Oysa ilk yarı ne kadar güzel başlamıştı; Hasanpaşa Hanı'nda kahvaltı yapar gibi, yumuşak, zarif ve iştahlı. Arzu, sur dibinde ilkbahar güneşini tam karşıdan karşılar gibi, çocuksu ve üstelik, şenlikli. Ellerini bile siper etme ihtiyacı duymadan, pervasızca özgüvenli. Sanki, surlar, gizemlerini fısıldayacak, lezzet sahibi yeni konuklarını ağırlıyor gibi, samimi ve hergele. Tuhaf bir kimyası vardı Diyarbekirspor’un, hemen içine alan ve gıdıklarmış gibi, istemsiz gülümsemelere yol açan. Çok romantik bir oyundu ilk yarıda izleyenlere sunulan lezzetli yemek. Xançepekten Balıkçılar başına yürümek gibi, piyasa yapmak, ''delikanlılık çağında'' caka satmak gibi.
Nitekim bu tatlı ürpermeler, ilk yarıda çok gecikmeden meyvesini verdi. İlk yarı 2-0 sonuçlandı. Dört yarı korsanın çeteleşerek 47. dakikada attıkları golü bir şarap gibi yudumladım. Tolunay, Taner ve Vedat’ın harika servisinden sonra Fuat’ın prens dokunuşu, Osmaniye ağlarındaydı. Bu golün yapılışındaki akıl, soğukkanlılık ve özgüven, Ahmet Arif’in "Bir umudum sende anlıyor musun" dizelerine yeniden can verir gibiydi.
Sağ koridorda Reşo Akın ile savunmacı Fikret arasındaki ilişki ve dayanışma tam kıvamındaydı. Birbirlerinin kademelerine girmekten hiç çekinmediler. Eğer Taner ya da Vedat bu ikiliye ayak uydursaydı, ilk yarı çok farklı sonuçlanabilirdi. Sol koridorda Tolunay, Vedat ve Şevket ilişkisi, Tolunay ve Vedat’ın top sevdası yüzünden çok iyi işlemedi. Ama buna rağmen çok ciddi hata yapmadılar. Maçın en büyük suçu ve hatası, Kaleci Ahmet’in her topu uzun vurmasıydı. Diyarbekirspor, topu birinci bölgeden ikinci bölgeye taşıyacak bir organizasyonu acilen ve hem takım oyununa monte etmelidir.
Açıkça konuşmak gerekirse, Tolunay, Vedat, Fuat, Reşo ve Taner potansiyeli olan oyuncular. Eğer beş oyuncunuz umut vaat eden kapasiteye sahipse, bu takımın şampiyon olmaması için ciddi bir engel ileri sürülemez. Diyarbekirspor yetenekli bir takım ama yetenekli bir oyuna sahip değil. Sözünü ettiğim beş oyuncunun oyun alışkanlıkları ve sistem içi rol ve görevleri yaratıcı şekilde yeniden yorumlanırsa, bu takım sıkıntısız şampiyon olur.
İkinci yarı Ahmet Arif’in "Otuzüç kurşun" şiirindeki gibi, korkunun hakim olduğu bir kabusla başladı. Osmaniyespor baskı yapıyor ve her baskısı Diyarbekirspor’u geriye doğru itiyordu. İkinci yarı, teknik adamın yetersiz planını su yüzüne çıkardı. Takım, açılış pasları planına sahip olmadığı için, bu baskıyı pas yaparak kıramadı. Gol geliyorum diyordu ve çok gecikmeden de geldi. Yenilen gol Diyarbekirspor’a direnç aşılamadı. Çünkü böyle durumlar için önceden hazırlanmış reçetesi yoktu.
Köşe atışından gelen ikinci Osmaniyespor golü, durumu eşitledi ve Diyarbekirspor’u bu duruma razı etti. İkinci yarıda takım kondisyonunun yetersiz olduğu da ortaya çıktı. Tolunay, Vedat ve Taner çok çabuk yoruldular. Hem bu kadar çabuk yorulmak hem de bu yorgun hal ile toptan kopmayı istememek hiç anlaşılır değil.
Diyarbekirspor acilen defans yapmayı öğrenmelidir. Rakibi nerede karşılaması gerektiği oyuncular ezberletilmeli ve tam da o noktada güçlü bir direnç merkezi inşa edilmelidir. Takım ikinci yarıda olduğu gibi top rakibe geçtiğinde geriye koşmaktan vazgeçmelidir. Tam tersine topun olduğu bölge hemen baskılanmalı ve topun atılacağı muhtemel bölgeler hızla daraltılmalıdır.
Efelenip oynamak güzel, ben hergele oyun tarzına bayılırım. Ama top rakibe geçtiğinde, acımazsız bir çete gibi sıkı ve dayanışmacı kararlılık da şart.