Erdoğan’ın, Macron için kullandığı 'kendini dev aynasında görüyor' ifadesi aslında Türkiye’nin son dönem dış ve güvenlik politikasını belirleyen temel etken oldu. Gücünü abartan, Libya’dan Körfez’e her sorunun parçası, her çatışmanın tarafı olan Türkiye geldiğimiz noktada, askeri gücünü kullanmanın sınırlarına ulaşmış durumda. Bu yazıda, daha önceki yazılarda değinmiş olduğum, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Mavi Vatan doktrini çerçevesinde izlediği askeri güce dayanan politikasının tıkandığını, altı yeterince doldurulmamış, askeri güç dışındaki araçları, hedefleri belirlenmemiş bu siyasetin sonuna gelindiğini tartışacağım. Bu süreçte Türkiye’nin içine düştüğü yalnızlığın onu en sonunda uzlaşmaya ittiğini ama bu kez de karşısında bir muhatap bulmakta bile zorlandığını ele alacağım.
TÜRKİYE DOĞU AKDENİZ’DE NE İSTEDİ?
Çok tekrarlandığı için uzatmaya gerek yok ama Erdoğan iktidarları bölge jeopolitiğinden kendi kendisini dışlayan, izole eden bir siyaset izledi. Bunun için başka ülkeleri, yönetimleri suçlamanın anlamı yok. Bunun en önemli sonucu deniz yetki alanlarının parsellenmesi ve İsrail, Mısır ve Güney Kıbrıs gibi ülkelerin kendi deniz alanlarındaki enerji kaynaklarını çıkarma konusunda uluslararası enerji şirketleriyle anlaşmaya varmasıydı. Bir diğer nokta da, bölgedeki kamplaşmanın giderek belirginleşmesi ve ABD’nin Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ile Kasım 2018’de güvenlik işbirliği, Fransa’nın Mayıs 2019’da Güney Kıbrıs ile limanlarını kullanma izni veren bir anlaşma imzalaması AKP yönetiminde alarma neden olmuş olmalı. Türkiye, Mavi Vatan doktrinine göre, deniz yetki alanlarını gerekirse donanmasını kullanarak savunacak, Libya ile yapılan anlaşmanın geçerli olması için bu ülkeyi nüfuz bölgesine dönüştürecek, bu süreçte NATO, ABD, AB’yi karşısına alarak, kendisine dayatılan “Denizde Sevr” haritasını geçersiz kılacak, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın iddia ettiği deniz yetki alanlarını göz ardı ederek buralarda sismik araştırma ve sondaj yapacak, gerektiğinde diğer ülke sondaj gemilerini kovalayacaktı. Şu ana kadar Türkiye’nin Doğu Akdeniz bölgesinde, deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması yapma, donanma çıkarma, tatbikat yapma ve navtex ilan etme gibi araçlarla yürüttüğü siyaset bir sonuç doğurmadı. AKP yönetiminin anlamakta zorluk çektiği, bu hamlelerin hepsinin birer karşılığı olduğu. Yunanistan da tatbikat yaptı, Mısır ile anlaşma imzaladı, navtex ilan etti.
ABD, FRANSA, YUNANİSTAN, GÜNEY KIBRIS VE DİĞERLERİ
Doğu Akdeniz tarihinde ilk kez çok sayıda ülke aynı kampta buluştu ve bunu Türkiye’ye borçlular. ABD, Fransa, Yunanistan, Mısır, İsrail, BAE, Suudi Arabistan Türkiye’nin karşısında yer alıyorlar. ABD Kıbrıs Rum Cumhuriyeti'ne silah ambargosunu, Rusya ile ilişkilerinin seviyesini düşürme karşılığında kaldırma kararı alırken, Yunanistan Fransa’dan yeni savaş uçağı, fırkateyn ve hava savunma sistemi alacağını açıkladı, Girit açıklarında Birleşik Arap Emirlikleri, Yunanistan, Fransa ve İtalya tatbikat düzenledi. Bunlar bölge siyaseti açısından bundan birkaç yıl önce öngörülemeyen gelişmeler. Türkiye’nin gerginlikten beslenen ve sorunların parçası olmaya dayalı dış politikası, gereksiz kutuplaşmaları doğurdu. 1990’larda Türkiye Arnavutluk, Bosna-Hersek ve Makedonya ile yakınlaştığında, Yunanistan karşı hamle olarak Suriye ve Ermenistan’a yakınlaşmış, Güney Kıbrıs ile askeri anlaşma imzalamıştı. Buna benzer bir kamplaşma günümüzde Türkiye’nin Katar’a asker göndermesi ve Yunanistan’ın Suudi Arabistan’a Patriot füze sistemi göndermesi gibi farklı bir boyutta gelişti.
