Dr. Altay Ünaltay: Bu bir salgındır, her salgın gibi bu da geçecektir
Her ne kadar Covid-19 virüsü ABD’ye ve AB’ye sıçrayarak 'virüsü ürettiği' iddia edilen ülkeleri diğerlerinden daha çok vursa da hâlâ doğruluğu tartışmalı komplo teorileri birbiri ardına sökün ediyor. Kimi virüsün doğal olmadığını, laboratuvar ortamında üretildiğini söylerken kimi ise yıllar önceden bilindiğini yine kanıtlanamayacak bir takım iddialarla ispat etmeye çalışıyor. Dr. Altay Ünaltay’la virüsün tıbbi boyutunun yanı sıra bu teorilerin arka planını ve virüse ilişkin sıra dışı iddiaları, ulus-devletlerin bu süreçte nasıl bir sınav verdiğini konuştuk.
Eskiden bize hayal gibi gelen, tüm dünyayı etkisi altına alacağı söylense Holywood filmi kıvamında yaşananlara çoğumuzun inanmayacağı korona virüsü günleri gerçek oldu. Bir kurgu bilim sahnesi gibi yaşıyoruz bu günleri. Ekonomik eşitlik bakımından dünyanın en adaletsiz ülkelerinden biri olan ülkemizde en büyük kâbus, salgın günlerinin sürgit bir hal alıp aylarca sürmesi olsa gerek. Zira çalışmadan, evine maaş girmeden daha ne kadar dayanabilecekleri meçhul olan insanlar, havaların ısınmasıyla korona virüsün neden olduğu bu kâbusun perde indirmemesi durumunda bu günleri de arar hale geleceklerinden endişeliler. Sadece insanların değil devletlerin de bu kırılgan durumu sürdürmeye mecalleri yok. İşte korona virüsünün nasıl böyle bir salgın haline geldiğini, virüsün geçirdiği evrimin hayra mı şerre mi alamet olduğunu, mutasyonun nasıl bir seyir izleyeceğini ve daha birçok konuyu hekim ve tıp tarihçisi Altay Ünaltay’la konuştuk.
SENEYE BU VİRÜS HURDAYA ÇIKACAK!
Korona virüsünü bize biraz anlatır mısınız? Nasıl bir yapıya sahip karakteristiği nedir? Bildiğimiz gripten farklı ve benzer yönleri nelerdir?
Önce şunları söyleyelim: Her senenin grip virüsleri yeni ve daha önce karşılaşılmamış virüslerdir. Yeni olmaları için korona olmaları şart değil. Her sene insanlar enfeksiyonu geçirir ve o senenin virüslerine karşı ömür boyu bağışıklık kazanırlar. Eğer grip virüsleri sürekli mutasyonla değişmeseydi, grip bir çocukluk çağı hastalığı olur, çocuklukta 1 kez geçirilir ve bir daha bizi rahatsız etmezdi. Bildiğiniz suçiçeği, kabakulak, kızamık ya da bulaşıcı sarılık da birer virüs hastalığıdır, ama bu hastalık virüsleri grip virüsü gibi değişmediğinden bir kere yakalanır ve ömür boyu bağışık oluruz. Kanımızda, özellikle yaşımız varsa, yıllardır gelmiş geçmiş onlarca grip virüsü türüne karşı bağışık maddeleri (antikorlar) dolaşıyor, ne ki o virüsler bizi rahatsız etmiyor artık; gelen yeni ve değişmiş grip virüsleridir. Bağışıklık sistemimiz bu yeni virüslerle "sil baştan" yapar, hastalığı geçirir, ona da bağışıklık kazanırız; ama bu da gelecek sene bir işe yaramayacak, yeni grip virüsleri çıkagelecektir.
Peki korona virüsünün geçmişi nedir, ilk kez karşılaşmıyoruz herhalde öyle değil mi?
Korona virüsleri ilk defa görülmüyor, her senenin grip enfeksiyonundan yüzde 7-14 arasında korona virüsler sorumludur, bu da yeni bir şey değil. Ne ki, her senenin grip virüsleri gibi korona virüsler de kendini yeniler, yeni bir virüs gelir. Şimdi de öyle oldu; yeni bir korona virüsü çıkageldi.
