Don değiştirme
Tepsiye serdiği gavut ununun üzerinden bir kedi geçmişti ama nenem “Una Hızır el basmış!” diye sevincinden havalara uçuyordu. Biz “Kedidir, kedi" dediysek de "olsun o don değiştirmiştir" demişti.
Herkesin aklına hemen "bel"den aşağı bir mevzu gelebilir ama anlatmak isteyeceğim "bel"i de içine alan bir bütünlük ya da bütünlüğün hal değişimi üzerinedir. Daha çok “don” kelimesi kılık kıyafet anlamında, biçim değiştirmek gibi düşünülebilinir.
Kadim Alevilik inancında beden bu dünyada kalıp, ruh ise devir daim olan bir döngülüğün içinde döner gelir; bu da ruhun ölümsüzlüğü anlamındadır. Ruh aslında Türkçede o kadar sığ bir anlamdadır ki pek derinlikli bir anlam dünyasında karşılık bulamaz kendisine. Almanca "Geist" kavramı daha bir oturacaktır bu anlama.
Almanca derinliği olan bir dil olduğu için felsefe anlamında da Almancanın iyi bir dil olduğu söylenir hep. Felsefenin ağır toplarının da Almanya'dan çıktığı ortadadır. İşi Almanlara niye bağladım bilmiyorum ama yeri gelmişken Hegel'i çok sevdiğimi belirtmeliyim. Biraz Nietzsche'yi, biraz Kant'ı, çokça da Marks'ı .
Bu ruh (geist) döngülüğüne Alevilikteki bazı ritüeller örnek olabilir: “Don Değiştirme” inancı…
HIZIR'IN GÜNÜ
Babaannem çok itikatlı ve inancının bütün gereklerini yerine getiren biriydi. Hızır gününde (şubat ayında) yapılan bir ritüel vardır: 3 günlük susuz oruç tutulur ve 3. günün sonunda tuz yenip uykuya dalınır -tabii o susuzlukta uyku gelirse- uykuda kimin elinden su içilirse ya da nerede içilirse onunla ya da oralı biriyle evlenileceğine inanılır. 3. günün sabahında buğday sacda kavrulur, buna gavut (kavut) denir, kavrulan gavut ise el değirmeninde öğütülerek gavut unu elde edilir. Gavut unu 3. günün gecesi bir tepsiye serilerek yüksek bir yere konulur ve Hızır’ın el basması beklenir. Nenem bu ritüelleri her sene yapardı, ben de ona eşlik etmeyi çok severdim. Özellikle el değirmeninde gavut’u un haline getirmeyi… Bir gün yine böyle bir Hızır gününde, nenem ununu çıkarmış ve yüksek bir yere koymuş, Hızır’ı beklemeye koyulmuşken ben ve kuzenim 3 günlük orucumuzu tutup, o ergenlik hallerimizle, acaba kiminle evleneceğiz merakımızı açlık ile sınamaktaydık. Merakımız o kadar abartılıydı ki 3. günün gecesi tuza abanıp uyumaya çalıştık. Yediğimiz tuzun dozu fazla olduğu için susuzluktan ikimizin de uykusu gelmedi.
Biz işin biraz şakası biraz gerçeği arasında gidip gelirken nenem tam tersine inançlıydı. Ertesi sabah tepsiye serdiği gavut ununun -bariz bir şekilde pati izlerinden belli- bir kedi üzerinden geçmişti ama nenem buna inanır mı? “Una Hızır el basmış!” diye sevincinden havalara uçuyordu. Biz “Kedidir, kedi!” dediysek de "olsun o DON DEĞİŞTİRMİŞTİR" demişti. Tabii o yaşlarda bu söylemi anlayamamıştım.
Ertesi sene tekrar aynı ritüeli yaptığında kuzenim ile bir hınzırlık yapıp yüksek yere koyduğu gavut ununa bu sefer kendi parmaklarımızla biz pati izi yapmaya çalışıp tekrar aynı yerine koymuştuk. Sabahında yine aynı coşkuyla Hızır el basmış sevincini yaşarken diğer kuzenim bizi görmüş ve hemen ispiklemişti. :) “Onlar el bastı, nene.” demişti.
Hiç unutmuyorum yine o efsunlu söylemi söyledi: “Olsun, onların DONUNDA GELMİŞTİR.”
