Diyarbakırlıların seçim yorumu: Kürtler ayıktır artık
Diyarbakır yıllar ve acılar içinde kendiliğinden örgütlenmiş politik bir şehir. Tanımadığı insanlarla konuşur elbette ama şöyle çaktırmadan tartar karşısındakini. Bunu bildiğim için, “Gazeteciyim ve İstanbul’daki seçimle ilgili Diyarbakırlılar ne düşünüyor, bunu merak ettiğim için soruyorum” dedim. “Kim iyiyse o kazansın” demesini bekledim ama o, “Biz İmamoğlu kazansın istiyoruz” diye karşılık verdi.
DİYARBAKIR - İstanbul’da, 31 Mart yerel seçimlerinde sandığa gitmeyen 250 bin civarında Kürt seçmen olduğu tahmin ediliyor. Bu oyların yenilenen seçimin kaderini belirleyeceği de iddia ediliyor. AK Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı Binali Yıldırım’ın yakın zamanda Diyarbakır’da gerçekleştirdiği temaslar da bu oyların en azından CHP’nin adayı olan Ekrem İmamoğlu’na gitmesini engellemek içindi. Yıldırım’ın Diyarbakır ziyareti ve burada verdiği mesajlar İstanbul’daki Kürt seçmeni nasıl etkiledi, bilemem. Ama Diyarbakırlılar bu ziyareti nasıl değerlendiriyor ve İstanbul’daki yakınlarını Yıldırım lehine oy kullanmaya ikna girişiminde bulunacaklar mıydı? Bunu öğrenmek için Suriçi’nde kısa bir gezinti yapmak gerekti.
‘OY İÇİN GELDİ AMA BOŞUNA’
Adam dükkanın önünde, küçük bir taburede, iki büklüm oturuyordu. Hava çok sıcaktı ve buna rağmen kalabalık sayılabilirdi Melik Ahmet Caddesi. Adam kalabalıkla ilgilenmiyor gibi görünüyor, öyle boş gözlerle caddenin öbür tarafına bakıyordu sanki.
Selam verince şöyle bir doğruldu sadece. Ayağa kalkmadı çünkü sanırım müşteri olmadığımı anlamıştı. Kadınlar için elbiseler satıyordu adam ve dükkan kapısının iki yanındaki giydirilmiş mankenler arasında çok güzel bir fotoğraf veriyordu. Saçları hafif seyrelmiş ve simsiyahtı. Boyalı mıydı saçları, karar veremedim. İçerideki masada daha genç olduğunu tahmin ettiği bir adam daha vardı.
“İşler pek iyi değil galiba?” dedim kapı önünde oturan adama. “Gördüğün gibi, boş boş oturuyoruz” diye karşılık verdi, kollarını yana açtı, işte böyle, der gibi. Gülümsemesi cesaret verdi, “Yani, sinek avlıyoruz, diyorsun” diyerek muhabbet için kışkırtma girişiminde bulundum. “Babana rahmet, aynen öyle” dedi, “Sabahtan beri ne gelen var ne de giden. İşte böyle oturup duruyoruz.”
Esnafın durumunu konuşabilirdik belki ama benim esas konuşmak istediğim, İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimiydi. Bu yüzden, “Sence Binali Yıldırım neden geldi Diyarbakır’a?” diye sordum. “Oy istemek için, başka neden olacak ki” dedi.
‘ERDOĞAN DA ADAY OLSA...’
Diyarbakır yıllar ve acılar içinde kendiliğinden örgütlenmiş politik bir şehir. Tanımadığı insanlarla konuşur elbette ama şöyle çaktırmadan tartar karşısındakini. Kimdir, necidir anlamaya çalışır ve muhabbete öyle katılır. Düşündüklerini örneğin kendisine yakın bulmadığı bir siyasetçiyle de bir polisle de paylaşır. Ama buna göre bir dil bulma konusunda, zaman içinde çok mahir olduğunu belirtmek gerekir.
Bunu bildiğim için, “Gazeteciyim ve İstanbul’daki seçimle ilgili Diyarbakırlılar ne düşünüyor, bunu merak ettiğim için soruyorum” dedim. “Kim iyiyse o kazansın” demesini bekledim ama o, “Biz İmamoğlu kazansın istiyoruz” diye karşılık verdi.
Ama Binali Yıldırım buraya kadar gelmiş, Kürdistan demiş, Dersim demişti, bu etkilemedi mi Diyarbakırlıları? “İstediğini desin, kimse güvenmez ona” dedi. Aslında güvenmediği Yıldırım’dan ziyade AK Parti’nin kendisiydi. “Masayı yıktılar, ‘mutabakat falan yok’ dediler. şimdi biz neden güvenelim onlara?”
İçerideki adam arada söze karışıyordu. Sonunda o da kapının önüne çıktı. “Kimse İstanbul’daki akrabasını aramaz, Binali’ye oy ver demez. Çünkü Kürtler ayıktır artık” dedi.
