Doğu Yücel: Mitat Karaman'ın sevileceğini düşünmüyordum!
Doğu Yücel ile son romanı Kimdir Bu Mitat Karaman? üzerine konuştuk. Yücel, "Aslında çok mantıkçı bir adamımdır ama roman yazma serüveninde bazı güçlerin bize yardımcı olduğunu düşünüyorum bazen" dedi.
DUVAR - Evden işe, işten eve gidip geliyor birçokları gibi. Yaptığı, yapacağı başka bir şey yok. Apandiste benzetiyor kendini ve hayatını, işlevsizlikte bir numara, o derece! Eh, dinledikçe de hikayesini hak veriyor insan bu yoruma. Mitat Karaman’dan bahsediyorum.
Adındaki ‘h’yi nüfus memuru mu atlamış, annesinin ihmalkârlığına mı gelmiş, bilinmez. Soyadında da ‘h’den eser yok, zaten yaradılışında da kahramanlıktan. Alelade bir perşembe gecesi, küçücük bir patlamayla hayatı değişecek Mitat’ın, haberi yok. Kabak çekirdeği yerken hapşuracak veeee yaşadığı altı dairelik apartmanda iki kişi ölecek, hatta bazı gözler şüpheyle onun üzerine çevrilecek. Aslında bütün bu cinayetlerin, gerilimin, gizemin ardında Doğu Yücel olacak, Mitat’ın bundan da haberi yok!
Doğu Yücel’in yeni romanı “Kimdir bu Mitat Karaman?”, adındaki sorunun yanıtını polisiye bir kurgu içinde verirken, bizi yakın dönem Türkiye’sinin göbeğine de fırlatıyor. Yer yer güldürerek, yer yer ürküterek ama hep şaşırtarak anlatıyor Mitat’ın başına gelenleri.
Doğu Yücel’le, Mitat’ın insanı diyafona basmadan önce iki defa düşündüren sürükleyici öyküsü hakkında sohbet ettik. Bakalım, kimmiş bu Mitat Karaman?!
Yeni bir Doğu Yücel edebiyatı var “Kimdir bu Mitat Karaman?”da, ama diğer kitaplarından tanıdığımız, bildiğimiz Doğu’dan parçalar da var. Polisiyeyi gizemle, korkuyla, doğaüstüyle harmanlamışsın. Bu evrim üzerine konuşarak başlamanı isterim açıkçası…
Aslında polisiyenin doğaüstü ve korkuyla harmanlandığına daha önce rastladık. Mesela gençken çok etkilendiğim Sherlock Holmes macerası Baskerville’lerin Köpeği öyle bir romandır. Arthur Conan Doyle’un o minvalde başka hikâyeleri de var. O yüzden Kimdir Bu Mitat Karaman?’daki asıl zorluk, polisiye ve korku dışında denkleme katılanlardı bence. Mizah mesela. Polisiye, gizem, korku kadar bunlarla yan yana gelmesi zor olan mizah unsuru tüm romana sirayet etmiş durumda. Diğer yandan karakter odaklı klasik roman anlayışı da var, siyaset de var, hatta birkaç sahne itibariyle erotik edebiyat bile dahil oluyor. Bir romanın içine tüm bu unsurları boca ederseniz ortaya bir çorba çıkabilir.
Fakat neyse ki öyle bir şey olmadı. En azından yorumlardan böyle anlıyorum. Bence elinizdeki hikâyenin isteklerine doğru kulak verirseniz ve onun doğru aktarılması için zihninizi ve mesainizi zorlarsanız, taşlar kendiliğinden yerine oturuyor. Mitat’ın mizahtan siyasete, polisiyeden cinselliğe uzanan bu yolculuğu o kadar doğal aktı ki, bir yazar olarak kendi kapasitemi zorlamam bile gerekmedi. Ha, kurgu matematiği için çok çalıştım, duygusunu korumak için de elimden geleni yaptım. Ama nihayetinde şöyle düşünüyorum: Aklıma düşen fikir iyiydi, ben de iyi iz sürdüm, hepsi bu.
