Ekonomide birkaç değişkenle oynayarak her şeyi rayına oturtmanın
devri geçeli çok ama çok zaman oldu. Söz gelimi, ülkemizde olduğu
gibi ‘faiz sebep, enflasyon sonuç’ tekerlemesi, belki 1970’lerde
geçerli olabilirdi. Bugün tabii ki değil. Ya da yapısal sorunları
olan bir ihracat sektöründe ‘TL değersizleşirse, ihracat artar,
ithalat azalır, turizm geliri de artar. Döviz yağmuru olur’ mantığı
için de aynı şey geçerli. Bir Nuh Nebi'den kalma ‘faizler
düşerse yatırımlar artar, üretim artar, üretimi ihracata
yönlendirirsek her şey şahane olur’ basitliğinde hareket ederseniz,
her şey birbirine girer. Eylül 2021’de girilen yol buydu, ve gördük
ki ‘cehenneme döşenen taştan bir yol’muş!
VİTRİN İYİ Mİ GERÇEKTEN?...
Peki şimdi vitrin düzenlemesiyle başlayan tornistan stratejisi,
bugünün çok bilinmeyenli denklemini çözmek için yeterli olur mu?
Ben olamayacağını düşünüyorum, çünkü başta vitrin düzenlemesi bile
hesabı doğru yapamayabileceklerinin sinyallerini veriyor.
Vitrindeki troyka, tasarımı bozuk ve yolda kaza yapabilecek gibi
görünüyor. Mesele sadece Eylül 2021’de bizi bugüne getiren temel
politika değişikliğini açıklayan TCMB eski Başkanı Şahap
Kavcıoğlu’nun Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK)
başına getirilmesi değil. Tabii ki bu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın gerekirse bir fren mekanizması olarak Kavcıoğlu’nu
kullanabileceği ve Hazine ve Maliye Bakanı ile TCMB’nin yeni
başkanını bir şekilde baskı altına alabileceği anlamını taşıyor,
ama troykanın tek tasarım hatasının bu olduğunu söylemek yetersiz
olur.
Gelelim Hazine ve Maliye Bakanı’na... Türkiye’nin girmiş olduğu
angajmanlara şöyle kuşbakışı bakarsanız, amentüsü neo-liberalizm
olan ve neo-liberalizm kullanma kılavuzu dışında pek bir vizyonu
olmayacak bir bakanın, bugünün girift koşullarında alacağı
genelgeçer kararların çok ciddi sıkıntılara yol açması pek mümkün.
Sözgelimi de-dolarizasyonun küresel ekonomide ciddi bir eğilim
olarak gündeme gelmesi ve Türkiye gibi gelişen piyasalar açısından
büyük imkanlar sunması söz konusuyken, Mehmet Şimşek’in bu
fırsatları elinin tersiyle itmek zorunda kalacağını düşünüyorum. Bu
hem ideolojik olarak böyle, hem de kaynak ihtiyacını Britanya, ABD
ve AB ekseninde çözme dışında bir seçenek görmemesi sebebiyle
böyle...
TROYKADA İMALAT HATASI VAR!
Gelelim troykanın pek de güven vermeyen son aksamına, yani
çiçeği burnunda, bankacılık sektöründeki başarılarından çok bir PR
çalışması olarak öne çıkan Hafize Gaye Erkan’a... Ne yazık ki “Ne
şahane! Artık Türkiye’nin bir kadın TCMB Başkanı var” safdilliği,
bu çok katmanlı ekonomik krizde fazla saçma kaçıyor! Hakkında çıkan
‘rising star’ haberlerinin çoğunun altı boş, ayrıca First Republic
Bank’ın batmasından bir süre önce aldığı görevler sebebiyle,
bankanın batışına giden yolda onun ayak izleri var! Hemen
belirtelim ki, zerre bir merkez bankacılığı deneyimi de yok. Ve
böylesi bir dönemde, TCMB Başkanlığı gibi çok stratejik bir konumda
görev alacak. Kim, neden ve niçin bu kişiyi önerdi, bunu da bilen
yok sanırım. Ama Mehmet Şimşek’in bu atamadan hiç de memnun
olmadığı söyleniyor.