Yine normalde her sene bildiğimiz gripten Türkiye'de 20-25 bin insan hayatını kaybediyordu zaten. Ama kimse daha önce bunun yüzünden paniğe kapılmadı. En azından şu ana kadar yaşananlara bakıldığında Covid 19 fazladan ölümler getirmedi. Belki bundan sonra bu olursa onu o zaman konuşuruz. Tabii şunu kabul etmemiz lazım: Dünyada da Türkiye’de de bu virüse müdahale etme noktasında geç kalındı. Tahminim o ki, bu virüs Türkiye’nin yarısına bulaşmıştır. Türkiye’de virüse halk ve yöneticiler nezdinde o kadar ilgi yokken, Çin’de ise yoğun bir karantina uygulandığı ve sert tedbirler alınmaya başlandığı süreçte ülkemiz 21 bin vatandaşı Suudi Arabistan’a Umre'ye gönderdi. Bunların 15 bini evlerine dağıldı, kalan 5 binini karantinaya aldılar, oradan da kaçanlar oldu. Yani bu insanlar hastaysalar hastalığı çoktan bulaştırdılar. İkincisi İran’da virüs salgını vardı ve sınır kapanmadan önce ve kapandıktan sonra da binlerce Afgan ve diğer milletlerden göçebeler İran'dan sınırı kaçak geçip Türkiye'ye girdi. Türkiye’ye girdikten sonra Avrupa sınırına dayandılar. Bu Avrupa kapılarına dayananların yarısına yakını Afgan'dı, Suriyeliler çok azdı. Bence bu kadar hareketlilikte çoktan Türkiye'ye virüs girdi ve her tarafa bulaştı. Ama tekrar ediyorum, tüm bu olanlara rağmen fazladan bir ölüm vakası yok. Bu işin iyi tarafı. Şimdilik mevsimlik gribin doğal ölüm sınırları içindeyiz. Onun için şimdilik paniğe kapılmaya gerek yok; sakin olalım, ama tedbiri de elden bırakmayalım.
ULUS-DEVLETLER ÖNEMLİ BİR AKTÖR OLARAK SAHAYA ÇIKTI
Sizce devletlerin bunca ihmal içinde olduğu bu süreç, modern ulus devletin sorgulanmasını beraberinde getirir mi?
Şu anda tek tepki veren ulus devletler, küresel ya da uluslararası yapılar tamamen çöktü. Avrupa Birliği’nde kimsenin kimseye bir hayrı yok farkında mısınız? Örneğin İtalya, diğer Avrupa Birliği üyesi ülkelerden yardım istiyor, AB yardım etmiyor, İtalya’ya Çin, Rusya ve Küba yardım ediyor. İspanya NATO'dan yardım istiyor, kendisine salgınla mücadele sorumluluğunun ulus-devletlerde olduğu cevabı geliyor. Burada ulus devletlerin aktör olarak sahaya çıktıklarını görüyoruz. Ulus-devletler arası yardımlaşmalar ile işler yürütülüyor.
Ama ulus devletlerin birçoğunun da önlem almada geciktiğini az önce söylemiştiniz. Devletlerin bir dönüşüm geçirmesi gerekmiyor mu?
Evet modern ulus devletin değişim dönüşüm ihtiyacının olduğuna katılıyorum. Ancak bu değişim dönüşüm bütün yapılar için geçerli, eskiyen ihtiyaçları karşılayamayan her şeyin değişip dönüşmesi gerekir. Ancak salgın çıktığında en hızlı tepkiyi verenlerin de ulus devletler olduğunu görüyoruz. Ayrıca ulus devletlerin şu an için bir alternatifi yok. Çok mükemmeldir demiyorum ama büyük ölçüde önlemleri yine de ulus devletler aldılar.