Kendi adıma hep okuyucunun seveceği karakterler yazmak isterim, öyle de yapmışım diye düşündüm romanını okurken. Mitat gibi, kendini işlevsiz olarak gören ve roman boyunca başardıklarından ziyade başaramadıklarından bahis açan, insanın macerasını sürüklenerek okusa da sevmekte güçlük çektiği bir karakter yaratmak cesaret ister diye düşünüyorum. Sen ne dersin? Bu bahaneyle Mitat’tan da bahsedersin belki biraz. Ne de olsa senin çocuğun, daha güzel anlatırsın.
Çok dürüst olacağım. En başta ben Mitat’ın sevileceğini düşünmüyordum. Hatta herkesin bu karaktere sinir olacağını, “bu kadar da olmaz” diyeceklerini ve bir an evvel romanın bitmesini isteyerek okuyacaklarını sanıyordum. O yüzden “kısa bir roman yazayım, Haneke filmleri tadında, rahatsız ola ola okuyup bitirsinler, onlar da kurtulsun ben de kurtulayım” diyerek başladım yazmaya. Fakat sonra romanın ilk birkaç bölümünün taslaklarını Can Öz’e ve birkaç arkadaşıma okuttum ve bana “aynı beni anlatmışsın” dediler. Ben inanamadım. Farklı yaş gruplarından, farklı cinsiyette insanlardı bunlar. Ve dışarıdan görünümleri itibariyle özgüvenli arkadaşlarımdı.
O zaman herkesin içinde bir Mitat olduğuna uyandım. Bu uyanıştan sonra daha cesur davrandım ve Mitat’ı aktarırken hiçbir filtre kullanmadım. Bu rahatlığa ulaşınca romanın hem psikolojik boyutu hem de mizahı kendini göstermeye başladı. Açıkçası Mitat gibi insanların oluşu beni bir birey olarak da çok rahatlattı. Aklımdan geçen tüm o karanlık düşüncelerin, aşağılık komplekslerinin, yer yer egosantrik hallerin normal olduğunu daha iyi idrak ettim. Artık “yalnız değilim” diyebiliyorum.
Az önceki sorum yüzünden bir yanlış anlama olmasını istemem. Mitat işlevsiz olarak tanımlasa da kendini, kahramanlığı kendine yakıştıramasa da, özellikle politik anlamdaki işlevsizliğini ve korkularını paylaşmakla büyük bir cesaret örneği sergiliyor bence. Elimizdeki araçlar her istediğimizi söylememize imkan veriyormuş gibi görünse de, tam da aynı araçlar aracılığıyla gelebilecek olumsuz tepkiler nedeniyle, bunu yapmanın zor bir şey olduğunu düşünüyorum.
Mitat, romandaki olayların cereyan ettiği bu altı günde hem kendini tanıyor hem de tanıdığı kadarıyla karakterini geliştiriyor. En başta tamamen apolitik bir karakter mesela. Televizyonlardaki tartışma programlarını bilgilenmek için değil, ninni niyetiyle dinliyor. Olup biten çoğu şeyi anlamıyor gibi. Romanda geçtiği üzere; ne Gezi’de dışarı çıkmış ne darbe girişiminde. Kendini “etkisiz eleman” olarak gördüğü için herhangi bir tarafa katılmak aklından bile geçmemiş. Fakat romandaki polisiye olaylar sırasında yavaş yavaş harekete geçmeye başlıyor ve kabuğunu kırıyor. Yine de romanın devamında Mitat bu anlamda çok da kahramanca davranmıyor.
Bazı konuşmalar var ama orada da klişeleri aşmıyor. Sıradan bir vatandaş sonuçta. Bence okura geçen o cesaret hissinin sebebi asıl tabular hakkında konuşması. Ne dediği önemli bile değil, sadece konuşması bile yetiyor. Yani mesela 15 Temmuz öyle bir tabu ki, onun üzerine konuşmak, o konuşmaları kâğıda dökmek bile insanlara cesurca geliyor. Oysa ne kadar saçma? Politik olarak donanımlı insanları geçelim, o gece asıl şoku sıradan vatandaş yaşadı. Ve vatandaşın doğru veya yanlış, olup bitenler hakkında konuşmasından daha doğal bir şey olmamalı.
335 sayfalık polisiye romanı neredeyse hep bir apartmanın içinde geçiriyorsun. En azından cinayetlerin işlendiği, maktüllerin yaşadığı ve yine cinayetlerin çözüldüğü mekan Cennet Apartmanı. Bayağı zor bir iş değil mi bu?
