Yaşamı boyunca şöhretleri fotoğrafladıktan sonra son 10 yılı aşkın bir süredir kendini çağdaş sanat ve çevre duyarlığına adayan Michel Comte, 'Işık IV' sergisiyle Dirimart'ta. İstanbul Dolapdere'deki serginin en çarpıcı eseri ise, tabiata bir acı yorum getiren, 'Sonlanan Buzul' isimli devasa 'ağlama duvarı'.
Nüfusu 20 milyona koşan İstanbul 'ülkesi'nde, gerek dönüştürdüğü emlak fiyatları, gerekse kullanılan lüks araçları ve buluşturduğu o tonlarca hafriyat malzemesi ile, Türkiye'ye özgü şu 'bir çırpıda' mutenalaşma sürecinden nasibini alan, ve bir zamanlar tam da adı üstünde, bir akarsu yatağı olan bir semtimiz var: Dolapdere.
Arter ile Pilevneli Project ve Evliyagil imzalı yeni sanat mekânlarının da içinde bulunduğu, bir anlamda 'beyaz yakalı' nüfus patlamasına maruz kalan bu tarihi, kozmopolit semtin Irmak Caddesi'nde, buzlu camlarıyla gizem üreten, geniş bir sanat mekânı daha mevcut: 17 yıllık Dirimart sanat galerisi.
Hazer Özil'in, ilk yıllarında çatısını Teşvikiye'de kurduğu, yöneticisi, küratör Ceren Erdem'in emeği ve genç ekibi ile öne çıkan galeri, semtin halen sahip olduğu tarihi işkembe ve esnaf lokantaları, bilardo fabrikaları, hurdacılar, kokoreççiler, bir efsaneye dönüşmüş ünlü kasap - şarküterileri ve birbirlerine her gün selâm eden kilise ve camileri ile, komşuluk içinde yaşamayı sürdürüyor.
Sarkis, Ayşe Erkmen ve Şirin Neşat ile, Sarah Morris, Güçlü Öztekin ve Nuri Bilge Ceylan ile, Julian Rosefeldt gibi imzaların sergi ve yapıtlarıyla temsil edildiği Dirimart, şu günlerde, biten 16'ncı Uluslararası İstanbul Bienali'nin estirdiği ekolojik farkındalık rüzgârını da kaybetmemeye niyetli.
Bunun sebebi, 65 yaşındaki Zürih doğumlu moda fotoğrafçısı, sanatçı ve aktivist Michel Comte'nin, Türkiye'deki ilk kişisel - plastik sanat - sergisi 'Işık IV'a, 22 Aralık'a dek yer veriyor oluşu.
İstanbul sanat izleyicisi, aslında kendisine yabancı değil. Comte geçen yıllarda da çağdaş fotoğraf sanatı için hizmet veren Ellipsis Gallery'de, Karaköy'de sunulan moda fotoğraflarıyla, iki ayrı sergide karşımızdaydı. 'Contemporary Istanbul'a da bir iki kez, yapıtlarıyla gelen Comteʼnin fotoğrafları, Viyana Kunst Haus, Venedik Penny Guggenheim Müzesi, Verona Centro Internazionale di Fotografiaʼda, Munih Pinakothek der Moderneʼde, Dusseldorf NRW-Forumʼda, Zürih Museum für Gstaltung gibi birçok müzede sergilenmiş ve koleksiyonlarına dahil edilmiş. Comte'nin kadrajına sığan isimler, Uma Thurman'dan Gary Oldman'a, Miles Davis'den Sophia Loren ve Yves Saint Laurent ile Calvin Klein ve Jeff Koons'a kadar uzanmakta.
Comte, yine, kısa sürede Amerikan, İtalyan, Alman Vogueʼun paylaşılamayan ismi olup aynı zamanda, Vanity Fair, GQ, Interview gibi birçok derginin efsane çekimlerini yapmış bir isim. Bunun yanı sıra hayırsever olarak dünyada hızla yükselen, yoksulluk ve açlık gibi konulara dikkati çekmek adına Uluslararası Kızıl Haç için foto-belgesel röportajlar yapan Comte, Bosna - Hersek, Irak, Sudan ve Afganistanʼda temiz su kaynağı yaratabilmek adına ise, 2004'te 'Su Vakfı'nı kurmuş bir girişimci.
