Dünya mahvolurken: Niteliksiz Adam

Niteliksiz Adam'da feodalizmin tükenişi ve burjuvazinin yükselişinin ardından dehası ironi ile parlayan yıldızı okursunuz. Her şeyi yakıp yok eden karanlığın üzerinde parlayan birkaç yıldızdan birini...

Abone ol

Zaman savrulur gider birden... 'Mekan' zaten paramparçadır. Kendinizi olmadık bir yerde, olmadık bir durumda buluverirsiniz. Faşizmin en cüretkâr kostümleriyle kol gezdiği ve tek gerçek rakibinin sosyalizm olduğu bir dünyada bir 'liberal' olarak mesela. Üstelik 'niteliksiz' bir adam olarak! "İnsanların satın alınmasını önlemek için paranın kaldırılmasını ve liberal görüşlerin desteklenmesini" önerecek kadar 'saf' bir liberal. (Robert Musil/Günlükler s.224)

Kapitalist gelişimin başlangıcındaki 'şanslı' merkez olan Avrupa'nın, onun en kudretli yıkımlarına da sahne olma şanssızlığı, insanlık tarihinin en kitlesel trajedisine yol açmıştır. Marksizm'in 'emek-sermaye çelişkisi' ile açıkladığı ve bunun dışında -ya da buna bağlanmayan- 'güncel' bir açıklaması olmayan kapitalist büyümenin, krizin, yıkımın ve ancak bunlardan sonradır ki 'tekrar' (insanlık halen bir alternatif yaratamamış durumdaysa) 'büyüme'nin yıkıcı döngüsüdür trajedinin sebebi.

İletişim ve ulaşım olanakları henüz bugünkü seviyede olmayan, teknolojinin üretim üzerindeki etkisi sınırlı, sistemin ezilenlerini henüz 'küre geneli'ne yayamamış, onlarla açıktan savaşını 'terörle mücadele', 'düşük yoğunluklu savaş' vb. kılıflara sokamamış (Afganistan'da yıllardır yaşanan bildiğiniz 'savaş'tır örneğin ama hiç 'savaş' denmez adına) kapitalizm, bunları yapmayı öğrenene kadar doğduğu topraklarda iki büyük yıkım yarattı. Şimdi artık adları 'I. Dünya Savaşı' ve 'II. Dünya Savaşı'. Hakim sınıfların birinci savaşın yarattığı yok oluşun büyüklüğüne ve etkisine sanki sonrakinin provasıymış gibi yaklaşma 'maharetini' gösterebilen bir bölümü, ikinci savaşın kaybedenleri oldular ve uzun süre bellerini doğrultamaz hale geldiler. Onların yerine yenileri geldi. Yeni yıkımlar için saflar tahkim edildi. Yeni, uzun ve 'düşük yoğunluklu' yıkımlar için... Düşük yoğunluklu, yani tümden imha etmeden 'süründüren' yıkımlar.

*

Kapitalist dünyanın egemenleri cephesinden bu şekilde gelişen hikayeyi diğer/ezilen sınıfları düşünerek daha farklı anlatabiliriz. Avrupa işçi sınıfı için üst üste yaşanan iki dünya savaşı 1841'den itibaren başlayan 'proleter devrimler çağı' sonunda elde edilen, başta 'enternasyonalizm' fikri olmak üzere pek çok deneyimi tahrip etmişti. İki savaşın sonunda ise artık sosyalizmin 'dünyanın üçte birine yayılan topraklarda' denendiği, çok daha geniş bir alanda da etkili olduğu yeni koşullar ortaya çıkmıştı. Ancak bu sosyalizm 'deneme'sinin yapıldığı 'merkez', kapitalizmin doğduğu, ona -kitleler halinde canını vererek- can veren işçi sınıfının sayıca ve siyasal gelişim anlamında güçlü olduğu, 'merkez' ülkelerden biri değil, Doğu Avrupa'dan Asya steplerine doğru uzanan bir bölgede yer alan Sovyetler Birliği'ydi.

.

*

Kapitalizmin yükseliş günlerinde, işçi sınıfının üzerine basarak inşa edilen 'refah'ın 'reklamlar' olduğunu, savaşın kitlesel kırımı ile en acı şekilde yaşayarak anlayan Avrupalı aydınlar içinse hikaye daha 'başka'ydı. Onların en iyi anlatıcılarından biri ise şüphesiz Robert Musil'di.

