Dostoyevski'nin 'ölüler evi'
Dostoyevski’nin, cezasını çekmek üzere gönderildiği Sibirya’daki kamptan gözlemler içeren “Ölüler Evinden Notlar”, Çarlık Rusyası’nın gerçek yüzünü ve tüm yurttaşlarına yaşattığı adaletsizliği aktarıyor. Dostoyevski, mahkûmları psikolojik tahlilleri, bakış açısı ve çarpıcı yorumlarıyla ele alarak, bir bilim insanı tavrıyla izliyor.
Henüz 25 yaşındayken yayımlanan ilk romanı İnsancıklar (1846) ile dikkat çeken ve hemen ardından yayımladığı İkiz (1846) adlı kısa romanı ile yaygın bir çevrede ismi anılan Dostoyevski, eleştirmen Belinski’nin de çabasıyla genç yaşına rağmen edebiyat camiasında –şimdiden- saygın bir yer edinir. Ardından kaleme aldığı Ev Sahibesi (1847), Beyaz Geceler (1848), Yufka Yürek (1848) ve Netoçka Nezvanova (1849) ile –döneminde- istediği etkiyi pek yaratamasa da, 1849 yılı yaşamını tümden değiştirir.
Bu tarihte, dönemin ilerici gruplarından Petraşevski’nin üyesi olmaktan dolayı tutuklanan Dostoyevski, aynı yapıda yer alan diğer kişiler gibi, zorba ve baskıcı Çarlık yönetiminin Rusya’yı dev bir hapishaneye çevirdiği düşüncesini benimser. Bu bağlamda, Rusya’nın sömürge topraklarında bulunan kampların (cezaevlerinin) bile merkezde yaşamaktan daha iyi olduğunu düşünür. Zira tutuklandıktan sonra –sanki nazire yaparlarmış gibi- Dostoyevski’yi, bu kamplara sürgüne gönderirler.
İlk olarak 22 Aralık 1849 tarihinde ölüm cezasına çarptırılan fakat sonra infaz kararı bozulup, suçu on bir yıl hapis (ve sürgün) cezasına çevrilen Dostoyevski, bugün Kazakistan sınırları içinde yer alan Omsk’ta bulunan kampa gönderilir. Cezası bitince Semipalatinsk’te kalmaya devam eden Dostoyevski, 1861 yılında yayımladığı Ölüler Evinden Notlar’a kadar sürgünde kalır.
ÖLÜLER EVİ
Bir Fransızca öğretmeninin, kamp yaşamını “not alması” ve geriye dönüşle başlayarak ölümüne değin uzanan süreci anlatmasıyla oluşan -kurgusal- kamp hayatı kitabın ismiyle müsemma bir çalışma. Bir cezaevini anlatan kitap, Ölüler Evi olarak niteleniyor. Klasik Hristiyan yaşamında ölü evi, kilisenin yanına inşa edilen ve cenazelerin belli bir süre saklanmasına yarayan binalara verilen ad anlamına gelirken, Fransa’da tutukluların dağıtımı yapılmadan önce bir araya geldiği yer olarak tanımlanıyor. Notlar –zapinski- ise anılar, hatıralar anlamına gelmektedir ve tıpkı Yeraltından Notlar’da da kullanıldığı gibi kullanılmıştır. Kitabın, geçmiş yıllarda yapılan Türkçe çevirilerinde (1933 Haydar Rıfat, 1939 Halikarnas Balıkçısı, 1946 Nihal Yalaza Taluy) “notlar” yerine “hatıralar” kelimesinin kullanılması rastlantı değildir.
Bir entelektüel olarak nitelenen Fransızca öğretmeninin, “ölüler evinde” adi suçlularla da bir araya gelmesinden ve onları (soylular da var) gözlemleyip kâğıda geçirmesinden oluşan kitapta yazar, Rusya’da ve Rusya’nın hâkim olduğu başka bölgelerde yaşayan –her kesimden- insanı birebir anlatır. Öyle ki, bu kişilerin varlığına inanır, gerçekliğinden emin oluruz. Zulümle, acı ve kederle tanışan yazar, Rusya’da yaşayan insanların başına gelen talihsiz olaylarla nasıl baş ettiğini, maneviyatla olan meselesini ve istenç gücünü ustalıkla kaleme alır.
DOSTOYEVSKİ’NİN UFKUNDA BAMBAŞKA DEHLİZLER
Bu husus Dostoyevski’nin kaleminin değişmeye başladığının en nesnel ispatı bizce. Sömürge topraklarında geçen ve birbirinden farklı onlarca insanla bir araya gelme “şansına” erişen yazar, -sıradan- halkın entelektüellere olan tavrını, kültür ve sosyal yaşamla olan bağlarını öylesine derin bir gözlem gücüyle irdeler ki şaşmamak olanaksızdır. Sonraki yıllarda ele aldığı Tanrı sorunsalı, inanç meselesi ve vicdan kavramları ilk kez bu “notlarda” masaya yatırılır. Yazarın, suçla, suç dünyası ve suçlu insanla cezaevlerinde bir araya gelmesi, hastanede uzun süre yatması ve o anları kâğıda dökmesi, aciz ve zavallı insanların yaşamına dokunması ve -onun gözlemiyle- Tanrıya sığınması, yazarın ufkunda bambaşka dehlizler açar. Bu kamp hayatından sonra Dostoyevski, geçmiş yıllarda içinde bulunduğu yapının aksine, hayata karşı farklı sorular sormaya, başka cevaplar aramaya başlar. Petraşevski grubundan arkadaşı A. P. Milyukov, Dostoyevski’nin o yıllarda da ayrı bir yapısı olduğunun üzerinde durur: “Hepimiz sosyalistleri inceliyorduk, ama planlarının pratikte gerçekleştirilebileceğine herkes inanmıyordu. Dostoyevski de bu inanmayanlar arasındaydı. Öğretilerinin temelinde iyi bir amaç olduğunu kabul ediyor, ama onları dürüst hayalperestler sayıyordu.”
Ölüler Evinden Notlar’ın, ilgiye değer bir diğer yönü de, Rus edebiyatında merkez-çevre ilişkisini ve edebiyatın sömürge topraklarına uzanmasını ele alışıdır. Çevirmen Sabri Gürses, bu hususu, -Ölüler Evinden Notlar- “…klasik Rus edebiyatını Moskova-Petersburg ekseninden çıkaran ve sömürge deneyimini ele alan ilk eser de olmaktadır” sözleriyle dile getirir. Bu bağlamdan yola çıkarak, Rusya’nın çok uluslu etnik yapısının üzerinde duran Gürses, sürgün yerinin Çarlık yönetimi tarafından Rusya’da değil de bir başka ülkenin toprağında kurulmuş olmasının üzerinde durur.
1861-1862 yılında yazarın, kardeşiyle birlikte kurduğu Vremya adlı edebiyat dergisinde tefrika edilen roman, 20. yüzyılında ilk çeyreğinden başlayarak Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde operaya, televizyon dizilerine ve sinemaya uyarlanır.