Doç. Dr. Meltem Kayıran: İnanın içim yanıyor
Mülkiye'den ilişiği kesilen Doç. Dr. Meltem Kayıran yaşadıklarını 'İnanın içim yanıyor' başlıklı yazıyla dile getirdi. Kayıran "Yine de ısrarla, inatla geri dönmek için elimden geleni yapacağım" dedi.
DUVAR - Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümü öğretim üyesiyken bir alt idari kadronun kriterlerine tabi tutulmak istenen ve fakülteyle ilişiği kesilen Doç. Dr. Meltem Kayıran, yaşadıklarını ve tepkisini bir yazıyla dile getirdi. Kayıran, "Sonuçta bugüne kadar yaptıklarım, yapmadıklarım konusunda benim içim çok rahat. Acaba benim atılma kararımı verenlerin de öyle mi?" diye sordu. Prof. Dr. Taner Timur da yazının altına "İlk kez bir yönetim kurulunun en değerli meslekdaşlarından birinin ihracına alet olacak kadar alçaldığını öğreniyorum. Yazıklar olsun!" mesajı bıraktı.
Kayıran şunları yazdı:
Değerli SBF çalışanları,
Bu Fakültenin, Mülkiye’nin, benim atılmamı Rektörlüğe teklif etmesinden dolayı içim yanıyor.. Ben bu Fakülteye 1990 yılında asistan olarak başladım. O baskıcı dönemlerde bile, bir hoca kendi asistanının atılmasını önerdiğinde bile, birçok kişi buna karşı durur, “bir insanın ekmeğiyle oynayamazsın, bu onun özlük hakkıdır” der, atılmanın önüne geçerdi. Ben SBF Yönetim Kurulunun kimsenin atılmasını teklif ettiğini hatırlamıyorum. Hatta Fakülteye hiçbir katkısı olmadığı halde sırf o vebali almamak için çok uzun yıllar boyunca Fakültede çalışmaya devam ettirilen kişiler hatırlıyorum. Şimdi, bu Fakültede 31 yıllık emeği olan ben, yoğun bir biçimde çalışırken, dönemin ortasında, bu pandemi döneminde, işten atılmalar yasaklanmışken apar topar, hızla, nasıl alındığı belli olmayan bir Yönetim Kurulu kararıyla, 3-5 kişinin imzasıyla nasıl ve neden atıldığımı anlayamadığım için, Fakültem benim atılmamı istermiş gibi bir izlenim yaratılmaya çalışıldığı için içim yanıyor, ağırıma gidiyor.
Benim atılma gerekçemde “dosya sunamadığı” gibi bir ibare yer aldığı için içim yanıyor. Kriterler tartışıldığı, benim onları karşılayamadığım yolunda tartışmalar yapıldığı için… Oysa ben hem yayın aşamasıyla hem sözlü sınavıyla Maliye alanının uzman jüri üyelerinin oybirliğiyle, takdir ve övgüleriyle doçentlik sınavını vermiş bir öğretim üyesi olarak bir alt idari kadronun kriterlerine tabi tutulamayacağımı yazarak istenilen dosyayı vermedim. Vermediğim bir dosya üzerinden kriterleri karşılayıp karşılamadığım neden tartışılmış Yönetim Kurulunda?
Fakültedeki çalışma arkadaşlarım çok üzüldüğü, benim Fakülte için önemimi anlatmak üzere yazılar yazmak, bölüm görüşleri oluşturmak zorunda bırakıldıkları için içim yanıyor. Bilimsel çalışmaları, dersleri yerine bunlarla uğraşmak zorunda bırakıldıkları için içim yanıyor…
İdari personel olarak çalışan arkadaşlarım üzüldüğü için, benim atılmama ilişkin birçok işlemle uğraşmak zorunda bırakıldıkları ve ortada kalan dersler için düzenleme yapacakları, bunlar için fazladan mesaiye katlanmak zorunda kalacakları için içim yanıyor…
Dönemin ortasında 300’ü aşkın lisans öğrencisi yüz üstü bırakıldığı için, onlar çok üzüldüğü, sevdikleri, saydıkları bir hoca olarak onlara bu durumu açıklayamadığım, onların gözünde SBF haksız- hukuksuz bir yer olarak göründüğü için içim yanıyor. Son dersimde vize sorularını çözerken “aslında buradan şu konuya bağlayacaktık, aslında bu konuları sonda değerlendirecektik, .. buralar da yarım kaldı ama mutlaka benim yerime dersinizi tamamlayacak hocanız bunları size anlatacaktır” derken içim yandı… Yüksek lisans seminer öğrencime, doktora tez öğrencilerime durumu açıklamaya çalışırken içim yandı. Bir üniversite hocasının, bir doçentin, öğrencilerin gözünde bu şekilde itibarsızlaştırılması karşısında onlara akademinin itibarını savunmaya çalışırken içim yandı…