Birinci savaşın önemli aktörlerinden iken ikinci savaşta "Almanya'nın figüranı" durumuna düşmüş Avusturya'nın bir vatandaşı olarak doğan Musil'in, 'Niteliksiz Adam'da yazdığı her satırda, Avrupalı aydının dünya savaşlarında yaşadığı yıkımla baş etme mücadelesini görürüz. Ki bu bile başlı başına kitabı okumak için önemli bir gerekçedir. Anlatılan dönem, birinci savaş öncesidir ancak yazarın romanı yazdığı dönem ikinci savaş öncesi ve sırasıdır. Ne var ki yazarın ömrü, birincisine bizzat katıldığı dünya savaşlarının ikincisinin sonunu görmeye de, kitabını bitirmeye de yetmez. Yine de bize, aynı döneme ilişkin üretilmiş başka pek çok eserin edebi 'kodlarını' bırakmaya yetecek kadar yazabilmiştir.

*

Robert Musil, Avusturya ordusunda.

Yazarın Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nu kast ederek yeni bir isim taktığı ve Ahmet Cemal'in bunu -maalesef onun da ölümü nedeniyle- yarım kalan çevirisinde 'İmpkralya'; M. Sami Türk'ün ise -bir süre önce Aylak Adam Yayınevi tarafından dört cilt olarak yayınlanan çevirisinde- 'Kakanya' olarak Türkçeleştirdiği hayali bir ülkede yaşar 'Niteliksiz Adam' Ulrich.

Ulrich'in yakın arkadaşı, aynı zamanda çeşitli açılardan rakibi olan Walter'a şunları söyleterek başlar Musil onun hikayesini anlatmaya:

"Bugün her şey çöküyor! Zekâ namına dipsiz bir uçurum var! Onda da zekâ var, bunu itiraf ediyorum ama tamamlanmamış bir ruhun gücü hakkında hiçbir şey bilmiyor." (Birinci kitap s.84)

Zekânın da baş edemeyeceği bu tamamlanmamış 'güç' nedir peki?

"Henüz gerçekleştirilmemiş olan o kadar büyük ve iyi şeyler..." mi? (Birinci kitap s.127)

Öyle iyi şeyler ki örneğin:

"...işçi, prens, zanaatkâr her insanın devletin memuru olduğu bir anlayışla..." (Birinci kitap s.137)

"...siyaseti asgari müşterek olan vatan sevgisine bağlamak..." (Birinci kitap s.195)

Peki bunlar ne için yapılacaktır? Ulrich'in, 'hislerini', "sürekli muntazam bir devlet içinde yaşıyor olmanın epey ürpertici bir yanı vardır" (Birinci kitap s.216) diyerek anlattığı devlet ve onun çıkarları için elbette. Burada karşımıza, Kafka'nın eserlerindekine benzer bir durum çıkar. 'Şato'daki K.'nın ve anarşistlerin yaşadıklarına paralel, ancak 'ironik' tarafı onunkine göre daha açık ve vurgulu bir tarif örneğin: Ulrich bir işçi gazetesinde okuduklarının 'sinirlerini bozması' yüzünden sarhoş olan ve o vaziyette 'majestelerine' küfreden bir işçiyi savunurken onunla birlikte gözaltına alınır!

Musil de tıpkı Kafka gibi hikayenin 'ortasında'dır. Ki o zaten şiirlerinde 'kenarda', romanlarında 'ortada' durma kararı almıştır. (Günlükler s.166)

*

'Niteliksiz Adam'ımız devlete karşı 'bireyci' sitemini ve isyanını başka bir yerde ise şöyle anlatacaktır: "Devlet saçma sapan şeylere para saçıyor ama en önemli ahlâki meselelerin çözümü için tek kuruş ayırmıyor. Bu onun tabiatında var, çünkü devlet, varolan en aptal ve kötü insani varlıktır." (Birinci kitap s.357)

Peki hikaye bu minvalde akıp gidecekken dünya ne haldedir?

"Balkan Savaşı var mıydı yok muydu? Bir müdahale yapılıyordu ama yapılan müdahalenin bir savaş olup olmadığını tam olarak bilmiyordu. Zira insanlığı harekete geçiren çok fazla şey vardı. Yüksekten uçma rekoru yine kırılmıştı, gurur vericiydi bu. ... Fransa başkanı Rusya'ya gitmişti, dünya barışının tehlikeye atıldığından dem vuruluyordu. Yeni keşfedilmiş bir tenor Güney Amerika'da, henüz Kuzey Amerika'da bile görülmemiş meblağlar kazanıyordu..." (İkinci kitap s.23)

'Niteliksiz Adam'la paralel olarak Everest Yayınları tarafından yayınlanan Musil'in 'Günlükler'inden, yazarımızın dikkatli bir gazete okuru olduğunu ve ilgisini çeken haberleri not ettiğini öğreniyoruz. Niteliksiz Adam'da da -günlüğüne bu notlardan birini yazar gibi rahatça- anlatıveriyor dünyanın halini 'haberler'le.

