Dört imparatorun bilinmeyen yönleri

Yazar John Julius Norwich ile yeni kitabı 'Dört Hükümdar' hakkında konuştuk. Norwich, 'Osmanlıların, Bizanslı selefleri konusunda her zaman duyarlı ve bilinçli olduklarını düşünüyorum' dedi.

Abone ol

Derin Sina Arıcı

DUVAR - John Julius Norwich’in son kitabı Dört Hükümdar yakın zamanda Hep Kitap tarafından yayımlandı. 1929 doğumlu, İngiliz tarihçi, kitapta dört önemli hükümdar üzerinden 16. yüzyılın renkli bir portresini çiziyor.

Kitap, ulus devletlerin güçlendiği Rönesans’ın ve din savaşlarının yaşandığı dönemlere eğilirken, modern Avrupa’yı şekillendiren dört ismin hayatları üzerinden bir mikro tarih de çiziyor: Fransız Rönesansı’na katkısı ve Protestanlara karşı sertliğiyle tanınan I. François... Tahtı çok genç devralan, egemenliği döneminde yaptığı sansasyonel evliliklerle bilinen VIII. Henry... 1519-56 arasında Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu’na hükmettikten sonra tahtı kendi isteğiyle bırakan V. Karl... Ve 1520-66 yılları arasında hüküm süren, Avrupa’nın “Muhteşem” dediği Sultan Süleyman...

Daha önce Antik Dünyayı Şekillendiren Kentler ve üç ciltlik Bizans adlı çalışmaları Türkçeye de çevrilen John Julius Norwich ile bitmeyen üretkenliği, tarih yazımı konusundaki düşünceleri ve son kitabı Dört Hükümdar üzerine konuştuk

Jonh Julius Norwich

Kitaplarınız birçok dile çevrildi. Türkçe'ye de çevrilmiş beş kitabınız var. Özellikle Bizans tarihi ile ilgili yazdığınız üç ciltlik kitabınız Türk okurların ilgisini çekiyor. Bizans İmparatorluğu ile ortak bir tarih paylaşmış olmak sizce Osmanlı İmparatorluğu’nu nasıl etkiledi?

Bence bu bir İngiliz’den çok bir Türk’ün daha iyi cevaplayabileceği bir soru. Osmanlıların, Bizanslı selefleri konusunda her zaman duyarlı ve bilinçli olduklarını düşünüyorum. Neticede bu olayın, yani bin yıldan uzun bir süredir var olan bir imparatorluğun yerine bir anda başka bir imparatorluğun, hem de çoktan kendini ispat etmiş ama genel olarak bambaşka bir yapıda, farklı bir dini ve dili olan bir imparatorluğun geçmesinin, tarihte başka bir örneği yok.

Ben kişisel olarak bu fetih gerçekleştiği için memnunum: Bizans artık çok yaşlıydı, çok yorgundu ve sadece başkentinden ibaret bir imparatorluk haline gelmişti. Geçiş dönemindeki kaçınılmaz acıların ardından II. Mehmed şehri taze bir enerji ve hayatla doldurdu. Ve ondan sonra gelen hükümdarlar, özellikle Kanuni, şehri Bizanslıların hiçbir zaman yapamayacakları bir şekilde mimari açıdan zenginleştirdi. Tam da bu iki muhteşem medeniyetin bir arada oluşu İstanbul’u, benim için, dünyanın en ilgi çekici şehri haline getiriyor.

Arka planda Rönesans’ın görkemli atmosferi, dini isyanlar vs. olmasına rağmen kitabınız aslında dört hükümdar hakkında ve onların çok önemli tarihi aktörler olmalarının yanı sıra birey oluşlarıyla da ilgileniyor. Bireylerin tarihi değiştirme konusunda ne kadar etkili olabileceğini düşünüyorsunuz?

Bireylerin tarihin akışını değiştirmeleri, her zaman olumlu yönde olmasa da, elbette mümkün. Hatta bunu herhangi bir devletten daha radikal ve daha dramatik bir şekilde yapabildiklerini görmek için Büyük İskender’e, Sezar’a ya da daha yakın tarihten Napolyon’a bakmanız yeterli, hatta sizin tarihinizden bir figür olan Kemal Atatürk’e ne dersiniz? (Türkiye’de yaşanan yakın tarihteki olaylar konusunda sessiz kalmayı tercih ediyorum.)

'KANUNİ'NİN ASKERİ YÖNÜNÜ ÖN PLANA ÇIKARDIM'

Kitabı henüz okumamış olanlar için bu dört tarihi figürü nasıl karşılaştırırsınız? Hangi ayırt edici özelliklerinin daha ön planda olduğunu düşünüyorsunuz?

Bu soruya en iyi cevabın kitabın kendisi olduğunu düşünüyorum. François için kültür: Fransız Rönesans’ını canlandırdı. Henry’nin boşanmak için verdiği mücadele diyebiliriz, çünkü bu mücadele doğrudan Anglikan Kilisesi’nin doğuşuna sebep oldu: O olmasaydı İngiltere büyük ihtimalle hâlâ Katolik Kilisesi’ne bağlı olurdu.

