Hep söylerler: Tarih tekerrürden ibaret. Öyle sahiden. Yukarıdaki şiir parçasını, bugün 7. yılını kutladığımız Gezi direnişine uyarlamak mümkün. Yaşanan tam da oydu çünkü. Coşkuluydu, eğlenceliydi ama 2013 yılının Haziran ayı, acıları da beraberinde getirdi. 29 Mayıs sabahı, polisin, Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesini önlemek için nöbet bekleyen gençlere saldırmasıyla başlayan olaylar parkın işgaliyle sonlandı. Sonrası, zaman zaman hazinleşen bir hikâye.
Bugün, içinde olmaktan gurur durduğumuz bir buluşmanın, Gezi direnişinin yedinci yılını kutluyoruz. Kutlama lafın gelişi: Çok canımız da yandı o günlerde. Yine de geleceğe umutla bakmamızı sağladığı için, kutlanacak bir buluşma bu. Her yıl, tam da bu vakitlerde, Gezi’den söz eden yazılar yazıyorum. Ekseriyetle şarkıları anıyorum, onları bugüne taşıyan seslere, Aylin Aslım’dan Redd’e, Bandista’dan Hakan Vreskala’ya, yanımızda olan isimlere, Gezi’yi şarkılarına raptedenlere selam çakıyorum. Bugün, eski bir yazımdan yol çıkarak başka bir noktaya uzanacağım…
Dört yıl önce BirGün Pazar için yazdığım bir yazı, “Gezi, ‘fetih’ ve korkular…” başlığını taşıyor. Başında Menderes dönemini anmış, 1960 yılının 28 Nisan günü Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesi kampüsünde başlayan (ve ertesi gün Ankara’ya sıçrayan) protestolarda okula giren polis tarafından öldürülen 20 yaşındaki Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz’den söz etmiştim. Ahmet Kaya’nın sesinden bildiğimiz, Büyük Ev Ablukada tarafından yeniden seslendirilen Enver Gökçe şiirini de anmıştım: "Hay bu nasıl devran? / 28 / Nisandı / Yavri / Hey! / Ham / Meyveyi / Kopardılar / Dalından. " Sonrasında, aynı minvalde bir Nâzım Hikmet şiirini de anmıştım: “Beyazıt’ta şehit düşen / silkinip kalktı kabrinden, / ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını / Yıktı Şahmeran’ın mağarasını. " Timur Selçuk’un seslendirdiği şiirlerden biriydi bu ve yine Nâzım Hikmet’in şu şiiriyle tamamlanıyordu: "Kırdılar tazecik yeşil dallarımızı / Kırdılar kitap tutan ellerimizi / Kanına girdiler çocuklarımızın."
Hep söylerler: Tarih tekerrürden ibaret. Öyle sahiden. Yukarıdaki şiir parçasını, bugün 7. yılını kutladığımız Gezi direnişine uyarlamak mümkün. Yaşanan tam da oydu çünkü. Coşkuluydu, eğlenceliydi ama 2013 yılının Haziran ayı, acıları da beraberinde getirdi. 29 Mayıs sabahı, polisin, Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesini önlemek için nöbet bekleyen gençlere saldırmasıyla başlayan olaylar parkın işgaliyle sonlandı. Sonrası, zaman zaman hazinleşen bir hikâye. “Yüksek yüksek koltuklar”da oturanların “destan yazdınız” diyerek polisin sırtını sıvazladığı günlerdi o günler. Gencecik insanların öldürüldüğü günler… Orada kalmadı: Ankara’da, Suruç’ta ve memleketin başka yerlerinde çok canlarımız gitti. Anılarına şarkılar yazıldı, adları bugünlere taşındı. Bugünde kalmayacak, bu şarkılar aracılığıyla isimler yarına aktarılacak; biz gideceğiz ama Ali İsmail, Berkin, Ethem ve diğerleri kuşaklar boyu yaşayacak.
İki gün önce, İstanbul’un fethi, büyük bir havai fişek gösterisiyle kutlandı. Bayramlarda da yapılan bir şey bu: Binlerce havai fişek atılıyor, itirazlara rağmen bu tuhaf gövde gösterisinden vazgeçilemiyor. "İstanbul" ve "fetih" denince akla gelen ilk şarkılardan biri, Grup Baran’in Vedat Türkali’nin şiirinden uyarladığı “İstanbul”: “Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul / Bekle bizi / Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle / Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla / Mavi denizlerine yaslanmış / Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle /…/ Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi / Bekle dinamiti tarihin / Bekle yumruklarımız / Haramilerin saltanatını yıksın / Bekle o günler gelsin İstanbul bekle / Sen bize layıksın." Başka türlü bir “fetih” tasvir ediliyor burada. Gezi Parkı’nda buluşanların hayalindeki “fetih” bu. Korkanların, kendini “saray”ına kapatanların hiç hoşuna gitmeyecek bir “fetih”.
Korkuyorlar. Nâzım Hikmet şiirindeki gibi, “bize türkülerimizi söyletmiyorlar”. İlk Gezi şarkılarından biri olan “Yeni Baştan”a imza atan Grup Yorum, bugün konser veremiyor. Sebebi şu günlerde sokağa çıkmamızı engelleyen musibet değil. İzin vermiyorlar. Korkuyorlar.
Yukarıda bahsi geçen yazının sonunda Nâzım Hikmet’in 1959 yılında yazdığı "Gazete Fotoğrafları Üstüne" başlıklı altı şiirden “Korku” başlıklısını anmıştım: “Korkuyor Adnan Menderes / Üç saata indi uykusu / Korkuyor Adnan Menderes / hiçbir korkuya benzemez / halkını satanın korkusu." Yine bugüne uyarlanabilecek bir şiir. Muhatabını ben söylemeyeyim, siz bulun.
Korkan korksun; kendi adıma ben korkmuyorum. Bunun için Gezi’deydim ve bunun için yedinci yılında hâlâ Gezi’yi savunuyorum. Bana Gezi direnişini hatırlatan şarkı, orada çalınan ya da bizzat yazılan şarkılardan biri değil. Yeni Türkü’nün “Haydi Gel”ini ne zaman dinlesem aklıma yedi yıl önce bugün yaşadığımız günler geliyor; Meral Özbek imzalı sözler, bana o günleri yeniden yaşatıyor: “Öyle mahzun durma / Sen de katıl coşkuya / Seyretmekle hayatın / Renklenir sanma // Öyle yalnız durma / Gel bizimle yollara / Bir başına direnmek / Çaredir sanma // Haydi elele / Dalga dalga / yürüyelim (dans edelim) yollarda // Yürüyelim şarkılarla / İsyan ederken / Yürüyelim alkışlarla / Meydan okurken…”
Birlikte yapılan her şey güzel. Gezi, bize bunu öğretti. Bugün yan yana gelemiyoruz belki ama bu, “birlikte” olmamıza engel değil. Ayrı ayrı evlerde şarkılarla buluştuğumuz şu günlerin sonunda yan yana gelip aynı şarkıları söyleyeceğiz. Elbet olacak bu. O güne dek, bunu uzaktan yapmak durumundayız. Yedi yıl öncesini, birlikte çok güçlü olduğumuz o günleri anmak, bugün bize iyi gelecek. Yarın, bununla kurulacak çünkü.