ULUS DEVLET GEREKLİ AMA DAHA SAĞLIKLI BİR YAPIYA DÖNÜŞMELİ
Peki Avrupa Birliği üyesi bazı ülkelerde görüldüğü üzere modern ulus devletlerin hantal yapısının dönüşmesi, ademi merkeziyetçilik eksenli bir dönüşüm yaşamaları gerekmiyor mu sizce? Örneğin Fransa’da son süreçte bazı yerel yönetimler, hükümetin yetersiz kaldığı noktalarda devreye girdiler.
Fransa’da eskiden beri kantonal sistem geçerlidir. Mümkün mertebe merkezin yükünün yerel kantonlara dağıtılması, sorunların merkezden çok, merkezin gözetim ve denetimi altında yerelden çözülmesi şeklinde çalışır sistem. Ben bunu küreselcilik cereyanlarından ayrı tutuyorum, elbette modern ulus devletin aşırı merkeziyetçi yapısı bazı sorunların çözümünde yetersiz kalmakta ve elbette yerelleşme yönünde bir değişim yaşanması gerekmektedir. İsviçre örneğini ele alalım, bir taraftan gayet yerelliği önemseyen, yerel kantonlara en az merkezi yönetim kadar önemli yetkiler veren, birçok konuda doğrudan demokrasi ve halkoyu ile karar alan bir yapıya sahipken, öte yandan müthiş bir İsviçre ulusçuluğu vardır. İsviçre Avrupa Birliği’ne girmedi, bunu bırakalım BM’ye bile daha yeni, 2012’de üye oldu, tarafsızlığı bozulur endişesiyle BM’ye uzun süre üye olmadı. Buradan çıkan sonuç, dünya bir tarafa İsviçre bir tarafa anlayışıdır. Dolayısıyla o da yerel yapılarla güçlendirilmiş bir ulusal otoriteye sahip. İsviçre’de şimdilik 169 kişi koronadan hayatını kaybetti gerçi ama zaten yıllardır normal grip vakalarından yeryüzünde binlercesinin hayatını kaybettiği bir dünya bu. Dünya Sağlık Örgütü her sene 650 bin kişinin mevsim gribi nedeniyle hayatını kaybetmesinin normal olduğunu açıklamıştı 2017 yılında, yani koronadan önce. Bu seneki kayıplar 170 bin-180 bin civarı tüm dünyada; koronayı kastetmiyorum, toplam grip ölümlerini söylüyorum.
KİRLİ HAVA SOLUMUŞ AKCİĞERLERİN VİRÜS SALGININDA İFLASI BEKLENEN BİR ŞEY
Peki normal grip vakaları doğrudan ölüme yol açıyor mu yoksa sizin bahsettiğiniz gribal enfeksiyonun başka hastalıklar vs. gibi başka faktörleri de tetiklediği bir süreç mi?
Tabii yaşlılık faktörü de var, kronik rahatsızlıkların olması ve başka hastalıklar da bunda rol oynar. Bu unsurlar vücudun direncini kırıyor, üstüne bir de gribal enfeksiyon yaşanınca ölüm riskini artırıyor. Bir de şu var: Korona ölümlerinin en çok görüldüğü İtalya'nın Lombardiya bölgesi uzaydan çekilmiş resimlerinde üstüne örten sisten dumandan ve hava kirliliğinden görünmüyor. Konuyla ilgili bir dergi haberinin başlığı: "Burada zehir soluyoruz". Bu haliyle, Çin'in Wuhan kentiyle sadece virüs salgını açısından kaderi ortak değil, hava kirliliği de ikisinin ortak derdi. Wuhan'da halk bundan önceki yıllar, yıllar önceki Tien an men gösterilerinde göstericilerin başına gelenleri göze alıp defalarca hava kirliliğine karşı yürümüş. Salgın başlayıp işyerleri, fabrikalar tatil edilmeden önce Wuhan hava kirliliği uluslararası sağlık sınırlarının izin verdiğinin 3 katı idi. Yıllarca kirli hava solumuş yaşlı akciğerlerin bir virüs salgınında iflas etmeleri belki de beklenmesi gereken bir hadise. Gözden kaçan bir başka nokta da, İtalya'daki korona ölümlerinde kurbanların yüzde 25'inde 1 , yüzde 25'inde 2, yüzde 49'unda 3 kronik hastalık olduğu; sadece yüzde 1'inde başka hastalık olmadığıdır. Tabi, mevsim gribi ya da korona salgını sadece yaşlıları ve kronik hastaları öldürür demiyoruz. Genç ölümler de var, ama bunlar nadir.
