Dr. Sibel Karadağ: Cihatçılar ülkemizi basacak diyenler Altındağ'da tekbirli saldırıları izledi

Altındağ'da mültecilere karşı uygulanan ırkçı saldırıların yankıları sürüyor. Doç. Sibel Karadağ, saldırıların ortaya çıkış noktasını anlatırken, "Göçmen karşıtlığı sistem için işlev görüyor" dedi.

Abone ol

DUVAR - Ankara’nın Altındağ ilçesinde mültecilere karşı yapılan ırkçı saldırılar gündemdeki yerini koruyor. Göç Araştırmaları Derneği (GAR) Afgan Göç Raporu'nun yazarı ve Yunanistan'da arama kurtarma botlarında gönüllü olarak bulunarak saha araştırması yapan Dr. Sibel Karadağ ve Uluslararası Af Örgütü Türkiye Kampanyalar Sorumlusu Damla Pınar Uğantaş Ankara Altındağ’da yaşanan gerilimi ve Türkiye’nin göç politikasını değerlendirirken yaşananlar için, "Kaygı verici" dedi. Uzmanlar, mülteci karşıtlığının hortlamasına neden olan gerekçeleri de anlattı.

‘MÜLTECİ KARŞITI SÖYLEMLER SONUNDA BİZİ BU NOKTAYA GETİRDİ’

Çarşamba gecesi Altındağ’da yaşanan olayları değerlendiren Dr. Sibel Karadağ, ‘’Olaylarda canlı canlı bir pogrom izledik. İnsanların dükkanları yağmalandı, evleri basıldı, eşyaları yol ortasında yakıldı. Haftalardır devam eden geniş yelpazedeki mülteci karşıtı söylemler bizi sonunda bu noktaya getirdi’’ dedi.

Sürecin bu noktalara geleceğine ilişkin defalarca uyarılarda bulunulduğunu belirten Karadağ şöyle devam etti: "Pek çok kişi sürecin buraya doğru gitmekte olduğunu sezip uyarılarda bulundu, ancak maalesef hainlikle, fonculukla ya da iktidar yanlısı olmakla suçlandı. Hatırlayalım, önce Türkiye hükümetinin Afganistan Havalimanı’nın güvenliğini sağlamaya talip olması ile başladı bütün bu süreç. Ardından Türkiye-İran sınırından çeşitli videolar yayılmaya başladı. 'Afgan İstilası' olduğuna dair bir söylem yayıldı."

Sibel Karadağ

Ülkemize giriş yapan Afgan sayısının iddia edildiği kadar çok olmadığını aktaran Karadağ şu bilgileri verdi: "Bu yıl şu ana kadar giriş yaptığı tahmin edilen Afgan sayısı 2018 yılına göre oldukça az. 2018 yılından beri zaten artan bir Afgan göçü mevcut, özellikle de yaz aylarında artan bir hareketlilik var. Bu yaz yaşananlar önceki yıllardan farklı olmadığı hatta daha düşük boyutta olduğu halde, gündem bambaşka bir şekilde inşa edildi. Bunun peşi sıra bir anda Afganların Türkiye bayrağı indirdiğine ve de Taliban bayrağı astıklarına dair yalan haberler dolaşıma sokuldu. Sonradan bu iki videonun da gerçek olmadığı, birinin Türkiye vatandaşı tarafından yapıldığı diğerinin ise 20’ye yakın ülkenin bayrağının bulunduğu, 2018’e ait bir otelin önü olduğu ortaya çıktı. Ancak tam olarak sıkıntı burada zaten. Önce yalan videolar dolaşıma sokuluyor, sonsuz bir hızda yayılıyor ve ardından gerçek olmadığı ortaya çıksa dahi iş işten geçmiş oluyor. Haftalardır inşa edilen bu söylemin sonunda bir lince sebep olacağı açıktı. Afganlar üzerinden başladı ancak linç Suriyelilere yönelik cereyan etti. 'Afgan cihatçılar ülkemizi istila edecek' diyenler tekbir sesleri eşliğinde insanların evlerinin basıldığını izlediler."

‘GÖÇMEN KARŞITLIĞI VAR OLAN SİSTEM İÇİN MUAZZAM BİR İŞLEV GÖRÜYOR’

Türkiye’de yükselen göç karşıtlığını da değerlendiren Karadağ sözlerini şöyle sürdürdü: "Göç, her coğrafyada emek süreçlerini, kent yaşamını ve toplumsal ilişkileri etkiler. Yeni toplumsal hiyerarşiler ve sömürü mekanizmalarına yol açar. Özellikle Türkiye gibi yoksulluğun ve güvencesizliğin derinleştiği bir yerde, işveren kesimin göçmenleri ucuz işçi gücü görüp kölelik koşullarında çalıştırarak piyasayı buna göre şekillendirdiği bir ortamda, göçmen karşıtlığı var olan sistem için muazzam bir işlev görüyor. Öfkeyi, toplumsal tabakada yukarıya doğru değil, kolektif bir hınç ve şiddetle en alt tabakadakine yöneltmek ancak var olan düzenin işine gelir ve hatta daha da derinleşmesine yarar."

