Doğu Türkistanlı Ömer: Devletten korktum, Gergerlioğlu’yla görüşemedim
Çin’in Doğu Türkistan politikasını protesto eden Uygur Türkleri, geçtiğimiz günlerde Beyazıt Meydanı’nda buluştu. Trajik öykülerini anlatan Uygurlar, “Bizim için diplomatik girişimde bulunun, Çinli dövmeyin, zaten yanlışlıkla Koreli dövüyorsunuz” dediler.
Alper Budka alperbudka@gmail.com
DUVAR - Çin kamplarındaki ailelerinden haber alamayan Uygur sığınmacılar 27 Temmuz günü Beyazıt Meydanı’nda eylem yaptı. Yaklaşık 50 kişilik basın açıklamasında işkence ve tecavüz mağduru olduklarını belirten Doğu Türkistanlılar da yaşadıklarını anlattı. Türkiye’ye minnettarlıklarını ifade eden Uygur Türkleri, bununla birlikte bir takım sosyal imkânlardan mahrum kalmalarından dolayı üzgünler ve Çin istihbaratından korktuklarından kendilerini güvende hissetmiyorlar. Medyanın konuyu gündeme getirmesini ve Türk makamlarının girişimde bulunmasını bekliyorlar.
'BİZE EN ÇOK İYİ PARTİ VE HDP SAHİP ÇIKIYOR'
Gazete Duvar’a konuşan Uygurlardan Ömer H., 2016’da eğitim için Suudi Arabistan’a gitmiş ve bir daha ülkesine dönememiş. Çin’in 2017’den beri uyguladığı yasakların mağduru olan Ömer H., bu süreçte babasının işkencede öldürüldüğünü öğrenmiş ve 80 yaşındaki annesinden de, ablasından da haber alamıyor.
“Üç beş sene önce zulüm azdı. Mesela 2012’de Hac için Arabistan’a gitmiştik. Çen Çuanguo valiliğe atandıktan sonra Doğu Türkistan bir cehenneme dönüştü. Bir Müslüman ülkede olmam nedeniyle ağabeyimi tutup karakola götürmüşler. İki küçük kızım Zarife ve Zahide de toplama kampında tutuluyor. Onları kayınvalideme ve kayınpederime bırakmıştım. Şimdi nerede olduklarını bilmiyorum. Annem tekerlekli sandalyeye mahkûm yaşlı bir kadın, ondan da haber yok. Ve ‘annem nerede’ diye sormak da suç. Ağabeyimin bir inşaat şirketi vardı; 10 kişi sırf onun işçisi olmaktan dolayı hapse atıldı. Ankara’da 5 milyon dolar harcadığımız bir inşaat da yarım kaldı. Toplamda 100 milyon dolarımıza el konuldu. Zenginliğimiz de ağabeyimi kurtarmaya yetmedi. Türkiye’de sığınmacıyım, Ankara’ya gittim, Dışişleri Bakanlığı’na başvurdum. Fakat Türk vatandaşı olmadığım için benimle ilgilenmediler. Nihayet vatandaşlık da aldım.”
Ömer H. vatandaşlığa kabul edildikten sonra 4 ve 5 yaşlarındaki kızları da otomatikman Türk vatandaşlığına geçmişler. Şu an Çin’in toplama kamplarında bulunduğu düşünülen ve hayatları hakkında bilgi edinilemeyen bu çocukların Türk vatandaşlığına geçirilmesi de alıkonulmaları kadar dikkat çekici... İlk kez geçen hafta Akit TV’ye röportaj veren Ömer H., Türk medyasının ve siyasetinin konuya ilgisizliğinden şikayetçi… “Türkiye’de en çok hangi siyasetçiler sorunlarınızla ilgileniyor” sorusuna şöyle cevap veriyor:
“Bizimle en çok HDP ve İYİ Parti, özellikle de Ömer Faruk Gergerlioğlu ilgileniyor. Ama ben devletin rahatsızlığından çekindiğimden Ömer Faruk Gergerlioğlu’yla görüşmek istemiyorum. İYİ Parti’den de kimseyle görüşmedim ama onlarla görüşmek istiyorum. Biz Türkiye’nin iç siyasetinden uzak durmak istiyoruz.”
'BABAM POLİSTİ, ÇİN’E 30 YIL HİZMET ETMİŞTİ…'
Melike Aibubu’nun 80 yaşındaki polis emeklisi babası da ‘eğitim kampı’na götürülmüş. Aibubu, Çin devletine hizmet etmiş babasına yapılanı anlayamadığını söylüyor.
“Ben Japonca öğretmeniyim. Dilimi ilerletmek için Japonya’ya gidecektim, gidemedim. Türkiye’ye gelmek istiyordum, vize alamadım. Sonunda Mısır’a gidip Arapça öğrenmeye karar verdim. Aslında ülkeden çıkmaya çalışıyordum. Nihayet Türkiye’ye gelip, Laleli’den Çin’e ihracat yapmaya başladım. Nisan 2017’de beni çağırdılar, tehdit ettiler, dönmedim. Aynı yılın haziran ayında hesabımdaki tüm paraya el koydular. Doğu Türkistan’a girmek çıkmak ve Türkiye’yi telefonla aramak yasaktır. Biri beni Çin’deki farklı bir bölgeden aradı ve ağabeyimin hapse girdiğini, babamın da toplama kampına gönderildiğini söyledi. Ne yapmam lazım bilmiyorum. Medya gündeme getirse Türk devleti girişimde bulunur belki…”
Abdüşükür Abdülsamet ise gördüğü işkenceler nedeniyle sağlığını kaybetmiş ve babasının beyin kanamasından ölümünü öğrendikten sonra dünyası yıkılmış. Abdüşükür Çin’e dönmek istemeyince, bunun bedelinin babasına ödetildiğini düşünüyor.