COVİD-19 SALGINI MEVSİMLİK GRİP ÖLÜMLERİNE HATIRI SAYILIR BİR RAKAM EKLEMEDİ
Peki bu Covid-19 normal gripten daha az ölümlere yol açıyorsa sizce bu iş abartılıyor ya da gereğinden fazla mı büyütülüyor?
Covid normal gripten az öldürüyor demeyelim, ama şöyle diyelim: Covid salgını şimdilik mevsimlik grip ölümleri üzerine fazladan hatırı sayılır bir rakam eklemedi. Sanırım salgın geçtikten sonra bir takım şeyleri anlayacağız, o kanaate vardım. Bu konuyla ilgili şimdilik kesin bir şey söylemek zor. Tek söylenebilecek olan, Dünya çapında bir ekonomik çöküntü ile baş başa kalacağız salgından sonra. O ne sürede ve nasıl atlatılır; onu da hep beraber yaşayıp göreceğiz.
Peki bu virüsün doğal şartlarda oluşmadığına dair teoriler ileri sürülüyor, bu virüsün Çin’deki bazı mikrobiyoloji laboratuvarlarında üretildiğini iddia ediyorlar, böyle bir ihtimal var mı?
Tabii pek çok komplo teorisi dolaşıyor ortalıkta. ABD’de üzerinde Covid-19 yazan tren vagonları, bu vagonlarda ne taşınıyordu diye soranlar var. Bir de Fransızca bir videoda Pasteur Enstitüsü korona virüsü aşısı için müracaatta bulunmuş, o var. Bütün bunlar bu süreçte dolaşıma giren videolar üzerinde yapılan spekülasyonlar. Bu virüsün doğal bir ortamda mı yoksa laboratuvar ortamında mı geliştirildiğine ilişkin olarak kesin bir bilgi olmamakla birlikte şunu söyleyebilirim: Belki Wuhan’da bir laboratuvarda bu virüsü araştırmış olabilirler, araştırma yaptıkları laboratuvardan virüs ihmal sonucu kaçmış olabilir. Örneğin yarasada yaşayan ile yanlış hatırlamıyorsam gelincik hayvanlarında yaşayan virüs RNA'larını birleştirip bu virüslerin insanları etkileyip etkilemeyeceği üzerinde bir takım araştırma ve testler yapmışlar. Dolayısıyla insanın aklına laboratuvardan bir şekilde kaçmış, sızmış bir virüs olabileceği şüphesi geliyor. Ama kalkıp da bunu, mesela sarı ırkı öldüren, beyaz ırka tesir etmeyen bir biyolojik silah gibi görmek pek doğru bir yaklaşım olmaz, zira bu tür virüsler doğaya salındığı zaman değişim geçirmeye başlıyor, mutasyona uğruyorlar. Günler saatler içinde yeni nesiller geliyor.
2017-2018 YILINDA YAŞANAN AĞIR GRİBAL ENFEKSİYON BİR SARS TÜREVİYDİ
Bizim çocuklarımız dedelerimize ne kadar benziyorsa, şimdiki virüsler de Wuhan ya da Pasteur laboratuvarındaki virüslere o kadar benzer. Yıllar ya da aylar önce bu virüslere aşı hazırlayıp, sonra salgın çıkartıp aşıları satarak zengin olma şeklindeki komplo teorileri de aynı nedenle geçersiz kalır. Sürekli mutasyona ve değişime uğrayarak yayılır bu virüsler ama bunun da bir sınırı var tabii. Çok hızlı değişime uğrasalar normalde her ay yeniden gribe yakalanmamız lazım. Genelde bu işin ortalaması, toplumlar yılda bir kez gribal enfeksiyon olur, bazı seneler iki defa olabiliyor. 2017-2018 yıllarının kış aylarında büyük grip salgınları yaşandı, milyonlarca insan enfekte oldu, binlercesi hastaneye kaldırıldı, insanları kırdı geçirdi. Ben de o sene neredeyse hastanelik oluyordum. O dönemin ölüm istatistikleri açıklanmadı. O dönemde etkili olan virüs SARS türevidir dendi. Öte yandan baktığımızda, o senenin grip vakaları diğer seneleri geçti.