En kolay hedefin göçmenler olduğunun ancak bununla sınırla kalmayacağının altını çizen Karadağ, "Bu şiddet sarmalına karşı bir direnç gösteremezsek, sonrasında bu sefer vatandaşlık kategorisinde olan başka ezilen kesimleri de hedef alacaktır. Mülteci karşıtlığı üzerinden tabanını genişletmeye çalışan muhalefet de bu tehlikeli oyunun altında kalır. Afgan göçüne dair de, şu an bir şey söylemek için erken. Eylül ayından sonra bunun sahada yansımalarını görmek mümkün olacak. Ancak şunu tahmin etmek zor değil, Afganlar üzerinden Suriyeliler özelinde olduğu gibi pragmatik, iç ve dış siyasette jeopolitik manevra alanı yaratacak politikalar izlenmeye devam edecek" dedi.

'KÜRESEL TALANIN SÖMÜRÜSÜ...'

Türkiye'nin göç politikasının nasıl olması gerektiğine ilişkin sorumuzu da yanıtlayan Dr. Karadağ, "Öncelikle, göç, küresel bir mevzudur. Özellikle son 40 yıldır küresel ölçekteki talanın ve sömürünün neticesidir. Türkiye’nin tek başına halledebileceği bir mesele de değil. Ancak tabii Türkiye, 10 yıldır hiçbir kalıcı, eşitlikçi, sürdürülebilir bir sosyal politika izlemeyip kitleleri kendi haline bıraktığı için sömürü ve şiddet sarmalı da büyüdü’’ dedi ve ekledi: "Göçmen ve mülteciler iç ve dış siyasetin bir aracı oldu. Pragmatik, koşullara göre değişen, şeffaf olmayan politikalarla yürütüldü. Özellikle son 3 senede, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) de süreçten çekilmesi ile kayıtsız ve belgesiz olanların sayısı arttı, kayıt olma önündeki bürokratik engeller yoğunlaştı ve dolayısıyla daha da sömürüye açık bir kitle yaratıldı. Sorunuza maddeler halinde çözüm önerileri sunmak zor, hem içerde hem küresel düzeyde eşitlikten ve eşit sorumluluk paylaşımından yana politikalar izlenmesi gerekiyor."

Damla Pınar Uğantaş

'BIKMADAN ANLATMAYA DEVAM EDECEĞİZ'

Gelişmiş Batı ülkelerinin ve BM kurumlarının eşit bir sorumluluk paylaşımına gitmesi için istikrarlı bir politika ve diplomasi izlenmesi gerektiğine dikkat çeken Dr. Sibel Karadağ,  "Yaşadığımız çaresizliğin, gelir eşitsizliğinin, güvencesiz hayatlarımızın, yok edilen tarumar edilen doğal kaynakların sebebi mülteciler değil" diyerek şöyle devam etti: "Arşa dayanmış kadın ve çocuk şiddetinin de sebebi mülteciler değil. Her gün neredeyse iki üç kadının öldürüldüğü bir ülkede, Suriyeli kadın ve çocukların istismarının bir sektör haline geldiği bir ülkede, 'Afganlar, kadınlar konusunda gericiler' diye söylem üretmek riyakarlıktır. Öncelikle bu riyakarlığı bırakacağız ve bıkmadan usanmadan da anlatmaya devam edeceğiz. Hepimiz, ivedilikle, bu kolektif öfkeyi yapısal eleştirilere yöneltmezsek hepimiz bu şiddet sarmalının altında kalırız."

'YAŞANANLAR SON DERECE KAYGI VERİCİ'

Yaşananların, mültecilere yönelik ayrımcı söylem ve pratiklerin toplumdaki etkilerini göstermesi bakımından da son derece kaygı verici olduğunu belirten Uluslararası Af Örgütü Türkiye Kampanyalar Sorumlusu Damla Pınar Uğantaş ise birkaç aydır giderek artan bir biçimde siyasiler ve medya organları tarafından tekrarlanan mülteci karşıtı söylemlere dikkat çekti. Uğantaş konuyla ilgili şunları dedi: ‘’Bu konuda tüm siyasiler ve medya çalışanları sorumlu davranmak; ayrımcı, ırkçı ve nefret içeren söylemlerden kaçınmak zorunda. Öte yandan mülteciler temel haklara erişebilmeli ve ayrımcılıktan, ırkçılıktan, nefret suçlarından etkili bir biçimde korunmalıdır. Bu kapsamda Altındağ’da yaşanan şiddet içerikli eylemlerin sorumlularının bulunması için etkin bir soruşturma yürütülerek bu kişiler yargı önüne çıkarılmalıdır.’’

