Doç. Dr. Veli Polat: Umut yaratabilirseniz seçmen size yönelir

OHAL koşulları, seçmenin kendini güvende hissetmediği ortam referandum sandığına nasıl yansır? Kararsızlar evet mi diyecek, hayır mı? Sorularımızı yanıtlayan siyasal iletişim uzmanı Doç. Dr. Veli Polat, “Oy, umuda verilir” dedi.

Abone ol

ANKARA - İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü öğretim üyesi, siyasal iletişim uzmanı Doç. Dr. Veli Polat, anayasa değişikliğinin oylanacağı referandum sürecinde yapılacak kampanyalar, seçmenin tutumu, algı yönetimi gibi konulara ilişkin sorularımızı yanıtladı. İşte sorularımız ve Doç. Dr. Veli Polat’ın yanıtları:

'OHAL’DE REFERANDUM SAVUNULAMAZ'

OHAL’de referandum yapmak doğru mu? OHAL’de yapılan bir referandum seçmenin kararına yansır mı?

OHAL koşullarında referandum kabul edilebilir bir durum değil. OHAL sürecinde yayınlanan KHK’lardan medya fazlasıyla payını aldı. Demokratik bir süreçte kamunun bilgilendirilmesi esastır. Kamunun bilgi kaynaklarına dönük kısıtlamalar, yaptırımlar, doğal olarak yeterli bir enformasyon akışının gerçekleştiğini söylemek olası değildir. Frankfurt Okulu’nun önemli temsilcilerinden Habermas, “iletişimsel eylem”de bir ideal ortam betimler. Bu ideal ortamda esas özgürlüktür. Özgürlüğün olmadığı bir ortamda demokrasiden ya da yurttaşın seçme yetisinden, bağımsızlığından söz etmek olası değildir. Dolayısıyla OHAL koşullarında yapılan bir referandumun açıklanabilir, savunulabilir bir tarafı yoktur. Nitekim güncel pratik de bunu doğrulamaktadır.

Doç. Dr. Veli Polat

'YÜZDE 91’LE KABUL EDİLEN 1982 ANAYASASI'NI KİM SAVUNABİLİR?'

Referandum kampanya süreci başladı. Bu süreçte eşitlikten söz etmek pek olanaklı değil. “Hayır” diyen gençlerin, aydınların, politikacıların saldırıya uğradığı, gözaltına alındığı, tutuklandığı bir ortamda referanduma gitmek sağlıklı bir durum değildir. OHAL baskısı, tehdidi altında seçmenin özgür iradesinin oluşması beklenemez. Hepimiz biliyoruz ki, 1982 Anayasası da referandumla üstelik inanılmaz bir oy oranıyla kabul edildi. Bu oy oranıyla 82 Anayasası’nın özgürlükçü, demokratik bir yaşamın güvencesi olduğunu kim söyleyebilir, kim savunabilir! İşin daha ilginci ise 1982 Anayasasının yüzde 91’le 1961 Anayasasının ise çok daha düşük bir oy oranıyla yüzde 61,5 ile evet oyu alması sanırım çok daha anlamlı bir yoruma olanak tanıyacaktır.

'KARARSIZLARIN TUTUMUNU ZAMANIN RUHU BELİRLER'

Seçimlerin kaderinde kararsızlar önemli rol oynar. Referandumda kararsızların tutumu ne olur?

Seçim kampanyaları kararsız seçmenler üzerine odaklanır, kararsızların oyunu değiştirmek için kurgulanır. Kuşkusuz partililer aynı zamanda kendi seçmeninin desteğini de korumak ister. Referandum, partilerin ötesinde bir hal almış durumda. Kampanyalarda parti simgeleri, logoları ve blok-cephe tartışmaları yaşanıyor. Referandumun partilerüstü bir süreç olduğu savıyla kampanya farklı bir içerikle yürütülmeye başlandı.