ŞOK TERAPİ KALICI ARAZ BIRAKABİLİR
Peki ya ekonomi bürokrasisi? Bu hiyerarşide gerekli
değişiklikler yapıldı mı? Söylendiğine göre pek bir şey yapılmış
değil. Peki böyle bir U dönüşünde yol kazası yapmamak için sağlam
bir kadro değişikliği gerekmiyor muydu? Herhalde buna “Yok
gerekmiyor, öyle de gider, böyle de...” diyecek aklı yerinde biri
çıkmaz!
Şimdi gelelim, 22 Haziran’da gerçekleşecek Para Piyasası Kurulu
(PPK) toplantısında TCMB Başkanı’nın nasıl bir açıklama
yapacağına... Her ne kadar radikal bir politika faizi artırımı, bir
anda şok tedavi için yüzde 8.5’ten yüzde 25’e çıkarılması, yani tam
16.5 puanlık bir artırım yapılması bekleniyorsa da, bu artırımın ne
kadar doğru bir müdahale olacağı çok tartışmalı. Zira, başta
bankacılık sektörü olmak üzere pek çok dengeyi bozabilecek bir şok
ve domino etkisi yaratması da mümkün. Zira mesele sadece bankaların
düşük politika faiziyle fonlanmasından aniden çıkış meselesinin
ötesinde, uyum sürecinde sorunlar yaşanmasını tetikleyebilir. İş
bununla bitse iyi, Türkiye ekonomisinin belkemiği KOBİ’lerin ucuz
kaynak ihtiyacı herkesin malumu ve bu şok artırımın reel sektörde
nasıl bir tedirginlik yaratacağı ve bir yaprak dökümüne sebep olup
olmayacağının da hesabının kitabının çok dikkatli yapılması gerek.
Bu hesabın yapıldığını hiç sanmıyorum.
YÜZDE 25 ARTIRIM ÇÖZÜM OLACAK GİBİ DEĞİL
Peki 22 Haziran’da tek seçenek, politika faizini yüzde 25’e
çıkarmak mıdır? Tabii ki hayır. Pek çok uzman ve piyasa oyuncusunun
tercihi tedrici bir geçiş yapılması yönünde. Nasıl? Söz gelimi
birkaç aya yayılmış görece daha düşük dozlu bir şok terapi
olabilir. Mesela 22 Haziran’da yüzde 15, temmuzda yüzde 20,
ağustosta yüzde 25 gibi... Niye mi? Çünkü ilk artırımdan sonra
politika faizinin ucu açık olacak ve bence yüzde 25’te kalması da
yeterli değil. Bir şoktan sonra, sürekli faiz artırımı piyasalar
açısından psikolojik bir güvensizliğe ve belirsizliğe yol açabilir.
Daha düşük oranlı artırımlarla ise piyasa bu sürece daha rahat uyum
sağlayabilir.
Eylül 2021’den bugüne kadar biriken sorunlar acı ilacın bir şok
tedavi olmadığını gösteriyor. Bu yıl bitmeden yüzde 30, hatta yüzde
40’lık bir politika faizi çok da abartılı olmayabilir. Zaten
bankaların ticari kredilerde yüzde 45, hatta yüzde 47’lik faiz
oranlarıyla çalışmaya başladığını biliyoruz.
İKİ KERE ÜST ÜSTE İRRASYONELLİK OLMAZ!
Sanki ikinci seçenek daha makul görünüyor. Ve tabii bu politika
faizi artırımının öncelikle bankacılık sektöründeki regülasyonlarla
birlikte ele alınması gerekli. İşte bu noktada da BDDK Başkanı’na
önemli bir görev düşüyor. O BDDK Başkanı ki, Eylül 2021’de politika
faizini düşürmenin ne denli önemli ve Türkiye Ekonomi Modeli’nin
omurgası olduğunu ballandıra ballandıra anlatan kişi! Yani bayağı
bir kara komedi!
