Dizilerden önce hayat: Tefrikalar

Arşiv biraz da tefrika demektir. Çünkü, arşive sadece geçmişin sesini duymak, bilgi/belge toplamak için bile dalmış olsanız tefrikalara takılmadan geçemezsiniz. Hem orada bir ülkenin, hatta dünyanın tarihine, kültürüne dair birçok şey bulursunuz, hem de iri puntolarla, parıltılı tasvirlerle, müellifinin maharetleri övülerek ilan edilen bu hikayelerin büyüsüne kapılırsınız.

Funda Şenol fsenol@gazeteduvar.com.tr

Bir süredir Külliye’ye taşınmış olan Milli Kütüphane’nin süreli yayınlar bölümünde geçirdiğim vaktin haddi hesabı yoktur. Lisans öğrencisi iken adım attığım kütüphane kitap kokusunun arşivin tozuna ve kahve kokusuna karıştığı bir yerdi. Özellikle sınav dönemlerinde kapısında kuyrukların oluştuğu, sadece ders çalışmak veya araştırma yapmak için değil, ortak yanlarınızı keşfedip ahbaplık etmek, fikir alışverişinde bulunmak ve hatta flörtleşmek için de ideal bir mekandı. Arşivi eşelemenin benim için anlamını ve bir toplumu anlamaktaki rolünü Geleceği arşivde bulmak başlıklı yazımda anlatmıştım. Bu kez arşiv kazısında en fazla ilgimi çeken, edebiyat ve düşünce tarihimizde önemli yeri olan tefrikalardan bahsetmek istiyorum.

Arşiv biraz da tefrika demektir. Çünkü, arşive sadece geçmişin sesini duymak, bilgi/belge toplamak için bile dalmış olsanız tefrikalara takılmadan geçemezsiniz. Hem orada bir ülkenin, hatta dünyanın tarihine, kültürüne dair birçok şey bulursunuz, hem de iri puntolarla, parıltılı tasvirlerle, müellifinin maharetleri övülerek ilan edilen bu hikayelerin büyüsüne kapılırsınız.

Ben tefrikaların altın çağına yetişemedim. Fakat bizi ziyarete gelen dedem, ne zaman elimde bir gazete görse, beklentiyle “Pehlivan tefrikası var mı onda?” diye sorardı. Olumsuz yanıt alınca da, “Peygamberimiz efendimizin hayatından bahseden tefrika da mı yok, hadi diyelim o yok, hortlak, casus hikayesi de mi yok?” diye ısrar ederdi. Onun gençliğinde, uzun kış günlerinde kahvehanelerde, akşamları ise evlerde okuma-yazma bilen bir çocuğun birkaç gün tehirli gelen veya eğer tren yoluna yakınsa, trenlerin pencerelerinden atılan gazetelerden günbegün yüksek sesle okuduğu tefrikalar sonraki yılların radyodan yayınlanan arkası yarınlarının ve bugünün dizilerinin yerine geçer, dinleyenleri avutur, kah neşelendirir, kah hüzünlendirirmiş. Onun geçmiş hikayeleri andığı 80’li yıllarda tefrika denebilecek türün içeriği sinema yıldızlarının aşk hayatları, siyasetçilerin anıları ve politikanın karanlık dehlizlerini cılız bir ışıkla aydınlatmaya çalışan araştırma dosyalarından ibaret kalmıştı.

.

Gazetecilik öğreten bir okulda okuduğum için, daha lisans döneminde zengin arşivi olan tozlu üniversite kütüphanelerinin, özellikle de Milli Kütüphane’nin müdavimi olmuştum. Ödev veya haber hazırlamak için eski gazeteleri karıştırırken, dedemin eksikliğini hissettiği tefrikalarla da tanıştım. Birer kahramanlık, güç ve erkeklik hikayesi anlatan, militarist ve cinsiyetçi yaklaşımlarıyla milliyetçiliği ve “düşman”ın önce “kadınını” sonra da topraklarını fethetme üzerine kurulu anlatı kalıplarıyla yabancı düşmanlığını şahlandıran Kara Murat, Malkoçoğlu, Karaoğlan gibi çizgi romanları ve pehlivan tefrikalarını da o loş, tenha ve tozlu arşiv odalarında keşfettim. Yeşilçam’ın altın yıllarında beyaz perdede karşılaştığımız, artist dergilerinin yarışmalarıyla piyasaya çıkıp, sonra o dergilerin kapaklarını süsleyen sinema yıldızlarının bu tefrikalardaki kahramanlara hayat verdiklerini şaşırarak fark ettim.

.
.