Kararsızların tutumunda söz edilmesi gereken “zamanın ruhu”dur. Bunun için en iyi örneği Almanya’daki 1965 seçimleri sürecinde Allensbach Enstitüsü’nün ortaya koyduğu seçim tahminiyle açıklamak olası. Enstitünün başındaki Elisabeth Noelle Neumann, seçim tahminini açıkladığında herkes sonuçları şaşkınlıkla karşılar. O saate kadar periyodik olarak oy tahminlerini açıklayan Neumann, sürpriz bir sonuç iddiasında bulunur ve bunun gerekçesini de “zamanın ruhu”yla açıklar. CDU (Hıristiyan Demokrat Birliği) ve SPD (Alman Sosyal Demokrat Partisi) arasındaki yarışa ilişkin düzenli olarak yapılan tahminlerde iki partinin başa baş gittiği açıklanır. Ancak son seçim tahminini seçimden birkaç gün önce açıklayan Neumann, CDU/CSU yüzde 49,5, SPD için ise yüzde 38,5 açıklayınca yer yerinden oynamıştır. Seçmen kararında birçok dinamik etkendir. Buradaki temel dinamiği Neumann, “kimin kazanacağını düşünüyorsunuz?” sorusuna verilen yanıtlarla açıklamıştır. Genel kanının, kanaatin seçim sonucunda etken olduğunu belirtmiştir. Örneğin hükümetin referandum öncesi “acı reçete”yi askıya aldığı söyleniyor. Ekonomik koşullar, krizler, elbette seçmenin kararını etkileyecek unsurdur. Salt ekonomik unsurlar değil çok daha farklı öğeler de seçmen kararında etkin olur. İşte bunlardan biri de “kimin kazanacağı” konusundaki genel kanaattir.

'SEÇMEN GÜÇLÜ OLANDAN YANA TAVIR SERGİLER'

Zamanın ruhunun önemli köşe taşları da anket sonuçlarıyla oluşturulmaya çalışılıyor. Birçok araştırma kuruluşu evet ve hayır oy oranlarına ilişkin açıklamalarda bulunuyor. Evet oylarının ve anayasa değişikliğine desteğin çığ gibi büyüdüğünü iddia eden kuruluşlar var. Yaratılmak istenen “evet”in güçlü olduğudur. Bilinen odur ki, seçmen güçlü olandan yana tavır sergiler. Araştırma kuruluşlarına dönük tüm güvensizliğe karşın, başka veri kaynağı olmayınca bu yönlendirme, manipülasyon etkili olabilir. İşte o yüzdendir ki, medyanın özgürlüğü esastır. Baskı, saldırı, tehdit altındaki medyanın sağlıklı bir tutum göstermesi beklenebilir mi? Seçmen, haber kaynaklarına, araştırma kuruluşlarına karşı bir güven kırılması yaşıyor. Dolayısıyla burada seçmenin günlük yaşamın yansımalarıyla hareket edeceğini söylemek çok yanlış olmasa gerekir. Hem politik, hem ekonomik gerçekliklerin, kararsız seçmen için en büyük karar odağı olacağı kanısındayım.

'OY, UMUDA VERİLİR'

Bu tip referandumlarda sürprizler ne kadar mümkündür?

Sağlıklı olmadığını söylediğimiz araştırmalar üzerinden değerlendirme çok doğru olmayacaktır. Korku, seçmenin düşüncesini paylaşmasını engeller. Ancak sandık başında seçmenin, yine literatüre yönelirsek, “son dakika dönüşü” (lastminuteswing) yapması mümkün olabilir. Seçmen, güçlü olduğunu düşündüğü yargıyı dillendirme eğilimi gösterir. Ancak sandık başında bu durum değişebilir. Dolayısıyla sürpriz bu noktada kilitlenebilir. Buradaki sürpriz denilebilir ki, evet ya da hayır oylarının yüzde 60 üzerinde bir rakamla ortaya çıkmasıdır. Şu an parti oy dağılımları üzerinden yorumlar yapılıyor. Ancak referandum ve referandumun konusu parti seçiminden daha farklı bir durumdur. Dolayısıyla burada tarafların argümanlarının seçmen nezdinde karşılık bulması gerekir. Bu noktada güçlü olan argümanın sürpriz doğurması da beklenebilir.

Oy umuda verilir. Umut yaratabilirseniz, umudu tanımlayabilirseniz, seçmen size yönelir. Referandum sürecinde de umudu destekleyecek, umut verecek bir açılımla ortaya çıkmak yerinde olacaktır. Örneğin alternatif anayasa konusunda temel değerleri öne çıkaracak bir açılım, seçmen için anlamlı olabilir. Barış umudunu dillendiren, birlikte ve demokratik yaşam konusunda umut ışığı olmak, seçmenin kararında etkili olacaktır.