Ancak Comte bu kez, yaşamının rotasını yüzde yüz çevirdiği doğa üzerine bir seçki ile bizzat karşımızda. Toplam 14 yapıttan oluşan bu ilk 'plastik sanat' sergisi, aslında küresel iklim değişikliği sebebiyle bir süredir tadı kaçan, bizlere yağmuru, kar lapasını aratan depresif mevsimler ve artan sıcaklıklara da gönderme yapan, dobra bir küskünlükle yüklü. Yani galerideki bu (ilk bakışta hepsi bize uzak, sağır ve dilsiz) eserlerin hepsi, bir bakıma esasında Comte'ye değil, düpedüz insanlığa ait. Hepimizin, izleyici kaldığımız, anlamaya çalıştığımız bu - çırılçıplak, vahamet yüklü - eserlerde, eşit sorumluluk (ve meseleye kimi zaman da ilgisiz - soyut yaklaşımımız sebebiyle) sorumsuzluğu bulunmakta.
Misal, gittikçe içine kapanmış bu mutsuz imgelerin rutubeti ve ağıdı ile çalkalanan sergide başrolü, Comte'nin en az 25 metrelik boyu, 4 metrelik yüksekliği ile, 'Glacier Terminus' (Sonlanan Buzul) isimli eseri üstleniyor. Bu, insana Kudüs'teki Mescid-i Aksa'nın ardında yer alan tarihsel ve küresel kültür sembolü, inanç ve ibadet mekânı 'Ağlama Duvarı'nı da hatırlatıyor. Ancak bu kez neredeyse, 'duvar'ın karşısındakilerle, tasvir olunan doğa da koyu, karalar karası ve tuzlu göz yaşları salıyor.
Zira bu devasa panoramik görüntü, bu zaman ve ölüm şelalesinde hem yok oluş, hem de buna seyirci kalışın dayanılmaz çelişkisi, olanca heybetiyle, üzerinize çöktü çökecek, sizi sınıyor. Galeriden edindiğimiz bilgiye bakılırsa, 60'ı aşkın siyah mürekkep ve tuz tozu karışımı katman ile boyalı bu çalışma, dünyadaki buzulların herhangi bir anda sahip olduğu en uç noktaya referans veriyor.
Yapıt üzerindeki 'akıntı'ların çoğulluğu ve önlenemezliği, karşısında çaresiz kaldığımız doğaya karşı nasıl yabancılaştığımızı da, bütün 'dilsiz soyutluğuyla' aklımıza kırbaçlıyor. Comte, -galerinin basın ve kamuoyuna verdiği bilgiye göre- bu çalışmanın ilham kaynağı hakkında şu bilgileri aktarıyor:
"İsviçre’nin tam da Pizol buzuluna veda ettiği ve Avrupa Alpleri’nin tamamındaki buzulların yüzde 90’ının 2100 yılına kadar eriyip gideceği tahminlerinde bulunduğumuz bir anda burada sergilediğim iş, bize küresel ısınmanın etkilerini ve hepimizin buna bir tepki vermek zorunda olduğumuzu gösteriyor"
Galeri ise, bu devasa işi bize şu ifadelerle tanıtıyor:
"Altmışı aşkın siyah mürekkep ve tuz tozu karışımı katmanla boyalı, yirmi metre uzunluğunda, yaklaşık üç metre yüksekliğindeki anıtsal, paslı çelik duvar galeri mekânına hakim bir şekilde yerleştirilmiş. Glacier Terminus başlıklı iş, buzulun herhangi bir anda sahip olduğu uç noktaya gönderme yaparken buzulların sonsuz bir hareket süreci içerisinde sürekli ya genişlediği ya geri çekildiğini hatırlatıyor bize.
Glacier Terminus’un gövdesi, Comte’un pek çok kez ziyaret ettiği Spitsbergen’deki gerçek bir buzulun fiziksel ve duygusal etkisini yansıtıyor; yüzeyindeki belli belirsiz beyaz, mavi damlalar, topaklaşmalar, kopukluklar, böyle bir buzulun yakın plandan görünümünün muhteşemliğini çağrıştırırken, siyahlı paslı tonlar insanın doğa üzerinde bıraktığı geri dönüşsüz izleri hatırlatmak istercesine en nihayetinde dönüp dolaşıp karşımıza dikiliyor."