Yine Yeşilçam’ın kült filmlerinin hikayelerinin bu tefrikalardan esinlendiğini de kısa sürede anladım. Kerime Nadir’in Hıçkırık, Samanyolu, Funda gibi romanlarının önce tefrika olarak basıldığını, bu romanların yolunun kısa sürede yayınevi matbaaları ve film platolarına düştüğünü gördüm. Kerime Nadir’in yazın tarihimizdeki yerini de sonraki yazıda anlatacağım. O yıllarda birçok yazarın geçim kapısıydı tefrikalar. Halid Ziya Uşaklıgil, Refik Halid Karay, Peyami Safa, Esat Mahmut Karakurt, Afif Yesari, Hüseyin Rahmi, sonraki yıllarda Orhan Kemal, Peride Celal, Muazzez Tahsin Berkant, Yaşar Kemal bazen üç kuruş telifle, bazen de yüksek transfer ücretleriyle o gazeteden bu mecmuaya dolaşıp durmuşlardı. Bugün hâlâ çok okunan ve övülen birçok kült roman ilk olarak gazete sayfalarında yer almış ve gazetelerin tirajını arttırmaya hizmet etmişti.

.

Edebi ve sanatsal içerikli olanların yanında, siyasetin iç yüzünü anlatma iddiasında olanlar, memleketin kadim beka sendromları olan komünizm, ahlaki yozlaşma ve irtica korkusundan beslenenler, hac dönemlerinde ve dini bayramlarda peygamberin hayatı, öğütleri tarzında bir içerikle hazırlananlar, polisiye hikayeler anlatan ve yaşanmış serüvenlere değinenler, yabancı yayınlardan araklanıp yerli kültüre adapte edilenler de çok okunan tefrikalardı. 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından Yassıada Duruşmaları’na dair tefrikalar aradan yıllar geçmesine karşın hep büyük okur kitlesi toplamıştı. Zamanında gün yüzüne çıkmayan trajik fotoğraflarla desteklenen ve artık adına yazı dizisi denilen bu dosyalar gazeteler arası rekabette avantajlı tarafı belirliyordu. Yetmişli yıllarda kurulup bozulan koalisyonlar için yapılan pazarlıkları, iç siyasette dönen dolapları anlatanlar da az ilgi çekmiyorlardı. Memleket sınırlarının ötesine uzananlar ise dünya savaşlarında yaşananları, insani dramlar, savaş taktikleri, casusluk hikayeleriyle anlatanlardı. Türkiye’de sinema sektörünün henüz ortaya çıkmadığı dönemin popüler tefrikaları Hollywood hikayeleri ve yıldızlarının yaşamlarını anlatanlardı. Seyahat olanaklarının kısıtlı olduğu bir devrin çok okunanlarıysa yazarların, bilim insanlarının, gazetecilerin kaleme aldıkları seyahatnamelerdi. “Sovyet Cennetinin İçyüzü”, “Yeni Sabah Hollywood’da”, “Dağların Rasputin’i: Gavur İmam”, “Anadolu Eşkıyaları”, “Kocasını Öldüren Kadın Mahkumlar”, “Kızgın Damdaki Politikacılar”, “Osman Gazi ve Şanlı Plevne”, “Güreşçi Cariyeler”, “Sosyolog Gözüyle Amerika”, “Mavi Sakal ve Beş Karısı”, “İhtilalin İç Yüzü”, “Gecekonduda Hayat” gibi tefrika başlıkları size fikir verebilir.

ARŞİVLERİ TOZDAN ARINDIRAN İKİ ARAŞTIRMACI: BAHANUR GARAN VE EROL GÖKŞEN

Başta da söyledim ya, arşiv eşelemek kendinize benzer insanlarla tanışmanıza imkan verir. Ben de 50’lerden 80’lere Türkiye’de basın hakkında bir dizi yazı hazırlarken aylarımı geçirdiğim arşivler sayesinde, çoktandır unutulmuş, itibar görmeyen bir tür olarak tefrikalar ve yazı dizileri ile ünlü yazarların kıyıda köşede kalmış yazılarına yeniden can veren ve okur ilgisine sunan iki araştırmacı ile tanıştım: Bahanur Garan ve Erol Gökşen. Ankara’da çıkan edebiyat ve kültür-sanat dergileri kaynakçası hazırlamak için arşivlere giriş yapan Bahanur ile Erol, Bahanur’un ifadesiyle, orada “Bir arkeoloğun yüzyıllarca toprağın altında kalmış bir eseri çıkardığında yaşadığı hisleri” yaşadıkları için bir daha çıkamamışlar kütüphanelerden. Her araştırma bir başkasının önünü açmış, bir derviş sabrıyla ve Erol’un ifadesiyle bazen riskli olsa da dünyayı önünüze seren merak duygusuyla çalışmışlar.