'ALGI YÖNETİMİNİN SONUÇLARA ETKİSİ OLUR'

Algı yönetimi sonucu etkiler mi?

Elbette etkileyebilir. Onun içindir ki medyanın tüm boyutlarıyla yönleriyle odakta yer aldığı söylenebilir. Buna sosyal medya da dâhildir. Stratejilerin özellikle algı yönetimi üzerinden kurgulandığını da belirtmek gerekir. “Güçlü devlet”, “istikrar” gibi kavramlarla yola çıkmak bu algı yönetiminin mihenk taşlarıdır.

Özenle, dikkatle ortaya konulan sloganlar, kavramlar üzerinden yürüyen bir kampanya süreci yaşanıyor ve yaşanacak. O yüzden algı yönetiminin sonuçlara etkisi olacaktır. Örneğin, algı yönetiminin en belirgin yansımasını köşe yazılarında okumak yeterlidir. Televizyonlarda tartışma programlarına, ana haber bültenlerine bakmak yeterlidir. Referandum sürecinin bu anlamda iletişimcilere, siyaset bilimcilere, hukukçular çokça araştırma konusu doğuracağına inanıyorum.

'MHP HİÇ BÖYLE BİR İKİLEM YAŞAMAMIŞTI'

MHP tabanının daha önce bu kadar keskin biçimde ayrıştığı bir seçim olmuş muydu? MHP Genel Başkanı kendi seçmen kitlesine neden ‘evet’ dediğini nasıl anlatabilir?

MHP bilinen parti yapılanmalarından çok farklı bir yapıdır. Partide belirgin bir tek seslilik, yekparelik söz konusudur. Bugüne kadar seçim deneyimlerinde MHP hiç böylesi bir ikilem yaşamamıştır. “Neden evet” sorusuna yanıt vermekte sadece MHP değil diğer tüm “evet” destekçileri zorlanıyor.

Ortaya konan savlar, argümanlar o denli yetersiz ki, güçlü bir desteği sağlamaktan uzak kalıyor. “İstikrar”, “güçlü devlet”, “çift başlılık”, “fiili durum” gibi argümanlar karşılığı olmayan savlardır. Bu argümanlarla ortaya çıkmak, bugüne kadar “istikrar” yok muydu, bugüne kadar “güçlü devlet” değil miydik gibi bir sürü soruyu beraberinde getiriyor. Burada “millet iradesi”nin güvenmediğini, oy vermediğini iddia ettikleri partilerin sorumluluğu nerede? Çok partili sürecin başlamasıyla birlikte ağırlıklı olarak sağ partiler Türkiye’de iktidar oldu. Niceliksel olarak bu durum bir başarı olarak yorumlanabilir ancak ortada şikâyet edilen yapısal rahatsızlıklar, sorunlar, bozukluklar solun üzerine atılamaz. Fail belli, açık. Son 15 yıllık süreci değerlendirmek gerekirse fiili durumda zaten bir çift başlılıktan söz edilemez.

MHP kendi tabanına seçmen kitlesine neden “evet” dediğini açıklamakta güçlük çekecektir. Burada en tehlikeli olan ise “milliyetçi” söylemin ağırlık kazanarak “öteki”leştirmenin daha da keskin bir hale dönüşmesidir. Böylesi bir tercih ise “birlik-beraberlik” söylemiyle yaşanan çelişkinin en belirgin hali olarak karşımıza çıkacağı da kesindir. Hem, “birlik-beraberlik” diyeceksiniz hem de, “ötekileştirici-milliyetçi” söylemden vazgeçmeyeceksiniz. Bu açıklanabilir bir durum değildir.

'NE İSTEDİNİZ DE YAPAMADINIZ?'

15 yıldır tek başına iktidarda olan AK Parti -aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan- seçmenden hâlâ ‘istikrar’ diyerek oy isteyebilir mi? Ayrıca “millet iradesi” söylemi seçmende yine karşılık bulur mu?

15 yıldır Meclis’te çok güçlü bir partiden söz ediyoruz. Muhalefetin yasama sürecinde de yürütme sürecinde de etkin olduğunu söylemek olası değildir. Uzlaşmayla çözüm üretme bir arayış olarak ortaya çıkmamıştır. Bu uzlaşının, ortaklığın tek yansısı belki “darbeye hayır” açıklamasıyla kendini göstermiştir. En radikal kararlar, uygulamalar sorunsuz bir biçimde hayata geçirilmiştir. Hâlâ bir istikrarsızlıktan söz etmek açıklanabilir bir durum değildir. “Ne istediniz de vermedik?” diyen bir iktidara sorulacak en belirgin soru da “ne istediniz de yapamadınız?”dır.

