Srećko Horvat’ın, “Gelecekten Gelen Şiir ‘Küresel Özgürleşme Hareketi Neden Uygarlığımızın Son Fırsatı’” adlı kitabı, Kolektif Kitap tarafından, M. Taha Tunç çevirisiyle basıldı. Çıkmaz bir sokağa dalmışız gibi hissettiğimiz bugünlerde metin, somut örneklerle geleceksizlikten kurtulabileceğimizi gösteriyor.
Günümüzde işgal kelimesinin kapsamı durmadan genişliyor. Tek tek bedenlerimiz, duygularımız, yaşama dair arzumuz, eyleme kudretimiz, her şey işgal altına alınmış gibi hissediyoruz. Umuda dair cümleler havada bir yerde asılı kalıyor. Şimdinin içinde sıkışmış hissederken, geleceksizlik de yaşamın belirleyici duygusu hâline gelmiş durumda. Evet, önümüzde duran tablo karamsar, geçmişin dünyada iyi bir yaşama dair tahayyülleri bitmiş, orada kalıp gitmiş gibi düşünüyoruz, kapitalizmin geldiği nokta, neo-liberal devlet politikaları, şimdinin olumsuzluklarına odaklanmamıza, enformasyon hızının da etkisiyle daimi bir kasvete kapılıp gitmemize sebep olurken, bizi geleceksiz bir “şimdiciliğe” hapsediyor. Peki, şöyle düşünebilir miyiz, geçmiş, şimdi ve gelecek, bir süreç olarak tahayyül edilirse ne olur, geçmişte bitip gittiğini düşündüğümüz olaylar, mesela, Türkiye için Gezi bir sürecin parçası, bitmemiş bir tasarı olarak düşünüldüğünde anı veya nostaljik bir duygu olmaktan çıktığında, onu orada bir yerde değil de burada, bir başlangıç ânında düşünsek, anıyı şimdide diriltsek ve zamanı art arda sıralanmış olaylar zinciri olmaktan çıkarıp, bugünde yaşananı, geleceğin habercisi bir an olarak kabul etsek ne olur?
Srećko Horvat, “Gelecekten Gelen Şiir ‘Küresel Özgürleşme Hareketi Neden Uygarlığımızın Son Fırsatı’” adlı kitabında, bir gelecek arkeolojisi yapıyor, arkeoloji denince kafamızda beliren genellikle geçmiş oluyor, yazar bunu tersine çevirmeye çalışıyor çünkü dönemin en belirgin duygusu bahsettiğimiz gibi geleceksizlik. Dünyanın tüm türleri tehlike altında, iklim krizi artık gelecek bir felaketi değil şimdi içinde bulunduğumuz zamanda kendisini hissettiriyor, Covid-19 binlerce insanın yaşamını tehdit etmeye devam ediyor ve bu kapitalizmin dünyaya verdiği zararın doğal sonucu. Bununla birlikte gelen kriz, dünyanın sonu tartışmalarının yerini “ayın sonu” tartışmalarına bırakıyor çünkü ekonomik belirsizlikler, kapitalizmin ve devletlerin bitmeyen krizleri, devamlı borçla yaşama insanları “ayın sonu”nu nasıl getireceğiz endişesine hapsetmiş durumda. Covid-19 sınıflar arası eşitsizliğin her biçimini daha görünür kılarken, zenginler felaketler yokmuş ya da gelecekte felaket beklemiyorlarmış gibi görünüp kendilerini kurtarma senaryolarının peşine çoktan düştüler. İklim krizi tehlikeli boyutlara ulaşırsa Mars’a kurulacak kolonilerin hesabını yaptıkları, kendilerini kurtarabilecekleri adalar satın alıp şimdiden stok yapmaya başladıkları düşünülürse, aslında her şeyin farkındalar ama onların gelecek tahayyülü sadece kendilerini kurtarmaya yönelik.
Ayrıca, göçmenler dünyanın artık bedenleri olarak görülüyor, onlara karşı duvarlar her gün yükselirken, “kamp”ın yeni biçimi artık onlar için inşa ediliyor, her türlü hukukun askıya alındığı bu kamplar bize adım adım yaklaşan başka şeyleri haber veriyor ki Horvat, kitapta bunun nereye gidebileceğini açıkça gösteriyor.
Amerika’da, Trump’ın kadın politikalarına karşı yapılan bir eylemde kullanılan bir pankartta şu yazıyor: “Margaret Atwood’un hikâyesi yine kurmaca olsun!” Bunun gösterdiği şey çok açık, distopyalar artık dünyaya dair bir öngörü değil, şu ânın gerçekliği. Çünkü pankartın “Damızlık Kızın Öyküsü”ne yaptığı gönderme, Trump’ın kürtaj politikaları ve bu konuda geçirdiği yasalar kitabın öngörüsünü apaçık gerçeklikler olarak karşımıza çıkıyor.