*

Ama Musil'de dün ve bugün iç içedir. Haberlere bakar, not alır ve geçmişe çevirir yüzünü: Belki de Ortaçağ teolojisinin ardından gelen ampirik felsefenin 'yeterince güçlendiğinde' kendi içinden gelip 'karışan' muhalefetle 'sığ maddeci' bir duruma ulaşması ve 'tanrıyı arayan' skolastik felsefenin düştüğü tuzağa düşmesidir mesele? (Dördüncü kitap s.105)

"Edebiyatta düşünen bir insanı yansıtmak kadar zor bir şey yoktur maalesef" (Birinci kitap s.153) dedikten sonra sayfalar boyunca bunu yapar durur.

*

.

Orta sınıf bir burjuva olan Ulrich, 'devletin çok önemli bir işi' olan 'Paralel Faaliyet'in organizasyonuna katılmasına vesile olan kuzeni Diotima'ya göre, "kendisini hayata adamaktansa dalga geçip duran biri"dir. Söz konusu 'faaliyet'te yer alan Yahudi iş adamı Arnheim'a göre ise, "düşüncelerinden hayata dair çok temel sonuçlar çıkarmaya ihtiyacı olan biri"...

Yine Arnheim'a göre Ulrich'i 'cazip kılan' onun özgürlük ve manevi katılık 'karışımı'dır ama sahip olduğu çocuksu ahlâki egzotizmin ve kendisini bu egzotizme sevk eden şeyin ne olduğunu bilmeden, daima macera arayan eğitimli aklıyla aslında tehlikeli de biridir.

Oysa Ulrich, her seferinde "tanrı insanı yedinci günde dünya istiridyesinin içine koymuş gibi" bir tavırla konuşmaya başlanmasına karşı, insanın "cüce bir yerkürenin en dış kabuğundaki noktacıklar yığını olduğunu" söyleyecek kadar 'materyalist'tir.

'Paralel Faaliyet' Avusturya Macaristan İmparatoru Franz Joseph'in taç giyme yıldönümü için düzenlenir.

Ve bunu roman boyunca zaman zaman ortaya koyar. Örneğin Arnheim'ın Paralel Faaliyet'teki varlığının orduyu yeni bulunan bazı petrol yataklarını kendisinin işletmesi konusunda ikna etme amaçlı olup olmadığını sorgular. Kendisi de -tıpkı yazar gibi- eski bir askerdir. 'Faaliyet' içinde askeri bürokrasinin temsilcisi olarak bulunan General Stumm'a akıl almaz bir zenginliğe sahip Arnheim'in amacının bu olup olmadığını sorduğunda aldığı yanıt ise, ancak üç anahtarla kilitlenen ama alt tarafı bir elin girebileceği kadar delinmiş tabur kasasının hikayesi olur. 'Askeri sır'lar böyledir...

Stumm'la bir başka konuşmalarında -ünlü katil Moosbruger'i görmek için akıl hastanesine ziyaretleri sırasında, ki bu ziyaretlerle ilgili bölümler bizce kitabın edebi lezzetinin zirveleridir- 'bütün dünyanın silahlandığını' anlatır: Rusların yepyeni sahra topçuları vardır, Fransa askerliğin iki yıl olmasından istifade ederek ordusunu güçlendirmektedir... Ve bütün bunlar bir akıl hastanesinde konuşulur! Dünyada oraya kapatılmayı içindekilerden çok daha fazla hak edenler çoğalmıştır...

Ulrich bu gidişatı gördüğünü ise, 'Paralel Faaliyet'in şefi Kont Leinsdorf'a anlatır: Dünya dün istediğini bugün artık hatırlamaz, yeterli sebep olmaksızın değişen ruh hâlleri içerisinde bulunur, sürekli heyecanlıdır ve asla bir sonuca varamamaktadır. Öyle ki, "eğer bütün insanların kafalarında olup bitenlerin, aslında tek bir insanın kafasında bir araya geldiği düşünülecek olsa o kimse akıl noksanlığından sayılacak bilindik hastalık belirtilerinden birçoğunu alenen ortaya koyacaktır..."

Ulrich, halkları silahlanmaya sevk edenin, tam olarak ağır sanayi ve bankaların talepleri olduğunun farkındadır.