VİRÜS YAYILMAK İÇİN ÖLDÜRÜCÜ OLMAMAK ZORUNDA
SARS’ın da Covid-19’la benzer yönleri var galiba.
SARS virüsleriyle korona virüsler arasında bir akrabalık var doğru da, yalnız ikisi aynı şey değil. Bu daha yumuşak bir virüs. SARS kadar etki yapmıyor. Bir virüs eğer çok saldırgan olursa kurbanlarını çok ve hızlı öldürürse yayılamaz. Çünkü virüsün yayılması için kurbanının uzun süre yaşaması ve aksırarak, öksürerek, insanlara temas ederek mümkün olduğu kadar etrafa virüsü bulaştırması gerekiyor. Ama sen ahmak bir virüssen etrafa yeterince yayılamadan hemen kurbanını öldürürsün, sen de yok olur gidersin. MERS virüsü böyle bir şeydi, yok olup gitti zaten. SARS’ın Ortadoğu versiyonu olan bu virüs hayvanlardan insana geçen bir cinstendi.
Ancak bazı bilim adamları hayvandan insana doğrudan geçmesinin mümkün olmadığını bir ara konağa ihtiyaç duyduğunu ifade ediyor...
Olabilir, sonuçta virüsler doğada tek başlarına, canlı bir konak olmadan yaşayamazlar. Ancak canlı bir hücre içerisinde çoğalabiliyorlar.
Peki mutasyon geçirdikçe insan bedenine uyum sağladığı doğru mu?
Konak bedene diyelim. Evet, mutasyon geçirdikçe genelde yumuşama eğilimindedirler, ama bazen bunun tam tersi de olabilir, o zaman da yayılma eğilimi düşer. Korona virüsler RNA virüsleridir, DNA virüslerinden daha istikrasızdırlar. Çok hızlı mutasyona girerler. Tabi burada mutasyon rastgele gerçekleşiyor. Bu konuda bir makale yazdım, daha geniş bilgi elde etmek isteyenler okuyabilir. Buna göre mutasyon geçiren virüs türlerinden şartlara uyum sağlayanlar ayakta kalıyor diğerleri ise yok oluyor. Virüsün uyum mekanizması bu şekilde işliyor.
DIAMOND PRINCESS GEMİSİNDE YAŞANANLAR ÖLÜM ORANINI YÜZDE 0.5 OLARAK VERİYOR
Sizin söylediğinizden yola çıkarsak o zaman İngiltere’nin ilk başta üzerinde durduğu sürü bağışıklığı yöntemi doğru olmuyor mu?
Tam da onu diyemiyorum zira elimizde istatistik yok. Yüzde 3’lük bir ölüm oranından bahsediliyor ama bu veriler de tam güvenilir değil. Şayet mevcut istatistikleri kabul edersek bildiğimiz gripten biraz daha fazla öldürücü. Böyle olduğu zaman sürü bağışıklığı olgusuna yönelelim deyip halkı riske edemezsin. Yine de şunu ekleyeyim: Dünyada salgın başladığında “Diamond Princess” adlı bir lüks yolcu gemisinde de korona salgını çıktı. Gemi 24 Şubat'ta Yokohama (Japonya) limanında karantinaya alındı. Bu gemideki yolcu ve mürettebat toplam 3 bin 711 kişi, tek kişi bile atlanmadan testten geçirildi (20 Şubat) ve 634 kişide (yüzde 17) virüse rastlandı. 8 yolcu (7'si gemide, biri daha sonra karada) öldü. Bu hal ile bu gemi mükemmel bir salgın veri laboratuvarına dönüştü. Burada sağlanan verilere göre hastalığın gerçek ölüm oranı yüzde 0.5, başka kaynaklarca açıklandığı gibi yüzde 3.5 değil (kıyaslamak için, mevsimsel grip ölüm oranı yüzde 0.1)
O zaman en doğru yöntem karantinadır diyebilmeliyiz öyle değil mi?
