Aralarında, Reha Erdem, Nevzat Sayın, Hakkı Mısırlıoğlu, Murat
Akagündüz, Nilüfer Güngörmüş Erdem, Ahmet Güntan ve Beral Madra
ile, Görgün Taner ile Nazan Ölçer'in bulunduğu bir çok sanatçı,
küratör, tasarımcı, yönetmen, kültür uzmanı ve mimar sevgili dostu,
merhum sanatçı Kuman'ın dünya gözüyle göremediği bu özel sergi
için, hafıza, özlem ve vefa hislerini bir araya getiriyor.
Faika Ergüder Kuman öncülüğündeki, Murat Özyeğin katkılarıyla
hazırlanan sergi vesilesiyle, sanatseverler için İnternet üzerinde
Melis Balkan imzalı bir de site yer
alıyor. Sergiyi, sanatçının ardında bıraktığını Dünyaya
taşıyacak yalınlık ve yetkinlikte, sapasakin bir İnternet sitesi
bu. Öylesine değil. Sahiden, Doğa Ana'nın kulağına evrenden bonkör
küpeler konduran Kuman'ın ruhunu, birikimini bizlerle
paylaşıyor.
İlginç bir tesadüf olsa
gerektir, karşısında da bir 'Acil' servis barındıran Diş
Deposu'ndaki sergi ise, dehlizli girişiyle sizi Kuman'ın mahrem ve
gizem arasında salınan iç uzayına koyudan açığa artan bir ışıkla
hazır ediyor. İçeri girdiğinizde kendinizi, sanki enseleri güneşle
pişmiş tenleriyle, Doğalarından bir süreciğine 'şehirli olmak
üzere' zorla alıkonulmuş, gönülsüz birer misafir gibi mahzun mahzun
asılı duran, salınmaz demir-çelik bedenlerle baş başa buluyorsunuz.
Sanki yas tutan bedenlerle. Kataloğunda Hakkı Mısırlıoğlu'nun
yaptığı gibi, sergi de kendi içinde salınıp, bir ve sıfır
arasındaki kozmik sarmalda dans ediyor bu bedenler.
Felsefe Tarihi öğrenimi görmüş Tardu'nun, 1980'li yıllarda
Paris'te Galeria Epona'da açtığı takı tasarımı sergisi ve bunun
ardından Yunanistan'da başladığı sanatçılık deneyimi, taşındığı
Atina'daki Galeri Tria ve Galeri Miraraki de açtığı çıkma
hammaddelerle oluşmuş eser ve eşyalarla yüklü sergileriyle
perçinleniyor.
22 yıl önce İstanbul'a dönerek Stoa Design'ı hayata geçiren
sanatçının izlediğimiz bu sergisi de, Çanakkale'nin Ayvacık
ilçesine bağlı Kozlu köyündeki evi ve atölyesinden 'evrene geri
dönüşen' çalışmaları kapsıyor.
Nilüfer Güngörmüş Erdem, 'Tardu'nun Odysseia'sı' isimli
metninde, şu duyarlı okumada bulunuyor: "Mobil heykeller olarak
tasarlanmış bu çanların zihnimdeki bir başka çağrışımı da
bebeklerin yatağı üzerine asılan sesli mobil oyuncaklarla olan
benzerlikleri. Tardu’nun işlerinin çoğu insanda çocuksu ve oyunsu
bir heyecan uyandırır. Çocuklar da çok severdi onun işlerini. Ama
rüzgâr çanı formunda düşünülmüş olsa da bu mobillerin dönmeye ve
ses çıkarmaya başlaması için rüzgârdan çok bir fırtınaya ihtiyaç
olduğu ve bunları kıpırdatmaya kalkışacak bebeğin Gargantua gibi
dev bir bebek olması gerektiği apaçık ortada. Çevresinde kıpırtı
yaratmayı başaramayan, dev boyutlarda, çok güçlü bir güçle başa
çıkmak zorunda kalan, bu yüzden doğar doğmaz büyüyüp kamptan
ayrılmak zorunda kalan bebeğin oyuncakları mı bunlar acaba?"
Maddenin bünyesindeki
gizli manâya gösterdiği bilgemsi yoğunlaşma üzerinden, bir nevî
akıl madenciliği denebilecek, meşakkatli ve eşsiz klasik felsefe
düşüncesinin taşıdığı temel kavramlara da göndermede bulunan Kuman,
ahşap ve metal gibi 'bildik' iki ana malzeme yoluyla her seferinde
yeni bir şeyler söyleyip, gösterebilmenin de vakur bir simgesi
olarak tanınıyor.
Kuman'ın bu anlam irisi güncel varoluş enstrümanları, kabalığın
ve göz önünde olurluğun, alenîliğin dobralığından, kendi hesabımıza
yeni ifade imkânları da doğabileceğini hissettiriyor bize. Çeşitli
açı ve mesafelerle bakıldıklarında, yırtıcılıklarını, bizde
yarattıkları dokunulmazlık korkularını türlü içtenlik hallerine de
dönüştüren bu işler, geometrik, soyut, simetrik ve septik (kuşkucu)
duruşlarıyla olduğu kadar, her birine vesile devasa çengellerin
akla yankıladığı 'soru işareti' duygusuyla da, gerçeküstü birer
önerme lezzeti veriyor insana. Bu serinin yanı sıra 'Lamponya
Savaşçıları' ve 'İsimsiz' başlıklı yapıtlarıyla da tanınan Kuman,
19 Mayıs 2016'da geçirdiği hastalık sebebiyle bu Dünyayı
bırakmıştı.
Doğa Ana'nın kulağına taktığı bu anlam küpeleri, onun elbette
sadece bedenen bizi bıraktığını yankılıyor.