‘AFGAN MÜLTECİLER TÜRKİYE’YE İLK KEZ GELİYORMUŞ ALGISI YARATILDI’

Basında günlerdir tartışılan ‘Afgan göçü’nü değerlendiren Uğantaş, "Bu konuda öncelikle vurgulanması gereken, muhalefet partilerinin başını çektiği bir kampanya ile Afgan mülteciler Türkiye’ye ilk kez yoğun bir şekilde geliyorlarmış gibi bir algı yaratıldı. ABD’nin çekilme kararı ve Taliban’ın bölgedeki faaliyetlerini artırması ile ülkeden ayrılmak isteyenlerin sayısı artmış olsa da hem gelen göçün boyutları hem de yoğunluğu ile ilgili oluşturulan algı oldukça yanlış. Afganlar, Suriyelilerden sonra en fazla nüfusa sahip olan grup. 2017’de 45 bin, 2018’de 100 bin, 2019’da 200 bin 2020’de 50 bin kişi Afganistan’dan Türkiye’ye gelmiş durumda. Bu yıl Temmuz ayına kadar Türkiye’ye gelen Afgan sayısı 25 bin 643. Afganistan’dan gelenler en ağır çalışma koşullarına sahip sektörlerde, en uzun çalışma saatleri ile çalışan en düşük ücreti alan ve tamamen kayıt dışı bırakılan bir grup. Türkiye’nin 1961 Cenevre Anlaşması’na koyduğu coğrafi şerh dolayısıyla mülteci statüsü alamıyor, toplumsal hayata dahil olamıyorlar" dedi.

Kısa vadeli hesaplarla siyasiler tarafından kullanılan ‘mültecileri ülkelerine gönderme’ söyleminin oldukça riskli olduğuna dikkat çeken Uğantaş uluslararası sözleşmeleri hatırlattı: "1961 Cenevre Anlaşması kişilerin mültecilik statüsü alamasalar dahi geri döndüklerinde risk altında girebilecekleri ülkelere gönderilmesini yasaklar. Afganistan ve Suriye gibi ülkeler mevcut durum itibariyle güvenli ülke olarak kabul edilebilir durumda değiller. Mültecilerin yaşamlarını ve temel haklarını riske sokacak her türlü davranıştan kaçınmak gerekiyor."

'TÜRKİYE AYAKLARI YERE BASAN BİR POLİTİKA OLUŞTURMADI'

Uğantaş'a göre, Türkiye’nin gelen göçler konusunda çok fazla politika hatası var: "Bunların eleştirilmesi ve geliştirilmesi gerekiyor ama burada hedef alınması gereken mülteciler değil politika yapıcılardır. Eleştirilerin muhatabı ve tartışmaların öznesi olarak sığınma hakkını kullanmaya çalışan uluslararası koruma arayan insanları değil politika yapıcıları görmeliyiz. Dolayısıyla siyasilerin söylemleri üzerinden oluşturulan ve sosyal medya aracılığıyla yayılan ayrımcı ve ırkçı söylemlerle beslenmeye çalışılan mülteci karşıtı atmosferi beslemekten kaçınmak gerekiyor."

Türkiye’nin göç politikasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Uğantaş, "Türkiye, uzun süredir yoğun ve kitlesel göç alıyor olmasına rağmen bu konuda ayakları yere basan bir politika geliştirebilmiş değil. Politikalar ve düzenlemeler, tamamen konjonktürel, iç ve dış politikadaki gelişmelere göre yer değiştiren ve belirsizlikler üzerine kurulu bir şekilde sürdürülüyor. AB’nin göçleri AB sınırlarına gelmeden önce engelleme politikasına paralel olarak AB ile imzalanan göç anlaşması da bu kısa vadeli ve sürdürülebilir olmayan politikalara örnek teşkil ediyor. Nitekim 2020 yılının Şubat-Mart aylarında Türkiye’nin sınır kapılarını açma ve mültecilerin Yunanistan’a geçişlerini teşvik etme söyleminin de politik atmosfer değiştiğinde pratiklerin de anında değişebileceğini ortaya koyuyor. Yıllar geçmesine rağmen göçmenlerin Türkiye’deki statülerine ve konumlarına ilişkin herhangi bir gelişme yaşanmadı. Politikalar ve göçmenlere dair veriler şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmıyor’’ dedi.

'GERÇEKÇİ GÖÇ POLİTİKALARI OLUŞTURULMALI'

Uğantaş sözlerini şu şekilde tamamladı: "Siyasiler, otoriteler ve kolluk kuvvetleri dahil olmak üzere tüm kamu görevlileri söylem ve davranışlarında ırkçılığı, ayrımcılığı tetikleyecek davranışlardan uzak durmalıdır. Bu alanda uzmanlaşmış STK’lar ile iş birliği yapılarak uzun vadeli sürdürülebilir ve gerçekçi göç politikaları geliştirilmeli. Politikalarda hak temelli bir perspektif merkeze alınmalıdır. Birlikte yaşam sürdürebilmek için gerekli politikalar geliştirilmeli ve kimse geri dönmesi halinde risk altına girebileceği ülkelere geri gönderilmemelidir."