Kitap tamamlanamadığı için ayrıntılar ve nasıl olduğu belli değildir ancak sonunda -aslında bir kültür ve sanat organizasyonu olan- 'Paralel Faaliyet' savaşa yol açar. Ya da zaten aslında bir savaşa giden yolun son durağıdır. Sonuç bir 'modern dünya vakası olarak' Kakanya'nın apaçık çöküşüdür: Demokrasinin hatası, her tür tümdengelim temelinin eksik olmasıydı; demokrasi kurucu zihin durumuna denk düşmeyen bir tümevarımdı. Ve "biz hâlâ tehlikede bulunan ve kendini tehlikeye atan hayvanlarız"... (Dördüncü kitap s.686)

*

Ulrich'e göre 'ticaret ruhu' ile demokrasi 'en büyük savaş teşvikçileri' sayılmalıdır. Önce sınıf, iktidarı ele geçirince de o sınıfın niyetleri değişir. Ardından 'iktidardaykende de savaşa sevk eden vesile' bulunur. (Dördüncü kitap s.689)

Onun düşündüğü 'yeni düzen ihtimalleri' ise şöyledir:

1) Kapalı ideolojiyi açık olanıyla ikame etmek.

2) Açık ideolojiye de en üst seviyeden kanun koymak: Hedef olarak tümevarım.

3) Ruhu, olduğu gibi sabit sonuçlara ulaşmayan, fışkıran, çiçek açan bir şey olarak kabul etmek.

Ancak 'bu sırada' savaş gelir: Dünya artık belki de mahvolacaktır. Savaşa gitmeyi düşünür. Kız kardeşi ve aşığı Agathe ise ona bir şey olursa intihar etmeyi. 'Kan emici finans kapital'in kitaptaki temsilcisi Arnheim artık orada değildir: İsviçre'dedir. Ulrich'i yanıltmıştır, ütopyaları yanlış çıkmıştır, 'insanın güvensizliğe savruluşunu hissetmekte'dir. (Dördüncü kitap s.679)

NİTELİKSİZ ADAM'DAN

ULRICH'E GÖRE...

Ulrich der ki: Bir bilim adamı hiçbir şeyden tiksinmez, icabında güzel bir kanser vakası onu güzel bir kadından daha fazla heyecanlandırır. Bilen kişi hiçbir şeyin hakiki olmadığını ve tüm hakikatin ancak kıyametin kopmasında olduğunu bilir. Bilimin ahlakı yoktur. (Üçüncü kitap s.375)

Ulrich'e göre sosyalizm özel benliği değersiz kılmıştır ancak doğa bilimleri ışık, ısı, ağırlık gibi salt gayrişahsi olaylara ayırdığı "o güzelim özel şeylerle" çoktan sosyalizmin önüne geçmiştir. (Dördüncü kitap s.526)

Niteliksiz adamlar teorisyen olmalıdır! Ve bazıları eser sahibi de olmalıdır. Agathe gibi bazılarının buna ihtiyacı yoktur. Ulrich'in ise arkaplanda bir tane vardır ama oturup yazmak ona 'gülünç' gelir. (Dördüncü kitap s.630)

Ulrich, babasının ölüm haberini alıp cenazeye gitmeye hazırlanırken düşünür: Dünya diye bir şey yok! (İkinci kitap s.415) İnsan başından beri kalbinde taşımaması öğretildiği için kibrinin büyük kısmını ayaklarının altında sürür... (İkinci kitap s.311)

Ulrich stratejik bir sebeple, taburlarını kesin bir kıyıma gönderen bir generalin, ölen askerlerin her birinin birer ana kuzusu olması bağlamında anılırsa, katil olacağını, ama başka düşünceler, mesela kurban vermenin gerekliliği veya hayatın geçiciliği bağlamında anılınca onun derhal başka bir şeye dönüşeceğini savunur. (İkinci kitap s.371)

Irk ayrımcılığının gençler arasında yaygınlaşmasını anlatırken: Hümanist idealin parçalanmasından beri Alman gençliğinin arasında peydah olan şu sayısız küçük ve sınırları belirsiz ruhani tarikatlardan biriydi. Irk olarak antisemitist değillerdi, "Yahudi zihniyetinin" karşıtlarıydılar. (İkinci kitap s.425)

Ulrich'e göre: "Zaten bir çok zengin sosyalistler gibi düşünür. Sermayelerini borçlu oldukları şeyin toplumun tabii bir yasası olmasına bir itirazları yoktur, ayrıca insana anlam verenin mülkiyet olmadığına; aksine, mülkiyete anlamını verenin insan olduğuna tam anlamıyla kanaat getirmişlerdir ve devrimi gayet emin bir şekilde beklerken, o zamana dek fakirlerdense zenginlerin arasında bulunmayı tercih ederler"... (İkinci kitap s.102)

BİR SOSYALİSTLE TARTIŞMA

Niteliksiz Adam'ımız ahbaplık ettiği sosyalist üniversiteli Schmeisser tarafından, 'politik bakışı' nedeniyle sorgulanır. Üstelik politik bir 'bakışı' da yoktur! Musil, kitabının tamamlayamadığı ve taslak olarak kalan son cildinde bu ikilinin arasında geçen bir sohbette, Schmeisser'in gözünden Ulrich'i tanımlar: "Sosyal ve romantik bir burjuvanın en iyi ihtimalle münferit bir anarşistin tekisiniz!"