Ekrem İmamoğlu’nu dinliyorlardı elbette ve beğeniyorlardı. Taburede oturan, saçlarının boyalı olduğunu düşündüğüm adam “Sonradan o da değişebilir. Erdoğan değişti o da değişsin. Ama İstanbul’u İmamoğlu kazanırsa iktidarın da değiştirilebileceğini göreceğiz” deyince ayakta duran genç adam yeniden söze girdi: “Erdoğan da aday olsa Kürtler oy vermeyecek.”
“Kayıt yapıyor musun?” diye sordu sonra. “Kayıt olmasa iyi olur” dedi. Ses kaydı almamı istemediğine göre fotoğraf çekmeme de izin vermezlerdi tahmin ettiğim gibi. Mankenler arasında küçük bir taburede iki büklüm oturan adamın fotoğrafını zihnime kazımakla yetindim.
İMAMIN BABASI DA İSTANBUL’A GİTSE...
Oyun masaları asmanın altındaydı. Ağaçlar güzel bir serinlik veriyordu. Birkaç işsiz genç ile birkaç emekli vardı kahvede. Biraz dalgın görünüyorlardı ama bana, daha çok sıcaktan mayışmışlar gibi geliyordu.
Kahveyi işleten adamla ayakta durmuş siyaset konuşuyorduk. Yan masada oturan emeklinin kulağı bizdeydi. Arada başını kaldırıp bize bakıyor, sonra yine masadaki çuhaya dalıp gidiyordu. Kim bilir neler görüyordu orada.
Kahveyi işleten adam konuşmamız boyunca siyasetle ilgilenmiyorum dedi. Ben de her defasında inanmış gibi yaptım.
“Binali Yıldırım’ın Diyarbakır’da verdiği mesajlar İstanbul’daki Kürtler üzerinde etkili olur mu?” diye sordum. Siyasetten anlamıyorum diyen adam ayaküstü bir konferans verdi ve sonunda “Olmaz” dedi. “Boşuna geldi buraya.”
Diyarbakır’dan imamların İstanbul’a propaganda amacıyla götürüldüğünü hatırlattım. Sahtekar din adamlarından söz etti önce ve bu sahtekarların insanları nasıl dinden soğuttuğunu anlattı. Anlattıkça öfkelendi ve sonunda “İmamı değil imamın babasını da götürseler Kürtleri kandıramazlar” dedi.
‘BÖYLE OLMAZ Kİ’
Kahveci sesini hafif yükseltince yan tarafta oturan adam başını kaldırıp bize baktı yine. Konuşmaya katılacak ya da “Sessiz olun, dost var düşman var” diyecek sandım. Hiçbiri olmadı. Usulca başını eğip yine oyun masasındaki çuhaya dikti gözlerini.
“Ben istiyorum ki kimsenin burnu kanamasın, karınca ezilmesin. Bu memleket çok çekti, barış olsun, huzur olsun artık. Özgürlük olsun. Ama bu şekilde olmaz ki. Buraya gelip konuşuyorlar, sonra dönüp koltuklarına oturunca unutuyorlar burayı, böyle olmaz ki.”
2015’ten bu yana olan sürecin AK Parti’ye kaybettirdiğini söyledi kahveci. Kürtlerin AK Parti’ye olan güveni sarsılmış, kalmamıştı dediğine göre. Sadece Diyarbakır’da yaşayanların değil, İstanbul’da yaşayanlar da güvenmiyordu AK Parti’ye ve yine kahvecinin dediğine göre bunun nedeni ekonomik kriz ya da başka bir şey değildi, tamamen siyasi nedenlerleydi. “Şimdiki Kürtler 20 yıl önceki Kürt değildir. Kimse kaldıramaz onları.” dedi.
Binali Yıldırım Başbakanlık, Meclis Başkanlığı yapmıştı şimdi de belediye başkanlığı yapmak istiyor. Bunu doğru bulmuyor kahveci, “Sen Meclis Başkanlığı yapmışsın adamsın, ‘git belediye başkan adayı ol’ diyorlar kabul ediyorsun. Belediye başkanlığını küçümsemek için demiyorum ama Meclis Başkanı neden belediye başkanlığına aday olsun. Hep bir yerden bir yere götürmüşler, sen de yok dememişsin. Böyle olmaz ki.”
Sonunda, “Gönlün kimden yana? İstanbul’da olsan kime oy verirdin?” diye sordum. “Ben” dedi kahveci siyaset yapmak istemiyorum. Ama oy versem İmamoğlu’na verirdim” dedi.
Biz kahveci ile vedalaşırken yan masada oturan adam yine bizden yana baktı. Onunla da vedalaşmak istedim, o kadar dinlemişti bizi. Ama o yine usulca masaya döndü. Masaya uzattığı kollarının arasındaki bir noktaya dikti gözlerini. Serin kahveden acımasız güneşe çıkarken, adamın İstanbul seçimleri halkında ne düşündüğünden çok o noktada ne gördüğünü merak ettiğimi fark ettim.