Doktorluktan sinemacılığa: Ercan Kesal

Yenal Bilgici’nin Ercan Kesal ile söyleşilerinden oluşan 'Cebimdeki Ekmek Kırıntıları', Kronik Kitap tarafından yayımlandı.

Abone ol

Ercan Kesal, hepimizin sevdiği, saydığı bir sanatçı. Kendisi sanat sinemasından televizyon dizilerine, edebiyattan toplumsal meselelere olan duyarlılığına kadar pek çok yerde karşımıza çıkıyor. Bu yüzden de herkes onda kendinden bir şey buluyor.

Hiç oyunculuk eğitimi almamıştır Kesal. Buna rağmen öyle bir muhtar olur, öyle bir mafya babası olur ki değme oyunculara taş çıkarır. Halbuki o bir doktordur. Uzun yıllar Anadolu’da doktorluk yapmış, sonra sinemanın peşine takılıp bugünlere dek gelmiştir. Peki bir doktoru Türkiye’nin sevilen bir sanatçısına dönüştüren şey nedir?

Yenal Bilgici bu sorunun peşine takılıp Kesal’la bir araya gelir ve onunla bir nehir söyleşiye girişir. Kronik Kitap etiketiyle geçtiğimiz günlerde raflara giren 'Cebimdeki Ekmek Kırıntıları' adlı kitap, işte bu sayede ortaya çıkar.

KENDİNİ ARAYAN ADAM

1959’da Avanos’ta doğar Kesal. Başarılı bir öğrencilik hayatı geçirir. Niğde ve Nevşehir Lisesi’ndeki yıllardan sonra Ankara Siyasal’ı kazanır. Onun hayatını değiştirecek olan domino taşına ilk vuruş da böylelikle yapılır. Yıl 1976’dır.

Ankara o yıllarda hayli hareketlidir. Özellikle de Siyasal. Kesal da bu atmosferden ister istemez etkilenir. Asteğmen bir hemşehrisiyle aynı evde yaşar. Asteğmen hafta sonları eve geldiği için genelde yalnızdır. Kesal, can sıkıntısının ağır bastığı anlarda asteğmenin koliler içinde sakladığı kitaplarını gizli gizli okumaya başlar. Vâ-Nu’lar, Dostoyevski’ler, Gorki’ler ve çeşitli sosyalist kitaplarla tanışması bu vesileyle olur.

Kesal bir yandan siyasal olarak dünyaya farklı bir cepheden bakmaya başlarken, bir yandan da edebiyatın büyüsüne kapılır. O günden sonra elinden kitap düşmez. Ankara Siyasal’dan İzmir’e tıp okumaya gittiğinde bambaşka biridir artık.

Cebimdeki Ekmek Kırıntıları, Ercan Kesal, Söyleşi: Yenal Bilgici, 168 syf., Kronik Kitap, 2022.

Kesal’ın ilk doktorluk yaptığı yıl 1984’tür. 12 Eylül ülkenin üzerinden geçmiş, geride bir sürü acı ve yıkım bırakmıştır. Yaralar yeni yeni sarılıyordur. Kesal’sa Kırıkkale’nin Keskin ilçesinde görev yapmaktadır ama bir ayağı hep Ankara’dadır. Aziz Nesin’ler, Rutkay Aziz’ler ile yan yanadır.

Ne var ki doktorluk onun içindeki boşluğu bir türlü dolduramaz. Görev yaptığı esnada türlü insanla, türlü hikâyeyle tanışır tanışmasına ama bunları içindeki “tortu”yla birleştirip dışarı atmanın yollarını arar.

“Bu yüzden edebiyata sığındım ben. Güzel cümle kurarsam, etkileyici kelimeleri art arda, yan yana hizalandırırsam yırtarım gibi geldi.”