Milletin iradesi değil miydi 82 Anayasası? Ancak kim demokratik olduğunu söyleyebilir? Dolayısıyla bir anayasa yapılacaksa bu anayasa toplumsal uzlaşmayla, mutabakatla gerçekleştirilmelidir. İnsan hak ve özgürlüklerini gözeten, koruyan ve yurttaş için bir anayasa düzenlenmelidir. Bu noktada toplumsal yapı içinde, öncü erklere, güçlere ihtiyaç vardır. Popülist bir söylemle, ağızla halk bunu istedi demek çok anlamlı değildir. Zaman zaman “devlet” denilen aygıtın ve onun otoritesini elinde bulunduranların kamu yararına, kamu çıkarına hareket etmesi gerekir. Özellikle kuruculuk sürecinde bu tür görevler üstlenebilir iktidarlar.

Seçmen iradesi, halk iradesi elbette önemsenmeli ve değer verilmelidir. Ancak bu irade, zaman zaman yanılgılara düşerek, “Hitler” gibi bir gerçeği de tarihe not düşmüştür. Almanya hâlâ bunun utancını yaşamaktadır. Örneğin geçtiğimiz günlerde Almanya’nın Koblenz kentinde Avrupa’nın aşırı sağ parti liderleri bir araya geldi. Buna karşılık çok büyük bir tepki “Almanya renkli kalacak” sloganıyla karşılık buldu. Bir diğer slogan da “Bir daha asla faşizm”di…

'NEDEN EVET’E DOĞRU DÜZGÜN YANIT VERİLEMİYOR'

Buradaki temel sorunlardan birisi de enformasyon edinim özgürlüğüdür. Eğer kamunun yeterli enforme edilmesine izin vermezseniz, kamunun sağlıklı karar vermesini, hareket etmesini engellemiş olursunuz. İşte bu yüzdendir ki İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19’uncu maddesi temeldir. Herkesin düşüncelerini anlatma ve açıklama özgürlüğü vardır. Bu özenle korunması ve öne çıkarılması gereken bir değerdir. Bu konuda bir engelleme, dayatma, saldırı olursa orada oluşacak kanaatlerin özgürce oluştuğunu, sağlıklı gerçekleştiğini söyleme şansınız ortadan kalkar.

Elbette bu Anayasa değişmeli. Ancak bu değişim, daha demokratik, daha özgürlükçü, daha eşitlikçi bir anayasa şeklinde olmalıdır. Anayasa değişimi konusunda yeterli bilgilendirmenin, aydınlatmanın yapıldığı söylenemez. Örneğin ekranlar ya da sosyal medyaya yansıyan söyleşilerde, “neden evet” sorusuna doğru düzgün yanıt verilemediği görülüyor.

'CHP’NİN POZİTİF KAMPANYA TERCİHİ OLUMLU BİR YAKLAŞIM'

CHP’nin pozitif bir referandum kampanyası yürütme kararı seçmene nasıl yansır?

Olumlu bir yaklaşımdır. Söz konusu değişiklik toplumun tümünü etkileyecek bir değişimdir. Bu değişim parti ayırımı gözetmeksizin herkesi etkileyecektir. Dolayısıyla böylesi bir değişimde, kişi odaklı, parti odaklı hareket etmek yerine, olası değişiklikte yaşanacaklar üzerinden yürümek ve bunu kamuyla olabildiğince geniş paylaşmak doğru bir adımdır. Seçmenin bu konuda ikna edilmesi çok daha kolay olacaktır. Genel olarak seçmenin saldırgan, ötekileştirici yaklaşımlara sıcak bakmadığı söylenebilir. “Birlik”, “beraberlik” temasına yönelimin sıkça kullanılması da bu yüzdendir. Bu söylemin en doğal muhatabı da sol ya da kendini sol olarak tanımlayan partilerdir. Bir arada yaşama istemi doğal olarak sol partilerin vazgeçilmezidir. Seçmen nezdinde bunun karşılık bulacağına inanıyorum.

