AKP politik söylemi “iki ayyaş” gibi ifadelere yüz çevirip,
Atatürk’ü ulu önder olarak kucaklamaya doğru twist yapınca, bir
miktar gürültü de koptu haliyle. Siyasetin Solitaire oynar gibi
kartları karıp karıp yeniden dizme olayına dönüşmesi, doğal olarak
insanların tepkisini çekiyor. Bir yandan da siyasetin eldeki
kartların o anki durumundan ibaret bir oyun olduğu da giderek daha
fazla kabul görüyor.
Oturup bu ülkenin şansı dönsün diye bekledik bu hafta da.
Şansımız dönmüyor sayın top çeviriciler, dönmüyor! Şans belki de
dönen bir şey değildir. Fakat ülkenin şansını ve kaderini ellerinde
tutanlar fırıldak gibi dönüyor maşallah. Bu son fırıldaklık da bana
yetti. Herkese yeter bence. Enough is enough. Haydin
bye. Ben kaçtım.
Kaçtım da nereye kaçtım? Dilime “doktor doktor kalksana,
lambaları yaksana, Atam elden gidiyor, çaresine baksana” dolandı bu
sefer de. 10 Kasım haftasıydı tabii. Ondan oldu herhalde. Bir de
geçen hafta Avustralya taşrasında geçen bir dizi aracılığıyla kendi
ahvalimize şöyle kısacık bakma sözü vermiştim size. Hatırlayanınız
yoktur ama olsun. Avustralya taşrasında geçen dizinin adı da
“Doktor Doktor.” Demek ki neymiş lafı boşuna dolandırmıyormuşum.
Birbiriyle ilgisiz gibi görünen bu iki şeyi bilinçdışım bir şekilde
birbirine bağlamış. Yazalım da görelim bari. İnanın ben de ne
göreceğimizi yazmadan bilemiyorum. Yazının götürdüğü yere gideceğiz
artık.
Doktor Doktor dizisinden hemen önce de fenomen internet dizisi
Fi’yi epeyce gecikmeli olarak izlemiştim. Bu dizi merakla izleniyor
izlenmesine ama pek olmamış ya... Azra Kohen’in popüler Fi, Çi, Pi
roman üçlemesinden uyarlanan Fi’de her şey çok fantastik. Eğitimini
sürdüren genç bir kadın olarak Duru Durulay (Serenay Sarıkaya),
eril bir yamyamlık dünyasına çaresizce mahkum edilmiş ki o kadar
olur. Hayatındaki erkeklerin kapsama alanları dışına bir türlü
çıkaramadığı bir dans tutkusu ve aşk anlayışı var. Duru’nun
dünyasını aşk ve dans döndürüyor. Başka da bir şey yok.
Fi’deki karakterlerin her cümlesinden Everest’e bir yol
tırmanıyor. Diyaloglar çok yükseklerde cereyan ediyor ve ortalık
aforizmadan yıkılıyor. Oysa internet ortamında dizi yayınlamak gibi
şahane bir işe girişilmiş ve şu saçma sapan reyting sistemine
meydan okunmuşken, o devasa entrikalar ve o yaman çelişkiler nedir
öyle? Yani alternatif olabilecek bir mecra bu kadar mı argoya,
küfre ve bağrış çağrışa indirgenir? Televizyonda yayınlanan
dizilerde arayıp da bulamadığımız sadece bunlar mıdır yani?
Kısacası, hayatın pimini çekmiş ünlü psikiyatrist, üniversite
hocası ve medya insanı Can Manyamış (Ozan Güven) ile altın orantılı
Duru Durulaylom arasındaki hastalıklı çekim, yer çekimine de atom
fiziğine de lanet ettiriyor.
Doktor Doktor isimli diziye gelince, bu bir Avustralya dizisi.
Çok başarılı bir kalp cerrahı olan Hugh Knight’ın hikayesini
anlatıyor. Hugh kalp cerrahisi gibi çok stresli bir alanda yükselen
bir yıldız olması hasebiyle, özel yaşamında her tür ayrıcalığa,
zevk ve tantanaya da hakkı olduğunu düşünüyor. Bu anlayış
neticesinde de meslek etiğiyle bağdaşmayacak bazı olaylara
karışınca, tıp kurulunun kararıyla görev yaptığı Sidney’den küçük
bir taşra kentine sürgün ediliyor.