Srećko Horvart tüm bunlardan bahsediyor, kendi deyimiyle “bilinçli felaket tellallığı” yapıyor, öncelikle nasıl bir dünyada yaşadığımızı hatırlatıyor ancak o bu hatırlatmaları karanlığı daha da kara göstermek için yapmıyor, tüm bunları nasıl herkesi kapsayan bir direniş biçimine dönüştürebiliriz, geleceği nasıl inşa edebiliriz, sorusunun peşine düşüyor. Geçmişi unutmadan ama ona yapışıp kalmadan, farklı gerçekliklerin aynı dünyanın sorunu olduğunu görerek, şimdide “adım adım” gerçekleşenin, geçmişin deneyimlerinde “adım adım” gerçekleşenle bağını kurarak, şeffaflık politikasını devamlı gözetim için araç kılan, bizi bir çembere mahkûm eden şirketleri, teknolojiyle desteklenen sahte bir teolojinin peşine düşüp gittiğimizi, makinesel köleleşme zincirinin bir parçası hâline nasıl geldiğimizi gösteriyor.
Horvat, ilham verici bir çıkış fikri geliştirmeye çalışıyor. Çünkü ona göre, “bildiğimiz dünyanın sonundaysak eğer, yeni bir tane yaratmanın tam zamanı demektir.”
Srećko Horvat, şimdilerde özgürleşmenin imkânını geçmişten bugüne dünyanın direniş belleğini, distopik metinleri, sinemayı, dizileri işin içine katarak tartışıyor, gerçeklikle kurmaca arasındaki sınırın nasıl belirsizleştiğini fark ediyoruz böylece. Tüm kimlikleri, sınırları aşan küresel bir özgürleşmenin gerekliliğini anımsatıyor ve bu konuda teorik bir çerçeve sunuyor. Metin çok ayrıntılı ama kitabın önemsediği birkaç teoriden bahsetmek istiyorum. Yazarın “fetişist inkâr” olarak bahsettiği konu oldukça önemli bana kalırsa, bununla kast edilen dünyanın tüm sorunlarının farkında olmak, bu farkındalıkla harekete geçmek ama genellikle bunun yerini “fetişist kıyametçilik” adı verilen durum alıyor. Bu kavram, biliyor ama bir şey yapmıyoruz demenin ötesinde, “biliyoruz ve hazırlanıyoruz”u getirse de bu hazırlığın kapsamı sadece zenginleri içine alıyor. Yazarın deyimiyle, “ ‘Fetişist Kıyametçilik’, kıyameti önlemek adına şu an ne yapabiliriz sorusunu dert edinmez. Daha ziyade, gerçekleştiği zaman nasıl hayatta kalabileceğimizi -daha da netleştirirsek, mega zenginlerin nasıl hayatta kalabileceklerini- dert edinir.” Bir taraftan iklim krizi gibi dünyanın önemli sorunları inkâr edilirken, diğer taraftan çoktan kendi kaçış planlarını hazırlamaya girişmiş mega zenginlerin söylemi olarak görebiliriz bunu. Bu iki fetişizmin ortaklaştığı nokta alternatif olmadığı üzerine kuruluyor, kıyameti önleyecek herhangi bir çözüm yok. Horvat, böyle bir durumda ihtiyacımız olan şeyin Fransız filozof Jean-Pierre Dupuy’nin “bilinçli felaket tellallığı” olduğunu düşünüyor. Bu sorunsallaştırma, “imkânsız olarak görülebilecek olanın (örneğin küresel ölçekli bir ekolojik facia veya Mahşere neden olacak nükleer savaş) mevcut bilgimiz temelinde yine de kaçınılmaz olduğunu ileri sürer. Bu facialardan birinin alın yazımız olduğunu farz edersek, yapabileceğimiz bir şey de olmalıdır. Bu alın yazısını olası kılabilecek koşulları alın yazısı gerçekleşmeden değiştirilebiliriz.” Böyle bir bakış bizi inkârcılıktan kurtarabilir, bir şeyin olacağını kabul etmek örneğin, iklim krizi konusunda bunu yapsaydık, inkâr etmeden çok daha önce önlemler alınmasını dayatsaydık, yaşam biçimlerimizi sorgulasaydık belki şimdi kapımıza dayandığını hissettiğimizde bu kadar çaresiz hissetmezdik. Dahası önceden bunu görmüş olmak ve “bilinçli felaket tellallığı” yapmak, geleceğe de müdahale etmek anlamına gelirdi ki Horvat’ın “geleceğin şiiri” olarak bahsettiği durum fikrimce bununla da ilişkileniyor. Olabileceğini hissettiğimiz olumsuz bir şeye şimdide müdahale etmek gerekiyor çünkü bu geleceği de inşa etmek anlamına geliyor.