Fransa ise hem büyük güç kimliğini korumak hem de Almanya’yı dengeleyebilmek için Akdeniz’de güçlü ve sözü geçen ülke olmak istiyor. Geçmişte AB içinde bu pazarlık Almanya’nın Doğu Avrupa, Fransa’nın Akdeniz’e ağırlık vermesi şeklindeki üstü örtülü işbölümü şeklinde belirlenmişti. Fransa için bölge aynı zamanda, Paris için önemli olan Afrika bağlantısı açısından da kritik. Ayrıca, Macron döneminde Fransa, Irak, Suriye, Lübnan ve Libya’da da aktif görüntü veriyor. AB bölgesinde Almanya’nın hakimiyeti sürerken, Akdeniz’de de etkin olamayan bir Fransa’nın büyük güç statüsünün darbe yiyeceği görüşü Fransa’nın bölge politikasını şekillendiriyor.
ABD ise giderek ağırlığını Yunanistan ve Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’ne kaydırmaya başladı. Daha önce değindiğim gibi, ABD bölge güvenliğinde Türkiye-İsrail eksenine dayanırken, Türkiye’nin hem İsrail hem de Mısır ile arasının bozulmasına tepki olarak, İsrail-Yunanistan-Güney Kıbrıs-Fransa-Mısır eksenini güçlendirdi. Bu ülkelerin bölgede artan askeri varlığı, buna BAE gibi ülkelerin dışarıdan destek vermesi, silahlanma yarışının hız kazanması ABD stratejisi açısından olumlu gelişmeler. Sonuçta bu ülkeler Batı sistemi içinde ve Rusya yerine NATO ve ABD müttefiklerinin bölgede askeri varlığının artmasını Washington, çatışmaya varmadığı sürece, bir kazanım olarak görüyor olmalı. Son gerginlikte de ABD bir yandan gerilimden kaçınmalı derken, Dışişleri Bakanı Pompeo “Türkiye’nin bölgedeki eylemleri bizi derinden endişelendiriyor” açıklamasını yaptı, Lefkoşa ziyaretinde KKTC Cumhurbaşkanı ile görüşmedi. ABD genel olarak çok önde görünmemekle birlikte, bölge siyasetinde hâlâ belirleyici, perde gerisinde gerek dışişleri bakanı, gerekse Libya’da olduğu gibi özel temsilcisi ve Afrika Komutanlığı aracılığıyla gelişmelerin içinde.
Türkiye boyutunda ise ABD, AKP iktidarına İsrail ve Mısır ile ilişkileri bozma ve içeride Avrasyacı kesimlere dayanarak Rusya ile işbirliği yapmanın bedelini ödetiyor. Bunun karşılığında ise Yunanistan ve Rumlara da İsrail ve Mısır ile yakınlaşmanın ödülünü veriyor. Yunanistan ise özellikle ABD’nin kendisine yaklaşması ve Fransa ile Türkiye karşıtı yeni bir ittifak ilişkisi kurmanın saçma sevincini yaşıyor. Özellikle sağlanan askeri destek Yunanistan tarafından büyük bir kazanım, yeni bir oyun kurucu hamle olarak görülüyor.
MAVİ VATAN’IN ÖMRÜ KISA MI SÜRDÜ?