Ulrich'e göreyse muhatabı, "devrim yapmak istemeyen bir devrimci"dir: "İnsanlığın er veya geç, öyle ya da böyle sosyalist bir organizasyona kavuşacağını daha süvari teğmeniyken biliyordum; deyim yerindeyse Tanrı'nın insanlığa tanıdığı son şans bu." (Dördüncü kitap s.357)

Ancak yine Ulrich "hızlı devrimci" Schmeisser'e göre "bunu sadece bilmekle yetindiği için bir burjuva entelektüeli"dir. Ulrich'in bu tartışmada, "bir yerden sonra" geldiği nokta ise başka konularda da olduğu gibi muhatabını birkaç şaka ya da iğneleyici sözle başından savuşturmaktır. General Stumm'a, Arnheim'a, Walter'a ya da Diotima'ya da zaman zaman yaptığı gibi. O daha çok, zamanının fraksiyonları arasında gezinen, izleyen, anlayan ve bir kenara savurup atan bir 'değerleme uzmanı' gibidir. Böylesi diyalogları edebiyatın konusu yapabilmekse Musil'in büyük gücüdür: Yazarın roman karakterine en yakın olduğunu hissettiğiniz anlar da bunlardır. Bu hissi teyit edense Musil'in 'Günlükler'idir.

ZEHİRLİ ÇEKMECE

Ulrich'in bulduğu şey -ölen babasının- yazı masasının 'zehir gözüydü'. Bu gözde üzerlerine çoğu müstehcen cinsten fıkraların itinayla not alındığı çıplak fotoğraflar, pantolonlarının arkası açılabilen eti budu yerinde sığırtmaç kadınların olduğu mühürle gönderilen kartpostallar, gayet normal görünseler de ışığa tutunca korkunç şeylerin belirdiği oyun kartları, karınlarına basınca türlü şeyler çıkaran oyuncak adamlar ve benzeri nice eşya bulunuyordu. İhtiyar beyefendi bu gözde duran eşyayı çoktan unutmuş olacaktı, yoksa vakitlice yok ederdi. (Üçüncü kitap s.134)

'NİTELİKSİZ ADAM'IN ARİSTOKRATI LEINSDORF

Kont Leinsdorf'un kaleminden aristokrasinin sonunun yaklaşmasının imparator üzerinden tasviri: Halkların delirmişçesine tutturdukları özgürlük talepleri arasında tahta çıktığında anayasayı ve belirli özgürlükleri kabul etmiş ama bunu 'bilgeliği, merhameti ve halkların kültürünün ilerlemesinden duyduğu umut' nedeniyle yapmıştı. Şimdiyse bazı 'fesatçı ve demagojik unsurlar' halkla imparator arasındaki bu güzel ilişkiyi 'bulandırmıştı'. (Üçüncü kitap s.228)

Yine Leinsdorf'a göre 'başında güçlü bir hükümdar olmak kaydıyla' sosyal demokrat bir cumhuriyet hiç de imkansız bir rejim olmazdı. Hatta ona göre 'hakiki sosyalizm de sanıldığı kadar korkunç değildi'. Biraz 'kolaylık gösterilse' kaba kuvvetten vazgeçecekler 'soysuz esaslarını' bir kenara bırakacaklardı. Burada Musil yine Birinci Savaş öncesinde istisnai durumlar dışında burjuvazi ve aristokrasi ile 'ulusal çıkar' temelinde anlaşarak savaş politikalarını destekleyen Avrupalı sosyalist partileri getirir akla... Ve başka bir yerde de "reel politikacı sosyal demokrasiyi bile kullanmalıdır ki onun içinde ilerlemeye ve milliyetçiliğe karşı bir müttefik bulsun" der Leinsdorf. (Dördüncü kitap s.365)

KARDEŞ VE ÂŞIK: AGATHE

Ulrich en büyük aşkını yıllarca hiç görmediği kız kardeşi Agathe ile yaşar. Agathe'ye göre 'aşkın son mohikanları' olacak kadar büyük bir aşktır hem de bu. Üçüncü ciltte ortaya çıkan Agathe bir tür 'niteliksiz kadın' olacak gibidir önce. Yazar belki başta öyle de düşünmüştür ya da bunu kasıtlı olarak yapmıştır. Ancak daha önemlisi kadınla erkek olmaktan kaynaklanan farkın böyle bir şeye nasıl izin vermediğinin/veremeyeceğinin anlatımıdır. Ulrich iyi ya da kötü diye değil ama bir kadın ne kadar benzerse benzesin onun gibi olmayacağı/olamayacağı geriliminden beslenir. Musil'in 'bağımsız' kadının hikayesi kesinlikle bir 'kadın' hikayesidir, erkeğe benzetilerek anlatılan bir kadının hikayesi değil. Ve sonuçta Ulrich'e göre 'erkek kavgaları ve yürekliliği erkeğin imrenilecek tek mutluluğu'dur... Bunu Agathe'nin anlaması da doğaldır ki beklenemez. Ulrich de bu yüzden söylemez zaten:

"Elbette şurası açıktı ki bu noktada söz konusu olan iki insan tipinin varlığı, bir insanın göstermeye muktedir olduğu bütün niteliklere sahip bir adamın aksine ancak 'niteliksiz' bir adamın varlığına işaret edebilirdi. Ona ilahi hayaller kuran bir nihilist de denebilirdi; sabırsız davranış tarzıyla yine bir tür ilahi hayalperest olan, dünyanın farkında olup dünya işleri gören tam bir realist denebilecek bir aktivistten farklıydı. Ulrich, 'Acaba biz niye realist değiliz?' diye merak etti. Ne o ne kız kardeşi, ikisi de realist değildi, düşünce ve eylemleri bu konuda şüpheye yer bırakmıyordu ama birer nihilist ve aktivist oldukları kesindi, yerine göre kâh biri kâh öbürü oluyorlardı." (Dördüncü kitap s.142)

Aristo'daki hodbinlikten (Dördüncü kitap s.160), İncil'deki 'erkekliğe' (Dördüncü kitap s.170) 'meseleleri' olur. Ancak 'son' Ulrich'in günlüğünün Agathe'nin eline geçmesiyle gelecektir: "İkimizin de birbirimize sorduğumuz, 'Nasıl yaşamalıyım?' sorusunun, 'Böyle yaşamalı!' diye cevaplandığı fikrinde Agathe'yle aramda en ufak ihtilaf yoktur. Fakat bu bana bazen delilik olarak görünüyor.' (Dördüncü kitap s.222)

.

'GÜNLÜKLER'DE NİTELİKSİZ ADAM

.

Musil'in günlükleri Niteliksiz Adam'dan izlerle, onu yazıyor olmanın yarattığı etkiyle doludur. Dikkatimizi çekenlerden bazıları şöyle:

- Daha 1930'da yani ölümüne ve romanının yarıda kalmasına 12 yıl kala şöyle yazar örneğin: "Şu sıralar son bölümler üzerine çok kafa yoruyorum. Romanı zamanında bitiremeyeceğimden korkuyorum." (s.19)

Bu sorunu çözmek ve 'sona ulaşmak' için de uğraşır: "61. bölümdeyim. Onu ikiye bölüp biraz genişletecek, 61. ve 62. bölümleri oluşturacağım. Belki bu biraz yorucu olacak ve zaman alacak, fakat böyle yapmam roman için önemli, çünkü sona daha kolay ulaşabileceğim." (s.25)

- Yazarın 'zor anlaşılır' olduğu sıkça öne sürülmüştür. Hatta bunu doğrulayan bir anektodu kendisi anlatır. Bir 'okuma etkinliği'nde Bonadea ve Ulrcih'ten söz edilen bazı bölümleri okuyuculara kendisi okur. Ancak beklediği 'çılgınca' alkışı alamaz. Beğenilmiştir ama bunu yeterli bulmamıştır. Durumu şöyle açıklar: "Dinleyiciler beni çok dikkatle dinledi. Sadece başlangıçta biraz zorluk çektiler. Suç bendeydi. Metindeki hafif alayla ciddiyeti onlara yeterince iletememiştim." Sözünü ettiği 'ciddiyet ve alay' kitap boyunca iç içedir. Ve bunun ayırt edilmesi bazen gerçekten güçtür. (s.20)

- Döneminin sanat dünyası için de tespitlerde bulunur. Örneğin Picasso'nun da dahil olduğu 'Kübizm' akımını 'ırkçılığa' benzetir. Her ikisi de 'sayısız varlığı yok eder' ve 'her ikisinin de abartılı açıklamalarını anlamak için dikkat etmelisinizdir'... Ve 'sadece kübizm kansızdır'. (s.88)