'HDP SEÇMENİ SANDIĞA GİDER'

HDP’ye yönelik operasyonlar, tutuklamalar, HDP seçmenin sandığa gitmemesine neden olur mu? Seçmenin yaşananlara tepki göstererek inadına sandığa gitmesi mümkün mü?

HDP, ötekileştirme politikalarının hedefi haline geldi. HDP seçmeni, politik bir deneyime, birikime sahip bir seçmen kitlesidir. Yaşananları, dirençle, dayanışmayla karşılayacaktır. HDP’nin varlık nedeni olan nesnel koşullar giderek daha ağırlaşmaktadır. Bu ağırlaşan koşulların HDP seçmeninde sandığa gitmemek gibi bir sonuç doğurmasını beklemek çok doğru bir değerlendirme olmaz. Aksine bu süreçler HDP seçmenini çok daha politize edecek ve aktivite edecektir. Sorunlar çözülmemiş, daha ağırlaşmıştır. Bu gerçek sadece güneydoğu özelinde değil, HDP içinde var olan, kendini ifade etmeye çalışan sol, sosyalist, demokrat bileşenler için de geçerlidir. HDP’yi sadece ve sadece ulusal kimlik üzerinden yorumlamaya çalışmak çok eksik ve doğru bir bakış açısı olmayacaktır. Tam da soruda ifade ettiğiniz gibi bu koşullara tepki göstererek çok daha güçlü bir katılım gösterecektir.

'ELEŞTİRİ YERİNE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ ORTAYA KOYMAK GEREKİYOR'

Yaklaşık son 1.5 yılda yaşananlar, kitlesel katliamlar, bombalı saldırılar, şiddet olayları, darbe girişimi, tutuklamalar vb. olaylar toplumun kendini güvende hissetmemesine neden oldu. Güvensizlik duygusu sandığa yansır mı yine?

Seçmen güvensizliğin kaynağını arayacaktır. Şiddet politikalarının, şiddete zemin hazırlayan yaklaşımların seçmen tarafından değerlendirmesi yapılacaktır. Bu anlamda belki referanduma çok büyük anlamlar yüklemek anlamsız gözükebilir ancak tam da bu noktada bir yansımadan söz etmek gerekir. Çünkü anayasa değişikliğinin temel akslarına bakıldığında bu aks müzakereyi, tartışmayı, uzlaşmayı, ortak çözümü, çok bileşenli katılımı hedef alan bir akstır. Dolayısıyla, “ortak aklın”, beklentisi ve yönelimi de demokratik çözümlerden, tartışmadan, müzakereden yana olacaktır. Çözüm demokratik, özgürlükçü politikalardır.

Hukukun araçsallaştırılmadığı bir çözümü seçmen de değerlendirecektir. Saydamlık, açıklık esas olmalıdır. İnsan yaşamını hedef alan saldırılar, hukuksuzluğun, politik şiddetin gerekçesi olamaz. Hukuk içinde ve insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir yaklaşım gösterilmelidir. Hukuk herkes içindir.

'REFERANDUMA OHAL İÇİNDE DEĞİL GÜVEN İÇİNDE GİDİLMELİ'

Türkiye’nin mevcut konumunu en son Freedom House’un “Dünya’da Özgürlükler” raporu ortaya koyuyor. Kısmen özgür sayılan Türkiye, özgürlüklerin en çok gerilediği ülkeler arasında 2’inci sırada yer alıyor. Son 5 yılda özgürlüklerin sınırlandırıldığı da vurgulanıyor söz konusu raporda. Yoğun bir korku ortamı hâkim. Tüm bu korkuya karşın somut verilerle, rakamlarla, görsellerle yanıt vermek, bunu yaygınlaştırmak tek çıkar yol olarak gözüküyor. Kuşkusuz bunun için de örgütlülük temel koşuldur. Örneğin enflasyon sepetinin ne olduğunu aktarmak ve bu sepete göre ilan edilen rakamın bir gerçekliği olmadığını ortaya koymak etkin bir sokak siyaseti olacaktır. Sokağa ulaşacak basit tespitleri, somut durumları ortaya çıkarmak ve bunları aktarmak gerekiyor. Sürekli eleştirmek yerine çözüm önerileri, çözüm stratejileri ortaya koymak ve bunları somutlaştırmak gerekiyor. Korku, seçmen için iradenin yansımasına engel bir durumdur. Onun içindir ki, referanduma OHAL içinde değil güven içinde, demokratik bir ortamda gitmelidir.