Mavi Vatan Erdoğan iktidarı tarafından gecikmeli olarak benimsenmiş iddialı bir doktrindi. Türkiye’nin kendi gücüyle dünyaya meydan okumaya, kendi deniz alanlarında ve Libya gibi biraz uzağında gücünü göstermeye dayalı, çatışmayı göze almayı öneren, Batı’nın yapısal olarak Türkiye ile uğraştığı, onu baskıladığı, Akdeniz’de sıkıştırmaya çalıştığı önkabulüne dayalı bir doktrindi. Geldiğimiz noktada Türkiye karada, Suriye ve Libya’da sıkışmış, denizde Doğu Akdeniz’de ise ciddi herhangi bir hedefe varamamış durumda. 2016’da başlayan “stratejik genişleme” döneminden sonra hızlı bir “stratejik durgunluk” ve “kırılganlık” aşamasına geçildi. Suriye’de İdlib hala belirsizliğini koruyor ve varolan durumu Rusya’nın daha ne kadar tolere edeceği belli değil. Libya’da ise, AKP yönetiminin Sirte Cufra hattını ele geçirme iddiası, tarafların ve diğer ülkelerin desteğiyle ateşkes ilanı karşısında sessizliğe büründü. Bu kritik bölgenin silahsızlandırılması, yabancı savaşçıların ülkeden çıkarılması, seçim yapılması, petrol gelirinin bir bankada toplanması gibi öneriler Türkiye’nin pozisyonunun anti-tezleri. Ayrıca, Türkiye’nin Suriye’den buraya radikal İslamcı militanları taşıdığı iddiaları uluslararası medyada daha sık yer almaya başladı.
Doğu Akdeniz’de ise Suriye’deki durumun aksine, Türkiye Rusya ile ABD’yi birbirine oynama imkanına da sahip değil. Ayrıca, hem Libya, hem de Suriye’de zayıflamış merkezi yönetimler ve devlet altı gruplarla mücadele edilirken, Doğu Akdeniz’de Türkiye başka devletlerle ve bir devletler blokuyla karşı karşıya kaldı. Dolayısıyla, burada elindeki sınırlı araçları çabuk tüketti ve uzlaşma arayışına girdi. Sonuçta, navtex ilan ederek elde edilebilecek bir stratejik kazanım olmadığı anlaşıldı.
Öyle görünüyor ki, AKP yönetimi karşısındaki blokun genişliğini idrak etmeye başladı. Bir buçuk yıl önce 100 küsur savaş gemisiyle Mavi Vatan adında tarihin en büyük deniz tatbikatını yapmaktan ve “elimizden bir kaza çıkmaz, gereğini yaparız” söyleminden, 'önkoşulsuz görüşmeye hazırız, zaten hep diplomasi ve uzlaşma istiyoruz'a dönen bir siyaset çizgisine geçildi. Öyle bir yalnızlık ve çaresizlik ki, bunu farkeden Yunanistan, Mavi Vatan fikrini ortaya atanların söylemini kullanarak, 'egemenlik haklarımızın nesini müzakere edeceğiz' diyerek yan çizdi, en azından kamuoyu önünde süreci ağırdan almaya başladı. Türkiye kendi oyununu kurmak amacıyla çıktığı yolda, oyun bozmaya çalışan ama ona da gücü yetmeyen bir ülke haline geldi.
Son olarak, bir daha hatırlatalım. Bu anlamsız çekişmenin Türkiye ve Yunanistan halklarına bir faydası yok. Doğu Akdeniz’de Yunanistan enerji kaynağı bile aramıyor, Kıbrıslı Rumlar buldular ama çıkaramıyorlar, miktar olarak maliyeti kurtarmıyor. Deniz yetki alanlarının paylaşılması ise, kolay olmasa da pekala anlaşmayla çözülebilecek bir sorun. Bu sorunu çözmeye harcanacak enerjiyi ittifak kurmak, denizde “it dalaşı”na girmek ve en önemlisi, ekonomik sıkıntılarına rağmen sınırlı kaynakları silahlanmaya ayırmak bu süreçten hiçbir tarafın kazanamayacağının en somut göstergesi.