- Musil'in 'alternatif' modeli var mıdır? Eserinde böyle bir gayrete çok girişmez. Ancak Günlükler'inde Nietzsche'ye dayandırdığı bir açıklaması var: 'Federal devlet' ilkesine sahip güçlü demokrasiler. Ki bunların varoluşunun temelini de 'bireyin özerkliği' oluşturacaktır. (s.138) Musil'in kaba hatlarıyla tarif ettiği model ABD'nin kuruluş doktrinini hatırlatıyor ve büyük bir kurtuluş mücadelesi, ardından yıkıcı bir iç savaş üzerine kurulan bu yeni ülke, Niteliksiz Adam'ı yazdığı dönemde Musil için bir 'alternatif' olarak görülmüşe benziyor: "Yazdığım mektuplarda bugüne dek tanımadığım bundan sonraki yaşamımda da tanımayacağım, çağımızın en ileri ülkesi Amerika'ya olan saygımı belirttim..." Bu durum doğaldır çünkü yazar zaman zaman -yine günlüklerinde- ikincisinden ve onun savaşı kazanma olasılığından yana cümleler kursa da Hitler ve Almanyası ile Sovyetler Birliği ve Stalin arasında sıkça 'paralellikler' bulur: "Tanrı şöyle düşünüyor olabilir: 'Birkaç yıl sonra Hitler'le Stalin nasıl olsa ölecek!' Bundan daha belirgin bir ifade olabilir mi?" (s.151)

Ancak bu körü körüne bir ABD hayranlığı değildir. Ki yazar kendisinin de ifade ettiği gibi ABD'yi tanımamamaktadır ve tanıyamayacaktır. Ancak ikinci savaşın ardından Amerikalıların 'özellikle kültürel yaşamı' ellerinde tutacakları gibi isabetli öngörüleri vardır. (s.157) Ya da büyük sermayenin endüstirileşmeyle edebiyatta da 'makineleşme'yi dayatacağı ve 'bir avuç işçi'nin sürekli yeni şeyler bulmaya zorlanacağı gibi. (s.164)

- Peki işçi sınıfı? Musil kitabını yazdığı günlerde Almanya işçi sınıfının halini yine kendisi şöyle anlatıyor:

"Hırsızlık ve soygunculuktan hakkında dava açılmış 23 yaşındaki bir fabrika işçisi bir mektubunda şunu yazmış: 'Bu pis cumhuriyet gerektiğinden uzun yaşadı, insanlar yine monarşinin özlemini çekiyor! Kayzerin yine başa geçmesinin zamanı çoktan geldi!'

Gerçeği söylemek gerekirse, kendi durumundan pek hoşnut değil.

Hayalinden geçenleri kendince doğru bulduğu bir sürü sözle anlatmak istiyor." (s.170)

Marksizmin tanımlamasıyla 'kapitalizmin mezar kazıcısı işçi sınıfı'nın genç bir üyesi 'kayzer' isterken ülkenin faşizm karanlığına sürüklenmemesi zor görünmektedir. Musil buna ilişkin net tespitlerde bulunur. Hem Niteliksiz Adam'da hem diğer yazdıklarında. Ancak çıkardığı sonuçlar 'farklıdır'. Birinci Dünya Savaşı'nda Avusturya ordusunun basın merkezinde birlikte çalıştığı yazar ve gazeteci Egon Erwin Kisch tarafından 1931 yılında kitabı, 'karşıdevrimci' olarak değerlendirilince şu yanıtı verir: "Bir maymun yenip yenmeyeceğini merak ettiği için eline geçen her şeyi ağzına atar. Onun için başka çıkar yol yoktur." (s.174)

- Sovyetler Birliği'nin savaş öncesi tavrını da izler ve değerlendirir günlüğünde: "Şu sıralar Bolşevizm hiçbir şey yapmıyor, bence tarafsız kalıyor. Çoğu insan o istediği gibi davranmıyor diye Sovyetlere öfkeleniyor." (1931/s.202)

- Goethe'nin etkisini görürüz onda. Onun, "Liberalim, her türlü dar kafalı bencillikten uzağım, çıkarcı da değilim. Ancak ne almasını, ne de vermesini biliyorum" sözünün örneğin. (s.225)

- Politika peki? İngiltere'de faşist örgütlenmenin kurucularından Sir Oswald Mosley'in oğluyla Dışişleri Bakanı Sir Antony Eden'in oğlunun aynı kolejde eğitim görmesini ve buna getirilen, "İngiltere'de olur böyle şeyler" yorumunu aktararak şöyle diyor Musil: "Çünkü politika ciddiye alınmaması gereken bir girişimdir! Aksi yapıldığında sonucunun ne olduğunu Almanya'da görüyoruz." (s.262)

