Türkiye’nin çok boyutlu bir krizin içinde olduğu aşikar. Çok boyutlu krizi başat olarak belirleyen ise siyasal kriz. Çünkü kültürden, ekonomiye, adalete kadar bütün kurumlar siyasetin, hem de kişiselleşmiş bir siyasetin boyunduruğu altına girdi. Siyasal kriz bütün temsili kurumların çökmesi derecesine kadar ulaşmış durumda. Bunun kaynağında iktidarın adil ve özgür seçimler yoluyla ve seçmen tarafından değiştirilebileceğine duyulan güvenin ortadan kalkması yatıyor. Bu yalnızca siyasal iktidara aday olan siyasal parti yapılarına değil, bütün siyasal kurumlara yansıyor. Çünkü belli bir alanda var kalmak istiyorsan, bize biat edeceksin sopası artık çekinmeden kullanılıyor.
Medya patronundan taşeron emekçiye kadar izi sürülebilecek bir zincir bu. Aşırı politikleşmiş, yani iktisattan kültüre, her alanın politize edildiği ve kişiselleştirilerek depolitize edildiği bir ülkede yaşıyoruz. Bu yüzden siyasal iktidarın söylemleri arasında hiçbir tutarlık bulamazsınız, aramak bile abesle iştigaldir. Çünkü tutarlılık söylemsel düzeyde değildir ve Erdoğan’ın seçmene ya da havuzuna tutarlı bir siyasal vaadi yoktur. İşadamına ondan alacağı destek karşılığında iş sağlama, medya patronuna onun yapacağı haberlerin düzenini belirleme imkanı karşılığında olanaklar yaratma, yoksula kendisini desteklemesi şartıyla yardımda bulunma, taşeron işçiye mitinglere gelir, AKP ilçe başkanının söylediklerini yaparsa ya da partiye üye olursa kadro verme… AKP’nin siyasallaştırdığı bu çürümüş ilişkilerdir ve Türkiye’nin siyasal krizinin kaynağında da bu vardır.
İKİLİ HAREKET
Bu siyasal kriz aslında ikili bir hareketin sonucu. Birincisi kamusal olanın kişiselleşmesi. Yani herkesin olan ya da herkesin açık normlar çerçevesinde kullanma hakkı olan hakların kullanımının bir kişinin onayına bağlaması. Bu nedenle örneğin, siyasal iktidardan bağımsızlığının kurumun özünü oluşturduğu kurumlar da bir yandan aşırı siyasallaşırken bir yandan da kişiselleşiyor. Bunların en güncel örnekleri medya ve yargı. Türkiye’nin hiçbir zaman bağımsız olmasa da kimi zaman anaakım niteliğinden dolayı tutum alabilen çalışanları olan Doğan Medya grubunun bile kişiselleşmesi ve havuza dahil edilmesi medyada varılan son durak olmasa da önemli bir eşik. Yargıçların AKP’liler arasından atandığı haberleri ise çok eski olmayan ama ne kadar tehlikeli olabileceğini gördüğümüz bir öyküyü anımsatıyor.
Medya ve yargıyla sınırlı değil elbette. Bugün üniversiteler yapısal olarak Erdoğanlaşma evresinde. Görece yeni ve daha küçük üniversiteler zaten böyle kuruldu. Fakat rektör atamalarının bizzat Cumhurbaşkanı tarafından ve kendi kanaatine göre yapılması ve rektörlerin üniversiteye dair her şeyi belirleyecek yetkilere sahip olması, bilimsel alanımızın yapısal olarak kişiselleştiğini ve doğası gereği çürüdüğünü gösteriyor.
Cumhurbaşkanı, hassasiyet gösterdiği her kültürel olaya karşı sesinin en yüksek perdesinden konuşuyor ve başkanın adamları harekete geçiyor. Kimler başkanın adamları? Aşırı politikleşmiş bir ekonomik alandaki dostunu düşmanını seçmek zorunda olan medya patronu; aşırı politikleşmiş yargısal alanda dostunu düşmanını ayırt etmek zorunda olan hakim ve savcılar; aşırı politikleşmiş üniversiter alanda dostunu bilen rektörler; oynayacağı diziyi, tiyatro oyununu dosta düşmana verdiği pozlarla tanıtan oyuncular; aşırı politikleşmiş sosyal güvenlik ve sosyal yardım kıskacında işçiler, köylüler, kent yoksulları…
VAADİN YOKLUĞU VE ELEŞTİRİ
Dolayısıyla bugün demokratik siyasetin temeli olan siyasal vaadin yerini hayatta kalmak için “dostunu düşmanını seç” mantığı aldı. Bu nedenle AKP’nin 2002 yılında başlayan vaatlerini yerine getirmediğine dönük olumsuz propaganda muhalefete hiçbir puan kazandırmıyor, kazandırmayacak. "Hani OHAL’i kaldıracaktınız, tüm ülkeyi OHAL boyunduruğu altına aldınız?" gibi bir siyasal söylem aşırı politikleşmiş ortamın siyasal eleştirisi değildir.
Aşırı politikleşmiş, kişiselleşmiş mevcut dönemin siyasal eleştirisi, aslında her şeyin siyasallaştırılması ile yerinden edilmiş politikanın yeniden çağrılmasından başka bir şey olamaz. Adil seçim güvencesinin, kamuya bürokrat ya da yargıç alımının, özgür medyanın, özerk üniversite ve eleştirel bilimin, yaratıcı kültürel ortamın, sosyal güvenlik ve sosyal yardımın yeniden politikleştirilmesi ve kişiselleşmeden kurtarılması anlamına gelecek yeni bir vaatten söz ediyorum.
Siyasal çürümüşlüğün içinde debelenen siyasal partilerin bunu geliştirmesi mümkün görünmüyor, bu ancak siyasal ve toplumsal hareketlerin öreceği güçlü ağların çürümüşlüğü bozacak, diriltici etkileri ile mümkün olacak. Düşmanın yokluğunda hareketsiz kalacak bir siyasal partinin yarattığı krizi yenmenin yolu, o krizi yeniden üreten düşman kavramının içinden çıkmaktır. Kişiselleşmiş ve aşırı politikleşmiş bir ülke için siyasal vaat cumhuriyetin evrensel vaadidir. Herkese ait olanın herkesçe yönetilmesi.