Comte, açıklamasını şöyle sürdürüyor:
"İsviçre'nin öncü havacılarından, büyükbabam Alfret Comte, ilk defa 1914'te Alpler'i geçip eve ışıltılı buzulların son derece etkileyici görüntüleri ile dönmüş. Devasa beyaz kütlelerin dağ silsilelerini kapladığı görüntülerdir bunlar.
Bundan neredeyse bir yüz yıl sonra, ben pek çok zirve yaptım ve buzullarımızın, kutuplardaki buz örtüsünün hızla eridiği gerçekliğiyle karşılaştım. On yıllar boyunca, buraları tekrar tekrar ziyaret ettim, açık helikopterlerden bulutların arasında süzülerek veya bizzat, kendim tırmanarak, sayısız fotoğraf çektim, dünyanın yok olmakta olan buz örtülerine, buzullarına kendi gözlerimle şahit oldum."
Tıpkı bu sözleri kadar, Comte'nin eserlerin isimleri de, cisimleri de, dertleri hakkında aleni ip uçlarıyla dolup, taşıyor. Tuz, mürekkep ve pigment kullanan, ahşaba da malzeme olarak eserlerinde yer veren Comte, yapıtlarına, kimi seri halde olmak üzere, "Sonlanan Buzul" "Kızıl Yağmur V", "Dikey Erozyon" ve "Sonlanan Buzul" gibi isimler takmış. Bu yapıtların acı siyah, ağır beyaz ve cayır cayır kırmızı gibi renkleri de, şu yıl Dünyanın maruz kaldığı insan çıkışlı ve gerek insan, gerekse Dünyaya kaçacak yer aratan ekolojik afetlerin başlıca coğrafyaları ve dokularına göndermede bulunuyor.
Hatta Michel Comte, yine galeriden aldığımız bilgiye göre, 'Işık' üst isimli bu çalışmalarıyla, dünyayı da ilk olarak 2013 tarihli uzun metrajlı filmi Nagazaki'li Kız'ın 2014'teki Sundance Film Festivali sırasında tanıştırmış. Bu arada 'Işık' serisinin daha önce de, MAXXI Müzesi (2017), Milano Trienali (Kasım 2017) ve Pekin'de (Mayıs 2018) izlendiğini not edelim.
Aslında, profesyonel sanat restorasyonu eğitimi de almış Comte'nin -Jens Remes küratörlüğünde izlenen- Dirimart sergisindeki bütün işler, epey 'taze' ve acil, yani 2019 tarihliler. Bu arada sergi için, Steidl ve Dirimart iş birliğiyle özel bir yayının da basıldığını, meraklılarına duyuralım. Sanatçı bununla birlikte doğaya ve doğal kaynaklara yönelik ilgisini çok erken yaşta oluşturmuş. Öyle ki, 1975'te, geleceğin su savaşlarını öngörerek, "Geleceğin Petrolü: Su" başlıklı bir sunum ile ünlü 'Roma Kulübü'nde bir sunum bile yapmış, Comte.
Bu yönüyle, kendisi de bir tür 'kültürel ve sosyal restorasyon', hatta ve hatta, bir nevi 'kültürel iklim değişikliği' geçiren Dolapdere'de, bu devasa dertleri sırtlanmış bir sanatçının, tabiat ana aşkıyla yaptığı bu 'karşıt duygusal restorasyon' hamlesine seyirci kalmak da, kalmamak da, yine bize kalmışa benziyor gibi.
Yani artık, bu vakada da, sanatla aramızdaki buzları eritsek bir türlü, eritmesek, bir başka. Çünkü günümüzde sanat da o eski sanat değil, tabiat ana da, eh, doğal olarak, izleyicisi de.
Bu yüzden bu duvarın İstanbul'un - vaktiyle - doğal dokusu karşısında akıttığı gözyaşları da, sanırız, daha da yerinde. Ve tam zamanında.