunda bırakılıyor çiftçi. Tohumu alan çiftçi, bu tohumdan yeterli verim almak için birkaç ilaç da almak zorunda bırakılıyor. Tohumu satan şirket ilacı da satmış. Şirket zenginleşiyor ama toprak kanser oluyor, kanserli topraktan beslenen insanlar kanser oluyor. Bismil’e gidin mesela, şimdi pamuk ve mısır zamanı ama kokudan duramazsınız tarlada. Hayvanlar mısır tarlalarına girerdi değil mi? Şimdi giremiyorlar çünkü tohuma, toprağa ilaç verilmiş.”

ROBİN HOOD MU, DON KİŞOT MU?

Bahçedeki ürünler ihtiyaç sahiplerine dağıtılıyor. Ama elbette bu ürünlerden para da kazanılıyor. “Buraya gidip gelmek bile bir masraf ve bunun bir şekilde karşılanması gerekiyor” diyor İçli. Bahçede üretip sattıkları ürünlerden ya da ekip biçtikleri tarladan devasa para kazanmadıklarını belirten İçli, “Bizim esas derdimiz tohum elde etmek ve bunu yaygınlaştırmak. Biz geçimlik ekonomiyi savunuyoruz. Daha çok para kazanmanın, zengin olmanın peşinde değiliz. Yoksa ikimize de iş teklifleri geldi ama kabul etmedik. Burada olmak, toprakla uğraşmak huzur veriyor. Ürettiklerimizin sağlıklı olduğu için vicdanımız da rahat” şeklinde konuşuyor.

Yerel tohumlardan serada fide yetiştirip ücretsiz dağıttıklarını söyleyen İçli, şunları söyledi: “Amacımız yerel tohumu yaygınlaştırmak. Ortaya çıkan bitki hastalıklarına karşı asla kimyasal ilaç kullanmadan, zehirli olmayan yöntemlerle çözüm bulmaya çalışıyoruz.”

Ürünler, diyelim sebze halinde satılmıyor. Kimi kurumlarda satılıyor ya da yoksul semtlerde. Bu yöntemi “Biraz Robin Hood’luk yapıyoruz” şeklinde tarif ediyor Bişar İçli. Tutumları buna uygun aslında ama öte yandan büyük şirketlerle de bir şekilde mücadele ediyorlar. Bu nedenle, “Biraz da Don Kişot’luk var galiba” diyorum. Gülerek, “Olabilir” diyor İçli.

İKİ DOKTOR TIBBİ BİTKİLER ÜRETİYOR

Yapımı devam eden eve doğru gidiyoruz. Temeli taştan, kerpiç bir ev inşa edilmiş bahçenin içinde. Bölgenin kerpiç evlerinden biraz farklı bir ev. Verandası, çatısı var. Evin önünde birçok bitki çeşidi var ve bunların adları küçük levhalara Kürtçe, İngilizce, Türkçe yazılmış.

Bişar İçli, evin projesini doktor çift için kendisinin hazırladığını söylüyor. Doktor, burada tıpta kullanılan bitkiler yetiştiriyor. İçli, “Gidip villa yaptırabilirlerdi” diye anlatıyor doktor çifti, “Ama buraya geldiler, bitkiler yetiştirdiler, zamanlarını burada geçiriyorlar. Çok kıymetli bir iş yapıyorlar.”

Çadırın altında kadınlı erkekli bir grup vardı. Ateşte patlıcan ve biber közlüyorlardı. Kadınlardan biri, “Biraz daha erken gelseydiniz iyi olurdu” diyor. Yerdeki cam kavanozları göstererek. Kış için hazırlanmış yemekler bunlar. Biraz daha erken gelsem nasıl yaptıklarını görecektim.

Birkaç kasa domates toplanmış. Öyle anlaşılıyor ki bunları da yanlarında götürecekler. Bazıları çok sık, bazıları arada geliyormuş bahçeye. Yapılacak bir iş varsa birlikte yapıyorlar. Dönüş vakti gelince elleri boş dönmüyorlar, bahçedeki ürünlerden ihtiyaçları kadarını alıp öyle dönüyorlar şehre.

MUHRİÇ AKADEMİSYEN

Zeki Kanay, Barış Bildirisi’ne imza attığı için ihraç edilmiş Dicle Üniversitesi’nden. Yaklaşık 23 yıllık akademisyenlik hayatından sonra toprakla buluşmuş olmanın sevincini gizlemiyor.

Bişar İçli’yi de kastederek, “Bizi hukuksuz bir şekilde işten çıkardılar, bunun hukuki mücadelesini veriyoruz, bu ayrı bir konu. Hakkımız için mücadele edeceğiz elbette” diyor. Kanay, siyaset de yapmış. Bağlar Belediyesi’nde HDP’den Meclis Üyesi seçilmiş ancak oradan da devlet tarafından ihraç edilmiş. Katıldığı kimi etkinliklerden dolayı hâlâ yargılanıyor.

Veteriner olan Zeki Kanay’la sohbetimiz sırasında bir ziraat mühendisi kadar tarımdan anladığını fark ediyorum. Öyle anlaşılıyor ki burada geçirdiği hiçbir gününü boş geçirmemiş. Tarımla ilgili okumalar yapmış, denemiş, yanılmış, bir daha denemiş… Ve böyle sürüp gidecek şehirden uzak bir hayatı benimsemiş. Bu kez Robinson Crusoe geliyor aklıma ve kaç kişinin böyle bir hayat yaşamaya cesaret edebileceğini düşünüyorum.

SONRA AKŞAM OLDU

Çadırda çay içip sohbet ederken güneş bir tepenin ardından batmaya başlıyor. Tepe, uzun süre göz alıcı bir kızıllığa bürünüyor. Çırçır böceklerinin sesleri önce çok uzaktan sonra çok yakından gelmeye başlıyor. Bahçeyi bekleyen köpek 50 metre ötede uyuşuk bir şekilde, bizden yana bakarak yatıyor. Kümesten tavukların sesleri geliyor.

“Yılan da vardır burada” diyorum, yılan korkumu gizlemeye çalışmadan. Közlemek için biberleri şişe geçiren kadınlardan biri, “Geçen gün arkadaşlar bir çift siyah yılanın dans ettiğini görmüş” diyor. Yılanlar dans eder gibi sevişiyorlarmış. Dokunulmamış doğanın muhteşem düzenini düşünmeyi daha sonraya bırakıyorum. Çünkü bahçeden toplanan ürünler, közlenmiş biber ve patlıcanlar arabalara taşınıyor. Birkaç saatliğine de olsa mümkün değilmiş gibi içinde kaldığımız sessizliği terk edip şehrin gürültüsüne döneceğiz.