Arşiv araştırmasında bir dedektif gibi nereye bakacağını bilmek, bir ilmeğin ucundan tutarak onun nerelere düğümlendiğini tespit etmek önemlidir. Bahanur ve Erol ipuçlarını değerlendirerek ve sabırla arşivlerde kalan birçok değerli metni, yazarlarını o metni kaleme almaya yönelten hikayelerle birlikte gün yüzüne çıkarmışlar. Erol’un son keşfi, oğlunun kaleminden Ahmed Midhat Efendi ve Dönemi. Fakat ondan önce, Bir Limandan Üç Resim adıyla yayımlanan İlhan Berk’in düzyazıları; Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Vatan gazetesindeki köşe yazıları; Cemal Süreya’nın Türk Dili dergisindeki yazıları; Tanpınar’ın mektupları, denemeleri ve röportajlarından oluşan Hep Aynı Boşluk da kitaplaştırılmış. Bahanur ile Erol’un ortak çalışmaları Nabizade Nazım’dan Mini Mini Mektepli Kızlara adlı kitap ise yazarın çocuklara öğütlerinden oluşan bir metin.

Erol Gökşen, 1860-1920 arası gazetecilik faaliyetlerinin gazete okuru sayısını arttırdığını söylüyor. Ona göre, tefrika roman geleneği, okuma kültürünün yaygınlaşması, çeşitlilik kazanması, edebiyata ve edebi metinlere ilginin artması, hatta ‘edebi gazetecilik’ türünün ortaya çıkışına katkı sağlıyor. Erol’dan, ilk tefrikanın Şinasi’nin Şair Evlenmesi romanı olduğunu öğreniyoruz. Bahanur ise sırf tefrikası için gazete-dergi alan okurlar ve sırf tefrika yazarak geçinen yazarlardan bahsediyor. Bunlardan birinin Hüseyin Rahmi Gürpınar olduğunu ve tefrika ücretlerinin düşüklüğü konusunda “Müellifat ve Hakk-ı Müellif” başlıklı bir yazı bile yazdığını söylüyor. Bahanur, tefrikaların kadın okur sayısını arttırıp, sosyal hayata katılamayan kadınların kültürel gelişimine katkıda bulunduğunu da hatırlatıyor.

Erol’a göre, salgın döneminde evde kalmak, dijital arşivlerin kıymetini ve işlevini hatırlattı hepimize. Farklı kütüphanelerdeki parça parça arşivlerin tamamlanarak eksiksiz bir dijital arşiv oluşturulması gibi muazzam bir proje öneriyor Erol. Ben de kültür tarihini, siyaseti, toplumsal dönüşümleri, sanat akımlarını, popüler kültürü anlamak, hasılı bir toplumu tanımak ve analiz edebilmek için arşivlerin ve özelde de her alandaki tefrikaların önemini bir kez daha hatırlatmak isterim.

Kâmil Yazgıç (2020). Oğlunun Kaleminden Ahmet Midhat Efendi ve Dönemi. Haz. Erol Gökşen. İstanbul: Vakıfbank Kültür Yayınları.

İlhan Berk (2019). Bir Limandan Üç Resim. Haz. Erol Gökşen. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Fazıl Hüsnü Dağlarca (2018). Karşıdüşünce/Vatan Gazetesi Yazıları 1961-1962. Haz. Erol Gökşen. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Euripides (2018). Alkestis, Medeia, Elektra. Türkçesi: Ahmet Hamdi Tanpınar. Haz. Erol Gökşen. İstanbul: Dergâh Yayınları.

Ahmet Hamdi Tanpınar (2017). Tanpınar’dan Çeviriler. Haz. Erol Gökşen. İstanbul: Dergâh Yayınları.

Cemal Süreya (2017). Yabancı Yayınlar, Türk Dili Dergisi 1968-1975. Haz. Erol Gökşen, Bahanur Garan Gökşen. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Ahmet Hamdi Tanpınar (2016). Hep Aynı Boşluk (Denemeler/Mektuplar/Röportajlar). Haz. Erol Gökşen. İstanbul: Dergâh Yayınları.

Nabizade Nazım (2016). Mini Mini Mektepli-Hanım Kızlara. Haz. Bahanur Garan Gökşen, Erol Gökşen. İstanbul: Dergâh Yayınları.

Tüm yazılarını göster