Sosyal mesafemize bu kadar dikkat etmediğimiz günlerdi. Virüs lafı henüz lügatlarımızın tozlu sayfalarındaydı. Hayat, hızına yetişmeye çalıştığımız şekilde koşturuyor, maçlar olanca fazlalığıyla sürüyor, günler günleri kovalarken herkes evinde kalmanın hasretini içinde hissediyordu.
O günden bugüne çok şey değişti. Sakin şehirlerin sayısı mecburen arttı, hayat akışını yavaşlattı, maçlar perde indirdi ve artık ev özlemleri yerini evden sıkılmalara bıraktı. Ama değişmeyen şeyler de vardı tabii. Irkçılık gibi.
Mesela evde kal günlerinden önceye dönelim. Açılışı 1 yıl ertelenen EURO 2020’nin elemelerindeki İngiltere-Bulgaristan maçında, Bulgar taraftarlar Tyrone Mings ve Raheem Sterling topla her buluştuğunda maymun sesi çıkarmıştı. Nazi selamları ise tabloyu tamamlayan, resmi daha da çirkinleştiren unsur olmuştu.
Sadece milli maçlarla sınırlı değildi tabii ırkçılık. Yerel liglerde de eğer teninizin rengi beyaz değilse, adınız Paul Pogba da olsa Marcus Rashford da olsa ya da Tammy Abraham, Juan Jesus, Dalbert Henrique, Romelu Lukaku, Moussa Marega da olsa ırkçılığın çiğliği ile karşılaşmak zorunda kalıyordunuz. Ki bunlar sadece bir çırpıda hem de yakın zamanda olup da aklımızda kalanlar. Yoksa daha nice insan/sporcu sırf ten renkleri yüzünden ırkçılıkla karşılaştı.
Sonra spor damarları kesildi dünyanın. Aslında sadece spor değil de yaşam damarları hayli büyük yara aldı. Futbol, basketbol, beyzbol, voleybol derken iptaller geldi, insanların 1-1.5 metre yakın durmasına bile izin verilmez oldu. Çalışmak zorunda olan emekçiler dışında herkes evlerine kapandı. Korona virüsü dünyayı sardı/sarstı. Irkçılık ise baki kaldı. Tüm dünya virüse bir çare bulmaya gayret ederken bu seferki ırkçılık maalesef dünyanın adaletsizliğinin itirafı gibi oldu.
Fransız doktor Jean-Paul Mira, kendisinin de dediği 'provakatör' oldu ve virüse karşı yapılan çalışmaların Afrikalılar üzerinde test edilebileceğini söyledi. Gerekçe olarak da Afrika’da insanların maske takmadıklarını, tedavi olmadıklarını ve yoğun bakım ünitesine sahip olmadıklarını belirtti. Yani salt bir ırkçılık yapmış olmadı, aynı zamanda dünyada kurulu düzeni de net bir şekilde ortaya koydu. Zira bu açıklamadan sadece 4-5 gün önce sosyal medyaya Afrika’dan bir görüntü düşmüştü. Bir kişi şöyle diyordu: “Bize virüse karşı sürekli ellerimizi 20 saniye boyunca yıkamamızı söylüyorlar. Ama burada su çok pahalı. Biz bunu yapabilecek kadar zengin değiliz.”
İşte dünyanın kendi haline bile bırakmadığı sömüre sömüre bitiremediği ama bitme noktasına getirdiği Afrika’nın maalesef ki gerçeği bu. Evet Afrika’da insanlar maske takmıyorlar çünkü yok. Evet yoğun bakım ünitesi yok ya da az. Çünkü dünyanın geri kalanı Afrika’yı bu halde tutmak adına her şeyi yaptı! Evet bu insanlar ancak yaşamaya çalışıyorlar. Bu virüsle değil insanlık virüsüyle yüzyıllardır savaşıyorlar. Onlar için iki hayat kaynağı var: Su ve spor. Ki bunlar da ancak bireysel ya da küçük topluluklar için kurtuluş olabilir diyelim. Gerisi yine büyük bir yokluk. Zira sporun da suyun da kurtarabildiği hayatlar var, kurtaramadıkları hayatlar var maalesef.
Peki, bu noktaya gelmesi ve bu noktada kalması için yoğun emek verilen bir kıtanın üstüne daha fazla ne kadar gideceğiz? İnsanlarını açlık sınırında tutalım, denek olarak kullanalım, spor alanlarında ırkçılık yapalım, spor dışında da ırkçılık yapalım. Afrika’nın varlığı dünyanın varlığına feda mı olsun? Yok o kadar da değil. Sadece rahat bırakın bu koca ve siyah kıtayı. İnsanını da değerlerini de yaşamlarını da sporunu da...