“Ben Haziran 2016’da Türkiye’ye pasaportla, kanunlara uygun yoldan gelmiştim. 2017’de Uygurlara yurtdışına çıkma yasağı getirdiler. Ve yurtdışına gidenleri de geri çağırdılar. Ama dönenleri hapse atıyorlardı. O tarihten itibaren Doğu Türkistan’la iletişimim kesildi. Bir gün biri bana babamın öldüğünü söyledi. Başım döndü, dayanamadım, annemi aradım. Benim yüzümden babamın defalarca karakola götürüldüğünü öğrendim. Beyin kanamasından ölmüş. Annem 'beni bir daha arama, bizi merak etme' dedi ve ağlayarak telefonu kapattı. Ağabeyimi de hapse atmışlar. 'Türkiye’deki kardeşin gelsin, yoksa seni bırakmayız' demişler. Babam henüz 48 yaşındaydı ve gençliğinde güreşçi olduğundan çok sağlıklıydı. Ömründe hastaneye gitmemiş babamın ölümü bir cinayettir.”
'AĞABEYİM YANDAŞ GAZETECİYDİ, NEDEN TUTUKLANDI?'
Gülayşa Oralbay’ın ağabeyi ve kız kardeşi de dolaylı olarak Çin devletine hizmet etmişler. Çin’de hiçbir gazetenin devletin resmi politikasından farklı davranamayacağını hatırlatan Oralbay, Kuytul şehrinin en büyük gazetesinde çalışan kardeşlerinin hesabını soruyor.
"Emekli olmuş, Kazakistan’a yerleşmiş ağabeyimi 2017’nin kasım ayında çağırdılar. O da Çin’e geri döndü. Mahkemeye çıkarılmadan 25 sene hapis cezasına çarptırıldı. Ağabeyim Çinceden Kazakçaya roman çeviren bir tercüman ve dombra ustası bir müzisyendi. Kardeşim Bahtıgül’ün de gazetecilik yaptığı dönemde başı belaya girmemişti. Büyük bir ağabeyim vardı, bankada çalışıyordu, yüksek tansiyon hastasıydı, o da tutuklandı. Annem 80 yaşında, kızları ve oğulları hapiste, bakacak kimsesi yok. Oradaki hapishaneler dünyanın hiçbir yerindeki hapishanelere benzemiyor. ‘Çin işkencesi’ denen bir söz vardır. Çok vahşi, tam bir cehennem, kadınlar tecavüze uğruyor, oradan fiziksel-ruhsal sağlığını kaybetmeden çıkan yoktur."
'TÜRKİYE’DE KENDİMİ GÜVENDE HİSSETMİYORUM'
Çin kamplarında tecavüze uğradığını söyleyen ve dünya medyasına da röportajlar veren Gülbahar Celilova, Uygur Türkleri dendiğinde ilk akla gelen isimlerden biri… Celilova yaşadıklarını anlatırken gözyaşlarına boğuluyor.
“Urumçi’den (Çin) aldığım malları Kazakistan’da pazarlıyordum. 2016’dan beri Uygur Türklerine yapılanları duymuştum. Ama ben Kazak vatandaşıydım. Çinli dostlarım da vardı ve Çin’e gittiğim dönemlerde Uygurlarla bir araya gelmekten kaçınıyordum.
Bir gün kaldığım otele iki sivil polis geldi. Beni tutup karakola götürdüler. Bana bir kağıt imzalatmak istediler. Rusça biliyorum, Çince ve Uygurca okuyamıyorum. Tercüman istedim vermediler. Avukat istedim, onu da vermediler. 'Bunu imzalamazsan seni kampa götürürüz' dediler. Meğer o kağıtta terörist olduğumu kabul ettiğim yazıyormuş.
Kampta 1 yıl 3 ay 10 gün kaldım. Yabancı olduğum için Çinli mahkumlardan daha fazla eziyet gördüm. Kanımdan tükürüğümden örnekler aldılar. Hamile kalanları kürtaj yapıyorlardı. Çırılçıplak soyup kıyafet giydirdiler. 25 metrekarelik bir koğuşta 40 kişi kaldık. Bir televizyondan her gün koğuşa eğitim veriyorlardı. Havalandırması yoktu. Saçlarım bitlendi, üç numara tıraş ettiler. Tuvalet kağıdımız yoktu, tuvaletimizi elimizle duvarlara sürüyorduk. Her hafta bize zorla iki ilaç içiriyorlardı. Beni bu şekilde bağlayarak tecavüz ettiler (elinde tuttuğu temsili bir fotoğrafı gösteriyor). Kazakistan’da kimsenin yüzüne bakamadım. Orada yirmi günden fazla duramadım. Türkiye’ye geldim. Zaten Kazak devleti bana 15 ay sahip çıkmamıştı. Orada kendimi güvende hissedemedim.
Avukat olan büyük kızım Birleşmiş Milletler’e (BM) yazılar yazdı. BM devreye girince beni saldılar. Bir hafta otelde ağırladılar. Bana çok iyi baktılar. Saçımı boyadılar, makyaj yaptılar. Beni o şekilde serbest bıraktılar. Çin istihbaratı Türkiye’de de peşimi bırakmıyor. Taciz telefonlarıyla korkutmaya çalışıyorlar. Bu bir Türklük, Müslümanlık meselesi değildir. İnsan haklarını savunan herkesi Doğu Türkistan’daki soykırımla ilgilenmeye çağırıyorum. Ben tecavüze uğradım. Yaşamak istemiyorum. Ölümden korkmuyorum. Çin’den korkmuyorum. Bu davayı anlatmayı sürdüreceğim.”