Bu söylem bir yerlere kazılı kalıp eşeledikçe kendime çıkan, kendime çıktıkça ağırlaşan, Hızır’ın kim olduğu sorusunu sordukça, Simurg gibi Hızır’ın da aslında bazen kendin olacağı gerçeğini ortaya koyan bir hakikate perde aralıyordu. Bu perdeyi aralamayı her zihin sanırım kaldıramıyor ya da taşıyamıyordu. Buna ermek, erişmek; buna ermek için olgunlaşmak ya da olmak gerekiyordu. Bilgisine eriştiğim bu hakikatin perdesini aralamakta kendimi hep eksik hissetmişimdir.
Bundan üç dört yıl önce yakın bir kadın arkadaşımın yaşadığı olayı anlatmak isterim: Pandemi sürecinde iki hafta arayla Covid’ten dolayı hem babasını hem hem annesini kaybetmişti. Çok ağır, kasvetli, acı ve zor günlerdi. Sabır isteyen sürecin kendisinin varlığı, kendi varlığını ortadan kaldırmaya götürdüğü o zamanlarda kapısını sarı bir küçük kedi yavrusu çaldı. (Kedi sahipleri bilir, kediyi siz bulmazsınız o gelir sizi bulur ve sahiplenir.) Bu ölüm meselelerinde ketumlaşıp ne diyeceğimi bilemem başın sağ olsun ve devir-i daim olsun demekten başka. Taziye vermeye gittiğim gün sarı kedisi nam-ı değer Limon ile yeni tanışmış, moralinin biraz da olsun yerine geldiğini sezmiştim. Sonuçta yaşam devam ediyordu. Limon bunu ona kur yaparak, sürtünerek fazlasıyla hatırlatmıştı. Sevinmiştim adına. Zaman geçip gidiyor ve Limon salınıp serpiliyordu. Tıpkı kendi gençliğindeki gibi.. Eee tabii mart geliyordu. Limon bu sürece içgüdüsel olarak hazırdı ama gel gör ki arkadaşım sahiplenme dürtüsüyle üstüne titremeye başlamıştı. Aynı kendi annesinin kendisine sahiplenme duygusu ile sarılıp sarmaladığı, koruma içgüdüsü ile onu kısıtlamaya çalıştığı zamanları hatırlatıyordu. Arkadaşım, Limon kötü yola düşer :) ve geri gelmez diye dışarı bırakmıyordu. Bu süreç kendisi ile annesi arasındaki sonu gelmeyen tartışmaları o kadar çok hatırlatıyordu ki annesine yokluğunda hak vermeye götürüyor, onu daha çok duygusallaştırıyordu. Limon onun annelik içgüdülerini açığa çıkarmıştı. Hal vaziyet hiç umduğu gibi olmayınca kapı kapı Limon'a eş aramaya çıkmaya, düzenli bir ilişkisi olmasına zorlamıştı onu. Anneler de kızlarını hep düzenli bir ilişkisi olmasına zorlamıyorlar mıydı? İnsan doğası, hayvan doğası, id, ego, süperego, ahlak, değer yargıları derken bu döngü alıp Limon aracılığıyla kendi döngüsüne götürüyordu onu. Bu çıkmazı fark edip beni aradığında nenemin o efsunlu sözü aklıma geldi. Belki de annen Limon donunda sana geldi.
Varlık fark edişlerle kendini hissettiriyordu belki de. Mesajları doğru okuduğunda, kendi varlığının anlamı daha da bir oturuyor aslında. Keza öyle de oldu, Limon, arkadaşıma uzun bir "hııııııııı" çektirmiş; ampulü yaktırmıştı. Annesi ile yaşadığı o sonu gelmez tartışmaların zihninde bıraktığı travmalara, Limon aracılığıyla bir huzur gelmişti ya da don değişme gereği duymuştu. İnsan zihninin de donu değişebilirdi, değişmelidir de. Bunca anlama kabil bu zihin ne işe yarardı ki dönüşmek ve dönüştürmekten başka. Kafka'nın Gregor Samsa'sı gibi dönüşümü yaşadığımız bu kaotik zamanlarda daha bir uyumlu dönüşmeye, içimizdeki Hızır'ı bulmaya ve Antik çağ mitolojisi Ouroboros anlatısı (kendi kuyruğunu ısıran bir yılan) gibi 'Don Değiştirmeye' ihtiyacımız var.
Gördüğümüz yerlere tekrar bakıp Hızırı görme umuduyla...