Yazar bakışıyla bakıyorsun. (Gülüyor) Ama sonuçta senin yazdığın Ölü Reşat da öyleydi, ölüm de vardı, mizah da, tarihi dekor da, ben de onu senin nasıl yazdığını anlamadım. Hikâye iyi olunca, yazar da üstüne düşeni yaparsa tüm zorluklar aşılıyor. Aslında çok mantıkçı bir adamımdır ama roman yazma serüveninde bazı güçlerin bize yardımcı olduğunu düşünüyorum bazen. Teknik açıdan zorlu durumlarda hayatta karşılaştıklarımız, yaşadıklarımız bize çözüm önerileri sunuyor adeta. Bu romanda dediğin gibi çoğu bölümün tek mekanda geçmesi zorlayıcıydı benim için. Mesela Mitat apartmandaki diğer komşularıyla nasıl tanışacaktı? Malum günümüzde karşı komşumuzu bile tanımıyoruz bazen.
Derken geçmişten bir anıyı hatırladım, zorla apartman yöneticisi olmuştum. Hemen çözüm imdadıma koştu. Bir örnek daha vereyim: Romanın sonlarına doğru Mitat’ın apartmanda tek başına kalması gerekiyordu. Bunu inandırıcı olarak nasıl sağlayacaktım? Günlerce bununla kafayı yedim. Sonra geçen senenin takvimine baktım ve çözüm tam karşımdaydı. Tam o günlerde Kurban Bayramı tatili vardı. Dokuz güne tamamlanan uzun tatillerden biri. Apartmanın sakinleri zaten travmatik olaylar yaşamışlar. E, bir de 15 Temmuz nedeniyle çoğu kişinin tatil yapamamış olması söz konusuydu. Birdenbire altı dairelik ve burjuvalardan oluşan bir apartmanda Mitat’ın yalnız kalması son derece doğal ve inandırıcı oluverdi. Ayrıca Kurban Bayramı romana yeni bir hava kattı. Bu iki örnek dışında elbette hikâyenin birçok noktasında zorlandığım oldu. Özellikle de polisiye olayların detayları ile uğraşırken çok kâbuslar gördüm. Ama biraz saksıyı çalıştırınca, araştırma yapınca hikâyenin kilitli kapıları açılıveriyor.
'POLİSİYE PARODİSİ OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM'
Mizahın gücünü de çok iyi kullanıyorsun romanda. İki insanın öldürüldüğü bir atmosferde Mitat’ın saptamaları ya da Mitat üzerinden yaptığın saptama ve esprilerle, hatta sırf apartmanın bazı sakinleriyle bile soğuk olmaktan çıkan, yer yer neşeli yer yer sevimli olan bir roman. Amaç sadece bizi gülümsetmek mi okurken, yoksa türle dalga geçme durumu da var mı?
En baştan itibaren okurun bu romanı yüzünde şapşal bir gülümsemeyle okumasını istedim. Arada bir gerilsinler, gizem unsurları ile meraklansınlar ama Mitat’ın o muzip kafası da hiç eksik olmasın diye planladım. Bir de arada bir gerçekten sandalyeden düşecek kadar kahkaha atsalar keşke diye düşündüm. Gerçekten! Douglas Adams’ın Dirk Gently serisini okurken ve Otostopçunun Galaksi Rehberi’nin ilk ciltlerinde, gülmekten sandalyeden düşme raddesine geldiğim olmuştu. Bu etkiyi yaratmak istedim. Bir de Seinfeld’de George Costanza’nın yaptıkları için “oha yuh be çüş be Costanza, allah cezanı versin be” deyip kahkahayı basarız ya, öyle bir mizahi etki de yaratmak istedim.