Hemen belirtelim ki, politika faizini reel ekonomiye uygun hale
getirmek yetmez. Bunun temel sektörlerdeki yansımalarını öngörmek,
gerekli önlemleri almak ve tek tek sektör paydaşlarıyla bu konuda
bir yol haritası oluşturmak gerekir. Bunun da yapılmadığından ne
yazık ki adım gibi eminim. Finansı zaten saymaya gerek yok, çok
belli, ama ihracat, sanayi, tarım, enerji, ulaştırma-nakliye başta
olmak pek çok sektör için kırılgan ve kaygan bir zemini
olabildiğince az tehlikeli hale getirmek gerekiyor.
Peki ya şu yeni ekonomi yönetiminin uluslararası piyasaya
kendini kanıtlaması meselesi? Yani ‘şok tedavi şart’ lobisi?.. İşte
bir örnek... “Perşembe günü ciddi oranda bir faiz artışı yapılacak.
Böylece ulusal ve uluslararası piyasalara, reel ekonominin gereği
neyse o yapılıyor mesajı verilecek” diyor, şu kulis gazetecisi
Abdülkadir Selvi... Bu iki cümlede bir ciddiyet ya da ekonomi
bilgisi aramadan, reel ekonominin gereğinin reel durumlar olduğunu
hatırlatmakta fayda var. Zira durumumuz çok irreel ve hemen reel
ölçütlere balıklama dalmak boğulma sebebi olabilir. Tabii ki Eylül
2021’den bugüne yapılan her şeyin irrasyonel olduğunu doğruluyor
olması en azından mantıklı!
CARİ AÇIK İLLETİNE İLAÇ BU MU OLACAK?
Şimdi de size bir uzmanlık sorusu!.. Sert bir faiz artırımının
döviz kurlarına etkisi ne olur? Ve aynı zamanda başımızdaki ciddi
belalardan biri olan cari açık sorununa? Doların ve euro’nun öyle
bir dengede olması lazım ki, cari açık makası biraz
makulleşebilsin. Bunun için yapılan bir hesaplama var, göstergenin
adı YD-ÜFE, yani yurtdışı üretici fiyat endeksi... Bu endeks
üzerinden HSBC Portföy Başekonomisti İbrahim Aksoy ayrıntılı bir
hesaplama yaptıktan sonra, Eylül 2021’den bu yana ihracatçıların
maliyet artışlarının karşılanabilmesi için, haziran sonu itibarıyla
euro/TL’nin 26.6, dolar/TL’nin 22.6 gibi bir seviyede olması
gerektiği sonucuna varıyor. Peki faiz artırımı sonrasında, bu
değerleri böyle dengelemek mümkün mü? Pek olası görünmüyor. Tabii
ki cari dengedeki yapısal sorunları salt bu değerlere indirgemek
doğru değil, mesele çok daha ciddi ve derinlemesine bir yeniden
yapılanmayı gerektiriyor. Ben sadece, tüm bu önlemler alınırken,
salt Hazine ve Maliye Bakanlığı, TCMB ve BDDK’nin alacağı
kararlarla bu krizin altından kalkılamayacağını ve pek çok ince
ayarın gerekli olduğunu belirtmek için bu örneği verdim.
YA DURGUNLUK İÇİNDE ENFLASYON OLURSA...
Gelelim enflasyona... Sadece seçim sonrasından bugüne olan
gelişmeleri ele alırsak, yıllık enflasyonun en az yüzde 50 bandında
kalacağını, gerçek enflasyonun ise bu orandan çok daha yüksek
olacağını söylemeliyim. Acı ilacı içtikten sonra ise bizi daha
ciddi bir sorun bekliyor, enflasyon düşmez ve bir de durgunluk
trendine girersek vay halimize! Bu hiç de beklenmedik bir durum
değil. Hele ki faiz oranlarının artmasına karşın millet
dolarizasyon ve altına hücumdan vazgeçmezse... Eğer ki rasyonel
politikalardan bahsediliyorsa, bunların ince hesaplarını yapmış
olmak gerekmiyor mu? Yapıldı mı? Hiç öyle bir his verebiliyorlar mı
size?