Ancak Kesal’ın gönlünde sinemanın değeri hep bir başkadır. Uzun zaman durup düşünür. Çok fazla film izler, sinemaya dair çok fazla şey okur ve nihayet kararını verir. 1990 yılında kamudan istifa ederek İstanbul’a yerleşir. Kafaya koymuştur, sinemacı olacaktır.

SİNEMAYA GEÇİŞ SÜRECİ

İstanbul’daki sinemacılar, bu cahil cesaretine sahip doktoru haliyle tuhaf bulurlar. Ona birkaç asistanlık işi verirler ama bu da bir yere kadardır. Sonuçta film varsa iş vardır, yoksa işsizlik başlar. Kesal bir süre çeşitli yönetmenlerin sinema ofislerinde dolanır, nihayetinde Ziya Öztan’ın tavsiyesine uyup sağlık sektörüne geri döner.

Ancak aklı hâlâ sinemada olduğundan rahat durmaz. Metin Erksan’la başlayan yolculuğu öyle bir yere doğru ilerler ki Kesal bir süre sonra kendini Nuri Bilge Ceylan’la yan yana bulur. İlk rol aldığı film de Ceylan’ın "Uzak" filmidir.

Ceylan’la iyi anlaşan Kesal, Ceylan'la bir sonraki filmleri olan "Üç Maymun"un hem oyuncusu hem senaristi olur. Ancak onu tüm ülkece görüp beğendiğimiz film "Bir Zamanlar Anadolu"da olur. Kesal, bu filmi Anadolu’da doktorluk yaptığı yıllarda biriktirdiği onlarca insan hikâyesinden yola çıkarak kaleme alır. Filmde de muhtar karakterine hayat verir. Sonra da sevdiği yoldan yürümeye devam eder. Ceylan’ın ardından Yağmur-Durul Taylan, Zeki Demirkubuz, Onur Ünlü, Mahmut Fazıl Coşkun, Tolga Karaçelik, Serhat Karaaslan gibi değerli yönetmenlerle çalışma imkânına kavuşur. 2020 yılındaysa yönetmenliğini yaptığı "Nasipse Adayız" filmiyle karşımıza çıkarak hepimizi bu güzel senaryoyla bir kez daha etkiler.

HER ŞEY BİR ANLAM ARAYIŞI İÇİN

Bir yandan oyunculukla, bir yandan yazarlık ve senaristlikle geçen günler Kesal’ı şimdiki bildiğimiz haline getirir: Düşünceli, hikâye peşinde koşan ve sürekli okuyan biridir o artık. Yenal Bilgici de bu kitabında Kesal’a sorduğu incelikli sorularla nehir söyleşiyi gerçekten de su gibi akışkan bir yola sokar. Zaman zaman çocukluğuna sapar, zaman zaman doktorlukla geçen günlerine, zaman zaman da günümüze gelir ve sinemanın, gençliğin ve ülkenin haline dokunur. Böylece bir yandan Kesal’ın hayatını onun ağzından okurken bir yandan da varoluşsal kimi sorulara yine onun ağzından yanıtlar buluruz.

Ancak yanlış anlaşılmasın, bu bir biyografi kitabı değil. Ondan daha fazlası. Adı üstünde; bir nehir söyleşi. Düz bir yerde akmıyor. Başlangıcı ve sonu yok. Bu yüzden de kitabı okurken iki dostun samimi bir sohbetine kulak kabartmış gibi buluyorsunuz kendinizi.

“İnsan niye yazar, niye film çeker, niye senaryo ile uğraşır, niye oyunculuk yapar? Niye bu kitapların içinde boğulur ve niye kendini sürekli olarak bilmekle, öğrenmekle, anlamakla yükümlü hisseder? Kuşkusuz ona iyi geldiği için… Yani ben de bunu beni sağalttığı, bana iyi geldiği ve biraz da içimi ferahlattığı için yapıyorum. Sanki ölünceye kadar sürecek bir şey bu. Ama biliyorum ki tüm yaptıklarım bir anlam arayışından başka bir şey değil.”