Hugh fazlasıyla karmaşık ve derinlikli bir karakter. Bir tür
pratisyen hekim olarak görev yapacağı küçük taşra şehri Whyhope da
tesadüfe bakın ki Hugh’ün doğum yeri. Hugh’ün ailesi hâlâ orada
yaşıyor. Ardında birçok halledilmemiş mesele bırakarak yıllar önce
ayrıldığı bu şehre dönmek Hugh için çok zor ve çok burun sürttürücü
bir olay. Sydneyli, havalı ve fakat sürgün kalp cerrahı Hugh’ün
geri döndüğü yerin, Muğla’nın Köyceğiz’i veya Artvin’in Şavşat’ı ya
da Siirt’in Pervari’si olduğunu bir hayal edin. Buraların saf ve
bozulmamış bilge insanları, iğnelemeler ve aforizmik imalarla nasıl
da ezim ezim eziklerlerdi adamcaazı.
Oysa Whyhope’ta olaylar bir dizinin fantastik dünyasında aktığı
gibi akmıyor. Hayat gibi akıyor. Bazen küçük şehrin insanları
Hugh’e ayar veriyor, bazen Hugh onlara. Parmaklarının ucu
insanların kalbine dokunmuş ve ellerinin arasında onların hayatını
tutmuş olan Hugh, bir “bırakıp giden” olarak çok hayırsızlık etmiş
olsa da, epeyce görüp geçirmiş ve deneyimli biri olarak dönmüş
“köyüne”. Acil durumlarda Sydney’e ancak ambulans helikopterlerle
ulaşan Whyhope’luların görece sınırlı ufkunu aşan planları ve çözüm
önerileri var.
Ailenin üyeleri, taşra şehrinin diğer ahalisi ve Hugh, sahici
bir dünya kurgusu ve küçük oynanan bir oyunculuk içinde, karşılıklı
olarak bir şeyler öğreniyor, unutuyor, öfkeleniyor ve seviniyor.
Herkesin bir hikayesi var. Dizideki bu yan hikayeler asli bir
hikayenin insafına ve hapur hupur öğütmesine terk edilmiyor.
Olaylar Avustralya’da geçtiği halde, Doktor Doktor dizisinde zaman
zaman neredeyse kendi hikayemize bile rastlıyoruz... Eblek gibi
izleyip iç geçirmekle kalmıyor, başkalarının yaşam dünyasına bir
parça yaklaşıyoruz. Hugh mesleki başarısında, bu başarıya rağmen
kurtulamadığı tutunamamışlığında, narsisizminde ve kırılganlığında
çok ikna edici. Doktor Doktor’da mekanlar, kostümler ve iç
dekorasyon kadar tasarruflu bir oyunculuk da var. Binali
Yıldırım’daki gibi su katılmamış bir inandırıcılık... Bize böyle
dizilerle gelin işte.
Nerdeee? Bizim, hayali üzüm salkımlarına doğru zıplayarak,
ağzımızla üzüm yakalamamızı salık veren saçma sapan programlarımız
var negzel. Bugün bir gündüz programında rastladım; üç tane kadın,
ne yaparsak yapalım boyunlarımızın yine de kırıştığına
hayıflanıyordu. Bunun önüne asla geçilemiyormuş. Boynumuzu yukarı
kaldırıp gün içinde çeşitli kereler havaya hayali bir öpücük atmalı
ya da hayali bir salkımdan üzüm yer gibi zıplayıp üzüm tanelerine
diş geçirmeliymişiz! Şaka programı mı diye enine boy(n)una baktım
baktım... Fakat hiç şakaları yoktu. Nasıl güzel kafa yapan bir
programdı anlatamam size.
Kafalarımız bu kadar güzel boşaltılınca kartların her an yeniden
karıldığı Solitaire gibi bir siyaset oyunu da oraya rahatçana
sığıyor besbelli.