V. Karl için de yine aynı şekilde din: Hayatı boyunca, başarısız da olsa, Protestanlığın yayılmasını engellemek için verdiği mücadele. Kanuni söz konusu olunca elbette askeri yönünü ön plana çıkardım, çünkü kitabım onun Avrupa üzerindeki etkilerinin bir incelemesi. Onun biyografisini yazıyor olsaydım onu çok farklı bir yönden ele alırdım.

Önsözünüzde Kanuni hakkında çok az sayıda Batılı kaynak olduğundan bahsediyorsunuz. Sizce bu konuda neden yeterli araştırma yapılmadı?

Bunun en önemli sebebi, diğer üçünden farklı olarak, Kanuni’nin Batılı değil, Doğulu bir figür olması diyebiliriz. Bu yüzden Batı’da bu konuda daha az kaynak olması normal. Ayrıca, 1928 yılındaki harf devriminden önce basılan kitapları okumak için çok farklı bir çalışma gerekiyor; bu da bunun sebeplerinden biri.

Bu dört ismin karşılaştırılması yeni bir Kanuni algısına sebep olacak mı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Yeni bir algı diyemem; ama gerçek şu ki Kanuni İngiltere’de diğerleriyle karşılaştırıldığında çok az tanınıyor. Pek çok okurun onunla ilk defa tanıştığını düşünmek istiyorum.

Dört Hükümdar, John Julius Norwich,Hep Kitap, 2017.

Türkiye’de kraliçeler de çok merak ediliyor, özellikle Hürrem Sultan, Kanuni’nin eşi. Dört hükümdar döneminde kadınların rolünü nasıl tarif edersiniz?

Ülkeye göre değişir. Osmanlı İmparatorluğu’nda, elbette, kadınlar tamamen kapalıydı. Hürrem gibi kadınların maharetle kullandıkları hatırı sayılır etkileri ve güçleri vardı ama tabii hep kapalı kapılar ardında. İngiltere’de ve Fransa’da ve biraz daha az etkili olsalar da Orta Avrupa’da kadınlar en az erkekler kadar güçlüydü ve bu güçlerini açıkça kullanıyorlardı. İngiltere’de I. Mary (Kanlı Mary) dışında, kadınlar erkeklerden çok daha iyi ve güçlü hükümdarlar olmuşlardır.

'EN FAVORİ İKİ ŞEHRİM VENEDİK VE İSTANBUL'

Kitaplarınızla beraber siz de dünyayı dolaştınız, ayrıca kendiniz için de çok seyahat ettiniz. Sizi en çok hangi şehir etkiledi ve bu şehrin en ilgi çekici özelliği nedir?

En favori iki şehrim Venedik ve İstanbul. Her ikisi de çok farklı geçmişleri olan çeşitli medeniyetlerin ve dinlerin buluşma-kesişme noktaları; her ikisi de dünyanın en muhteşem mimari örneklerinden bazılarına ev sahipliği yapıyor.

Telegraph.co.uk sitesine verdiğiniz bir röportajda çalışma ritüellerinizden bahsediyorsunuz. Nasıl bu kadar verimli olabiliyorsunuz? Araştırma ve yazım sürecinizden bize de biraz bahsedebilir misiniz?

En önemlisi çalışmaktan zevk almak, ki ben her zaman aldım. Elli yılı aşkın bir süredir her gün Londra Kütüphanesi’nde, ihtiyacınız olan her kitabın üç dakika uzaklıkta açık raflarda durduğu bir ortamda çalıştım.

Şu anda 87 yaşındayım, kütüphaneye gitmek gözümde büyüyor ve evde çalışıyorum, araştırmalarımın çoğunu internette yapıyorum ve ara sıra ihtiyacım olan kitapları Amazon’dan ısmarlıyorum. Yazım sürecine gelince, dizüstü bilgisayarda yazıyorum ama bunu mümkün olan en basit şekilde yapıyorum: Yazmaya ilk sayfadan başlıyorum, hiç sayfa atlamadan sonuna kadar yazıyorum, bitince de duruyorum.

Kendilerini tarihi araştırmalara adamayı düşünen genç tarihçiler için aklınızda tavsiyeler var mı?

Eğer bilgi birikimlerinin sınırlarını genişletmek isteyen ciddi akademisyenlerse, onlara verecek tavsiyem yok. Neredeyse yazdığım bütün kitaplarda bilim adamı olmadığımı vurguladım: Tek yapmak istediğim iyi bir hikâye anlatmaktı, mümkün olduğu kadar gerçeklere sadık kalarak ama aynı zamanda eğlenceli ve keyifli bir şekilde.

Kendi kafanızda ne tip bir yazar olmak istediğinize karar vermeniz çok önemli. Kimin için yazmak istiyorsunuz, akademisyenler tarafından mı okunmak istiyorsunuz, yoksa genel okurlar tarafından mı? Ben kesinlikle ikinci kategoriye aitim.

Bir yere gitmeden orası hakkında araştırma yapmak sizce mümkün mü?

Belki mümkün ama kesinlikle tavsiye etmem. Hiç gitmediğiniz bir yerle karşılaştırıldığında, şüphesiz iyi tanıdığınız bir yer hakkında kendinize çok daha fazla güvenerek yazarsınız.

Türk okurlarla paylaşabileceğimiz yeni bir proje var mı?

Fransa’nın tarihi hakkında bir kitabı yeni bitirdim ve kitap şu an yayıncımda. Önümüzdeki nisan ayında basmayı teklif ettiler.