Ben akademiyi, akademik çalışmanın ne demek olduğunu, akademik etiği, bilimsel merakı, bir akademisyenin nasıl itibar sahibi olduğunu beni yetiştiren Korkut Boratav, Bilsay Kuruç, Taner Timur, Cem Eroğul, Sina Akşin, Baskın Oran, Özhan Uluatam, Alâeddin Şenel, Ömür Sezgin, İzzettin Önder, Mümtaz Soysal, Yavuz Sabuncu, Cem Somel, Oğuz Oyan ve burada adını sayamadığım diğer birçok hocamdan öğrendim. Onlardan öğrendiğim şeylerden taviz vermeden çalışmalarımı yürüttüm. Bilimsel çalışmanın bilimsel merak üzerine ve insan, toplum, doğa yararına yapılması gerektiğini öğrendim; kimin nasıl koyduğu belli olmayan kriterlere uygun puanlar almak, atılmamak için değil… Bilimsel üretimin üniversitenin tüm bileşenleriyle kolektif emeğin ürünü olduğunu öğrendim; rekabeti hiç anlayamadım…
Araştırma görevlilerine meslektaşlar olarak gereken saygının gösterilmesi gerektiğini, bir araştırma görevlisinin asıl işinin kendisini geliştirmek olduğunu öğrendim, yaşadım. Asistanlığım boyunca bana bir kez bile kâğıt okutulmadı, ben de hep aynı şeyleri savundum ve uyguladım.
Akademik unvanlara değil de kişinin alanındaki uzmanlığına güvenilmesi ve saygı duyulması gerektiğini öğrendim.
Unvan almak, yükselmek üzere hiç bir plan yapmadım. Puan veya maddi karşılığı olmayan o kadar çok çalışma yaptım ve yapmaya devam ediyorum ki… Eğer atılmama karşı oluşan tepkinin büyüklüğünü, hakkımda yazılan yazıları anlayamıyorsanız buralarda arayın.
Örneğin 5 yıl boyunca saygın bir dergi olan Mülkiye Dergisi editörlüğü yaptım. Kaç puan ediyor, doçentliğime yarar mı, diğer çalışmalarımı engeller mi diye bir an bile düşünmedim. Bir editör gelen bir makalenin uygun hakemlere gönderilmesinden ve son kertede o yazının yayınlanıp yayımlanmayacağına dair kararın objektif bir şekilde alınmasından sorumludur. Ben bununla kalmayıp her makaleyi ince ince okuyarak noktasına virgülüne kadar düzelttim. Yeni nesil “profesörlerin” yazılarına bile ret kararı verdiğimiz oldu.
Örneğin üniversitelerin tahrip edilmesine yol açacak yasa tasarılarına karşı yazılacak raporlar için akademik sorumluluğum gereği gecemi gündüzüme katarak çalıştım. Bunlarda ne ismim yer aldı, ne de bir puan aldım.
Örneğin derslerimi büyük bir özenle hazırladım her seferinde. Sınavın da öğrenme sürecinin bir parçası olduğunu öğrendiğimden; yazmadan, anlatmadan, analiz etmeden olmaz diyerek, her sınavda yüzlerce kâğıt okuyarak, hep adil olmaya çalışarak bu son sınava kadar bir kez bile test yapmadım. Bu dönem de sınava ek olarak daha birçok şey yapacaktım derste ama… Attılar!…
Sonuçta bugüne kadar yaptıklarım, yapmadıklarım konusunda benim içim çok rahat. Acaba benim atılma kararımı verenlerin de öyle mi?
Şu anda üniversitelerin benim öğrendiğim, savunduğum, yaşatmaya çalıştığım üniversiteden çok farklı olduğunun farkındayım. Fakat yine de ısrarla, inatla geri dönmek için elimden geleni yapacağım. Yani bu bir veda değil. Ama siz yine de, öğrencilerimden birisinin vedalaşırken söylediği gibi, “hakkınızı helal edin!”
* Bu yazı, son derece politik bir metindir. İş güvencesini, akademik ilkeleri, demokratik yönetimi, insan toplum doğa yararına üniversiteyi savunmaktadır.
Taner Timur’un mesajı:
"Üzülmeyin" diyorsun; tamamen haklısın sevgili Meltem; zaten aslında bir akademisyen için iftihar vesilesi olacak "atılma" nedenlerini de anlatmışsın; ama senin için olmasa da, Mülkiye'mizin düştüğü bu rezil duruma gerçekten üzülüyorum. Ben Menderes devrini de, bütün darbeleri de yaşadım. Çok haksızlıklara, çok zulme uğradık ve aramızdan bir çok işbirlikçi de çıktı; fakat ilk kez bir yönetim kurulunun en değerli meslekdaşlarından birinin ihracına alet olacak kadar alçaldığını öğreniyorum. Yazıklar olsun!