- Musil'in ne istediği de 'çoğu kez' belirli değildir. Ve bunu kendisi de dile getirir: "Ben çoğu kez ne istediğini bilmeyen birisiyimdir. Dikkatleri çekmek için sesimi yükseltmek, başkalarına seslenmek, duygularımı mutlaka gerçekleştirmek istemem." (s.314) Musil siyasi olarak liberaldir ama kesinlikle aptal değildir. Faşizmin toplumlar için önsüz ardsız yerden bitme bir 'sürpriz' olmadığının farkındadır. Ona iktidar yolunu açan burjuva demokrasisi ile ortaklıklarını görür. Günlüklerinin 1937'de yazılmış bir sayfasında Mussolini'nin dönemin ünlü İtalyan yazarı Gabriele d'Annunzio'nun cenazesinde kurmaylarıyla birlikte tabut başında saygı duruşunda bulunduğunu hatırlatarak, "Bana göre d'Annunzio iyi bir yazardan çok iyi bir yurtseverdi. Şimdi ise bu gerçeği tersine çevirip: 'İyi bir yurtsever olduğu için iyi bir yazardı' diyorlar. Bunu sadece faşistler mi yapıyor? Bizde durum değiştiğinde Thomas Mann için de aynı şeyi söyleyebilirler." (s.314)

Burada Gabriele d'Annunzio'nun da Musil gibi, Nietzsche'den -özellikle 'Üstün İnsan'dan- çok etkilendiğini ve buradan hareketle burjuva ahlakına karşı çıkan bir yazar ve tıpkı Musil gibi Birinci Dünya Savaşı'na katılmış bir asker olduğunu belirtelim. Musil, yükselişi sırasında Mussolini'ye destek veren bu yazarın yurtseverliğini kendisi de yazarlığından önde görse de bunun 'iyi yazarlığına' gerekçe yapılması şapşallığına karşı çıkıyor. Ancak Almanya'da henüz bir yıl önce vatandaşlıktan çıkarılmış Mann'ın 'durum değiştiğinde' -yani Nazizm sonrasında- benzeri bir durumla karşı karşıya kalabileceğini söylüyor. Burada tıpkı d'Annunzio gibi eserlerinde asıl olarak burjuva ahlakı ile uğraşan Mann'ın (her yazarın edebi nitelikleri bir yana) bir rejim değişikliğinde 'iyi yurtsever' ilan edilebileceğini söylerken iki yazarın benzerliklerine değil faşizmle 'herhangi bir başka rejim' arasındakilere -Almanya söz konusu olduğu için bizim tahminimiz burjuva demokrasisine- dikkat çekmektir. Bunu söylerken örneğin sosyalizm için dememiştir diye söylemiyoruz. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi Musil çok erken bir zamandan itibaren Sovyetler ve Nazi Almanyası arasında kendince bir takım 'paralellikler' öne sürmüştür. Ancak tüm bu söylediklerinden 'pişman' olduğunu da ölümüne kısa bir süre kala anlatır: "Hitler'i cok küçümsemişim. Görüşüme göre zekaca yetersiz birisiydi. Fakat benim görüşlerim yanlış olabilirdi. Galiba ben böyle düşündüğümde kendimi bir Papa sanmıştım! (s.408)

.

Ayrıca tüm bunları kapitalizmin herhangi bir başka model önerisini kollayarak öne sürmemiştir. Bu tutumuyla liberal/radikal demokrat bir çizgidedir ancak tröstlerin ve uluslararası iş bağlantılarının dünya üzerindeki etkisini göremeyecek bir körlüğün esiri de değildir. Niteliksiz Adam'da yarattığı Kont Leinsdorf ve Arnheim bu durumun edebi anlatıcılarıdır. Kapitalizmin ve burjuvazinin 'yetersiz' kaldığına inanır ancak kendisinin 'içinde bulunulan düzenin politik karşıtı olmadığını' da belirtir. "Kişinin güncel politikadan sürekli hoşnut kalması beklenemez" diyerek 'uzlaşmacı' olduğunu ilan eder. (s.344)

Yani o kendince bir 'uyum' arar: "Ben faşizme karşı savaş vermiyorum. Benim savaşım demokrasinin geleceği ve şu andaki uygulaması üzerine!" (s.373)

Ancak şansını çok zorlamaz: "Niteliksiz Adam'ın ilk 200 sayfasını okurken kendimi daha iyi tanıdım. Bana uyan yazı stili hafif alaylı. Bu arada şunu da kavradım, bir yazarın felsefeye gereğinden fazla girmemesi doğru olur." (s.315)

Bir yerde de Niteliksiz Adam'a 'çok fazla düşünce' koyduğunu belirterek bundan duyduğu memnuniyetsizliği dile getirir. (s.365)

Musil'de Avrupa'da feodalizmin tükenişi ve burjuvazinin yükselişinin ardından dehası ironi ile parlayan yıldızı okursunuz. Her şeyi yakıp yok eden karanlığın üzerinde parlayan birkaç yıldızdan birini...

Kendisi ışıldar ancak altı/arkası kapkaranlıktır...