Horvat, dünyanın geçmiş deneyimlerinin “adım adım” gerçekleştiğine dikkat çekiyor. Örneğin, Holokost da böyle gerçekleşti, o dönem Almanlar kamplardan haberleri olmadığını söylediler, günümüzde ise her şeyden haberdarız, atılan her adımı görüyoruz. Bu adımların geleceğimizi belirleyeceğini biliyoruz böyle bir durumda karşı kendi adımlarımızı atmamız gerekiyor, şimdide atacağımız adım, geleceği belirleyecek adım olacak. Sadece coğrafyamızda yukarıdakilerin son bir haftada attığı adımların yaşamın geleceğini nasıl etkileyebileceğini tahayyül edebiliyoruz değil mi, böyle bir durumda geleceğin ne olacağına yönelik şimdide atacağımız karşı adımlar kıymetli hâle geliyor.
Tüm bunların yanında Horvat, “iyimser olmayan umut” perspektifinin önemini hatırlatıyor, Terry Eagleton’ın sorunsallaştırdığı bu mesele önemli çünkü ona göre, iyimserler değişim için lüzum görmezler ve muhafazakârdırlar çünkü iyi bir geleceğe duydukları inanç, şimdinin özünde iyi olduğuna dair duydukları güvenden kaynaklanır. Kitapta gösterildiği gibi, dahası içinde yaşadığımız için biliyoruz ki şimdi iyi değil o zaman hareketlerimizi ona göre belirlememiz gerekiyor ki geleceğin inşasına şimdiden başlayalım. Yazar bu meseleyi somut örneklerle ele alıyor ve bu perspektifin geleceğin inşasında nasıl önemli olabileceğini gösteriyor. Yazarın bu bağlamda önemsediği bir diğer kavram da Enzo Traverso’nun “sol melankoli kavramı”. “Sol melankoli” geçmişle bağımızı korur, melankolinin yas ile farklılaştığı nokta önemlidir burada, ikisinde de kayıp bir nesne vardır ama yasta nesnenin yokluğu bir süre sonra unutuşa bırakılabilir. Melankolide ise kayıp ile özdeşleşilir, onu geride bırakamaz yaşamımızda taşırız. Geçmiş deneyimlerle ilişkilendiğinde “solun melankolisi” önemlidir çünkü otoritelerin unutturmaya çalıştığı devrimler, ani kopuş hareketleri, geçmişin devrimci öncüleri şimdiye taşınır. Geçmişle bağımız tesis edilirken, melankoli dönüştürücü olabilir çünkü kitapta Traverso’dan aktarıldığı gibi; “esas dönüştürücü olan, yas değil melankolidir. Ütopyalar sona erdiğinden, tutulan yasın üstesinden gelmek, düşmanla özdeşleşme ile de sonuçlanabilir; yani kaybedilmiş mücadelelerin yeri kapitalizmle doldurulabilir.” Kısacası, “solun melankolisi” geçmişin devrimci anlarını, felaketlerini, şimdide, yanımızda taşımamızı sağlarken, onun yerine koyulmak istenene karşı çıkmamıza vesile olur. Ve deneyimlerimizi geçmişte olup bitmiş olarak kabul etmemizin önüne geçerek, şimdide onu canlandırmamızı sağlar, bitmeyen şey yarım kalmıştır ve onu tamamlamak bize geleceğe doğru yön tayin eder.
Srećko Horvat’ın, “Gelecekten Gelen Şiir ‘Küresel Özgürleşme Hareketi Neden Uygarlığımızın Son Fırsatı’” adlı kitabı, Kolektif Kitap tarafından, M. Taha Tunç çevirisiyle basıldı. Çıkmaz bir sokağa dalmışız gibi hissettiğimiz bugünlerde metin, somut örneklerle geleceksizlikten kurtulabileceğimizi gösteriyor, ama şuna da dikkat çekiyor, dünyanın sonuna yaklaşıyoruz, böyle devam etmememiz gerekiyor, kitabın benim açımdan kıymetli yanı boş bir iyimserlik sunmaması, yaşadığımız gerçekliği yüzümüze buz gibi su etkisiyle çarpması. Sıkıştığımız şimdi aslında geleceği belirliyor bunun farkında olursak, sınırsız, kimlikleri aşan bir dünyanın geleceği için adım atabiliriz. Hem geçmişin hem de gelmekte olanın bir ve aynı anda mevcut olduğunu görmek, günlük yaşamımızın bir parçası hâline gelmiş distopik gelecekten küresel bir farkındalıkla çıkmak ve geleceği şekillendirmek… Neden mümkün olmasın, başka bir dünya hayali sona ermişse bile, kitapta bahsedilen o sloganda olduğu gibi, “Dünyanın başka bir sonu mümkün.” Olamaz mı?