Evet, her halükarda karantina yöntemi en doğru yöntem görünüyor şu an. Ama yine de 'çağın vebası' deyip panik yaratmamak lazım.
Bunu söylemek zor, ancak bir takım tahminlerde bulunabiliriz. Eldeki veriler 100 yıldır arka arkaya gelen grip salgınlarının kuzey yarımkürede belli bazı kurallara uyduğu yönünde: Genelde grip salgınları sonbaharda başlıyor, ilkbaharda havalar ısındıkça yavaşlıyor ve sona eriyor. Güney yarımkürede ve tropik ülkelerdeki grip salgınlarına burada girmek istemiyorum. Burada olanlardan yola çıkarak salgının sıcak havada da yayıldığı ve yaz gelince bitmeyeceği gibi varsayımlar da öne sürüldü. Bir de "yaz gribi" denen bir şey var. Ancak, en azından kuzey yarımkürede (ve ona dahil olan ülkemizde) yaz gripleri geniş salgınlar yapmaz, münferit vakalar olarak kalır. 100 senedir karşılaştığımız şablon hemen hemen aynı: Salgın sonbaharda başlar, ilkbaharda, ya da yaz başlamadan biter. Milyonları öldürdüğü söylenen efsanevi İspanyol gribi dahi bu kısmen şablona uymuştur: Salgın 1918 yaz başı başlasa da kısa sürede havaların ısınmasıyla durmuş, 1918 Kasım-Aralık aylarında tekrar patlayarak büyük kurban kitlesini kış aylarında almış, 1919 Mart-Nisan aylarında yavaşlayarak sona ermiştir. (1920 kış salgınını da İspanyol gribine dâhil eden varsa da bu hüküm tartışılır). Eğer bu salgın durmaz ve yazın devam ederse beni bir hekim ve tıp tarihçisi olarak çok şaşırtır doğrusu. Tabi söylediklerime "bu korona virüsü salgını yeni bir şey, eskinin hastalıklarıyla karıştırmamak lazım" denerek itiraz edilebilir. Ama daha önce de söylediğimiz gibi her senenin grip salgını yeni bir hastalıktır. Buna rağmen genel şablon pek değişmemiştir. Sonuçta, en geç 1 ay içinde salgının seyri az çok belli olur, konuştuklarımıza aykırı bir durum ortaya çıkarsa onu o zaman konuşuruz. Bu konuda son söylenecek olan, hiçbir salgın sonsuz süre devam etmez, bir gün biter. Bu salgın da bitecektir. Bitene dek bize düşen karantina ve hijyen kurallarına uymak, gereksiz paniğe kapılmamaktır. Herkese sağlıklı günler diliyorum.
Biz de size sağlıklı günler diliyoruz.
Altay Ünaltay kimdir?
Altay Ünaltay 1960 senesinde, Konya’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. 1989’dan itibaren, Kitap, Ülke, Yarın, Söz ve Adalet gibi dergilerde tarih, toplum, siyaset ve küresel ilişkiler üzerine makale ve çevirileri yayınlandı. 1990’da “Doğu’da ve Batı’da Din ve Devlet İlişkileri” (Endülüs Yay., İstanbul), 1998’de “Bir Şark Masalı: Batılılaşma” adlı kitabı (Ülke Kitapları, İstanbul), Dünya Politikasına Yön Verenler (Kızılelma Yay., İstanbul 2006) gibi kitapları yayınlandı. Ayrıca 1999’da edisyon kitap “Uygarlığın Yolu: Avrasya”da (Kızılelma Yay., İst.) ortak yazar olarak görev aldı. 2019'da Ötenazi konulu tez ile Çapa Tıp Tarihi kürsüsünde doktorasını tamamladı.