Bazı yazılarda “polisiye parodisi” gibi tabirler geçti. Ben parodi olduğunu düşünmüyorum. Çünkü romanın suç hikâyesine de son derece dikkatle eğildim. Henüz polisiye detaylarla ilgili “şöyle bir açık var” diye bir geri bildirim almadım okurlardan, ki sıkı polisiye takipçilerinin bu konuda afları olmaz. Ama tabii diğer polisiye kitapları gibi bir kitap olmadığı da ortada. Bazı esnetmeler yaptım. Mesela başkomiser Mitat’tan parmak izi alıyor. Aslında olay yeri inceleme ekibi alır parmak izini. Ama onu da özellikle belirttim ve orada Mitat ile komiser arasında evlenme teklifini çağrıştıran bir diyalog kurdum. Komiser siyah renkte parmak izi okutucusunu yüzük kutusu gibi uzatıyor ve Mitat “Evet” diyor. Böyle mizahi anlar yaratmak için, Hot Fuzz gibi polisiye komedilerinde olduğu gibi polisiyenin ciddiyetini ve gerçekçiliğini esnetmem gerekiyordu.
Romandaki seks sahnesi ile ilgili Hikmet Hükümeoğlu’nun getirdiği bir eleştiri dikkatimi çekti: “Söz konusu sahne, kurgu ve karakter gelişimi açısından gerekli, ona itirazım yok. Ancak tonu, sayfa sayısı ve detayları açısından sanki bu romana değil de erkek dergilerindeki okur mektupları köşesine aitmiş hissi uyandırıyor. Doğu Yücel'in amacının eril-ergen cinsel fantezileriyle dalga geçmek olabileceğini düşündüm ama emin olamadım” demiş Hükümenoğlu. Bu yorum hakkındaki fikrini merak ettim.
Hikmet Hükümenoğlu’nun incelemesi güzeldi ama elbette o kısma katılmıyorum. Öncelikle erkek dergilerindeki okur mektuplarında, karakterler süper güçlere sahip porno yıldızları gibi sevişirler. Mitat’ın utanç verici cinsellik başarısızlığının yazıldığı bir erkeklik dergisi olduğunu sanmıyorum. Eril-ergen cinsel fantezileriyle dalga geçmek kısmında ise haklılık payı var. Mitat’ın ergenliği aşamamış bir hali var çünkü. Kendini tanıyamamış olmasının önemli bir kısmı da o. Öyle ki, yalnızlığından dolayı gey olduğunun düşünülmesine aşırı bir öfkeyle yanıt veriyor. Orası mesela sadece ergenlerle değil, genel olarak erkeklerle ilgili espriyle karışık taşlama olarak okunabilir. Diğer yandan cinselliğin bu romanın önemli bir damarı olduğunu düşünüyorum çünkü cinsellik hayatın da önemli bir damarı. Bir kere kitapta kimlik meselesi çok önemli. Kitabın başlığını polisiye mevzudan tamamen bağımsız bir şekilde “Kimdir Bu Mitat Karaman?” diye koyma sebebim bu.
Çünkü Mitat kim olduğunu anlamaya çalışıyor. E, cinsellik de kabul edelim ki herkesin kimliğini tamamlayış serüveninde önemli bir yer tutar. Bu açıdan bakıldığında cinselliğin varlığı da yokluğu da bir romancı için madendir. Yalnız tabii cinselliğin kâğıda nasıl döküldüğü önemli. Bence cinselliğin edebi olarak, estetik bir şekilde aktarılması zor. Hele Mitat’ın hikâyesindeki gibi şehvet odaklı bir sevişme söz konusuysa, onu zarif ifadelerle anlatmak mümkün değil. Çünkü tamamen hayvani bir eylemden söz ediyoruz.
Yumruklaşan iki adamı nasıl şiirsel anlatamıyorsak, on yıllık yalnızlığından sonra azgınca sevişen Mitat’ı da şiirsel anlatamazdım. Ama bunu yapamıyorum diye de aseksüel roman yazacak halim yok. Bence cinsellik sahnelerinde esas önemli olan şey gerçekçilik. Şimdi ergen yazarlar wattpad gibi platformlarda daha cinsellik yaşamadan cinsellik hakkında yazıyorlar ya. Benim yazdığım sahnelerin öyle olduğunu düşünmüyorum mesela. Tüm çıplaklığı ve gülünçlüğüyle cinsel bir ilişkiyi kaleme almaya çalıştım ve hikâye için olmazsa olmaz bir sahneydi bu.
Finalin bağlandığı yer ya da yerlerden biri demek daha doğru olur, beni hem şaşırttı, hem de müstehzi müstehzi gülümsetti. Hepimizin var elbette alıp veremediği ama senin aile ile, aile kavramı ile alıp veremediğin nedir, duymak isterim. İnsanların evlenmek için televizyonla ya da başka kanallarla olsun, gösterdikleri gayret üzerine de bir şeyler söylersin belki.
Bunu bilinçli yapmıyorum ama her kitabımda toplumda tabulaşmış bir konu olayların merkezinde oluyor. Hayalet Kitap’ta eğitim, özellikle de ülkemizdeki üniversite eğitimini masaya yatırmıştım. Pink Floyd der ya, ‘We don’t need no education’ diye, işte onun benim dünyamdaki karşılığıydı o kitap. Ama ben eğitime karşı mıyım? Tabii ki hayır. Eğitim demek bilim demek sonuçta. Cehaleti mi savunacağım? Asla. Ama eğitimin ülkemizdeki hali de ortada. Dünyada uygulanış biçimi, sınıflara tıkışan ve öğrenciyi köleleştiren klasik sistem de zaten tartışılıyor artık. İşte benzer şekilde, Kimdir Bu Mitat Karaman?’da aileyi masaya yatırıyorum. Peki aile karşıtı mıyım? Tabii ki değilim.
İnsanoğlu varlığını sürdürebilmek için çoğalmalı, aile veya benzer formlarda toplulukların parçası olmalı. Aile ve aileyi kuran evlilik de böyle bakıldığında sağlıklı ve bilimseldir. Fakat ülkemizde ve dünyamızda mutlu evliliklerin giderek azaldığı ortada. Yüzde ellilere kadar düşmüş başarılı evliliklerin oranı. Boşanan boşanana. Bu sırada olan da çocuklara oluyor. Mutsuz evliliklerden mutsuz çocuklar doğuyor ve şimdi o mutsuz çocuklar büyüyüp mutsuzluğu salgın hastalık gibi yaymaya devam edecek. İnsan dediğimiz hayvanın en büyük sorunu gereğinden fazla çoğalması. Doğal kaynakların tükendiğini, yüz yıl sonra su gibi temel ihtiyaçları bulmakta zorlanacağımızı biliyoruz, buna rağmen deli gibi çoğalıyoruz. Çoğalttığımız şey de mutluluk değil, mutsuzluk. Romanda bir yerde zombi göndermesi yapmam boşuna değil. Mutsuz evlilikler bireyleri zombileştiriyor.
O yüzden bence evlilik müessesi devam edecekse bir revizyondan geçmeli. Kutsal olmamalı bir kere! Bir şeyi de dogmalaştırmayalım şu dünyada. İlla ki evlenip çoluk çocuğa karışmalıyım diye bir kural olamaz. Ben bazı insanların gerçekten yalnız tabiatlı olduğunu düşünüyorum. Onları evlensin diye zorlamak o kişiyi öldürmekle eş değer. Yıldız Hanım öyle bir karakter mesela. Mitat’tan emin değilim. Onu zaman gösterecek! (Gülüyor) Aile ve evlilikle ilgili kafama takılan çok mesele var. Bu ikisini çevreleyen ve günümüzün çok gerisinde kalmış gelenekler var mesela. Nişan, nikah, yok altın takma merasimleri... Görkemli ve masraflı kutlamalar. Ne için? Yüzde elli ihtimalle mutsuz olacak bir birliktelik için! Burada bir terslik olduğunu kabul edelim. O tersliğin içinde de mizah var tabii. Ben de bunu bu kitapta maksimum değerlendirdim.
Son olarak…. Faruk Duman’ın çizimleri nasıl dahil oldu kitaba, onun hikayesini de paylaşır mısın?
Can Öz’ün fikriydi. Romanın ilk bölümlerinin taslaklarını okuduktan sonra Faruk Duman’ın çizimlerinin çok yakışacağını düşündü. Ben de zaten ilk kitabımdan beri vinyetli bir kitabım olmasını istemişimdir. Faruk Duman sonra kitabın editörü oldu ve çizimleri yapmak istedi. Kitaptaki olaylar yedi günde geçiyor, her günün başlangıcı aynı zamanda ana bölüm başlığı oldu. O bölüm başlığının altına ufak bir Mitat vinyeti konması okurun soluklanmasını sağladı. Özellikle Pazar gününün vinyetini çok seviyorum. Çıplak bir kadının arkasından ürkek ürkek bakıyor Mitat. Neyin peşinde bilmiyorum!