Donatella Di Cesare, “Egemen Virüs ‘Kapitalizm Nefessiz Bırakır’” adlı kitabında çoğumuzun aklından geçen ama biraz da gelecek tepkilerden korkup içinde tuttuğu, temkinli konuştuğumuz meselelere cevap arıyor. öncelikle sınır tanımaması açısından korona virüsünü, egemen virüs olarak değerlendiriyor yazar. Ve virüsle birlikte yaşamda meydana gelen değişikliklerin ayrıntılarına girerek, kapitalizm mi virüs mü bizi nefessiz bırakıyor sorusunu açmaya çalışıyor.
Korona virüsü, kendisini dünyanın hükümranı zannedenlerin egemenliğine karşı bir egemen virüstür diyebilir miyiz? Bu soruya şu açılardan yanıt bulabiliriz. Duvarların durmadan yükseldiği, “yabancıya”, göçmene sınırların kapatıldığı bir dünyada yaşarken, Covid-19 sınır tanımazlığı açısından, egemen virüstür. Tüm dünyayı etkisi altına alırken, sözde vatanseverlerin kendilerini içine kapattıkları o duvarları aşarak hiç kimseyi yarattığı tehlikeden azade kılmayarak, egemenliğini ilan etmiştir. Politikacıların sahneyi terk ederek, dünyayı uzmanlara ve bilim insanlarına teslim etmek zorunda kaldıkları bir dünya bu aynı zamanda. Ama diğer yandan da korona virüsü bahanesiyle kendi tahakküm biçimlerini insanlığa dayatmak için virüsü işlevselleştiren politikacıların da zamanı. Bu nedenle virüs hakkında konuşmak çelişkili bir yan içeriyor, bir şekilde yeterli tedbirlerin alınmasını arzularken, diğer taraftan hukuku askıya alan, bir kararname ile hayat üzerindeki söz hakkını elinde bulunduran egemenleri düşünmek zorunda kalıyoruz. Bu da virüsün çok tartışılmasına neden oluyor çünkü bildik teoriler üzerinden anlamlandırma çabası bir yerde çıkmaza girebiliyor. Ama dünyanın bilgi ve deneyimleri virüs üzerine düşünürken, hele ki devlet ve politikacılarla yüzleşmişseniz, tartışmanın gerekliliğini de hatırlatıyor.
Şu an içinde yaşadığımız kaygı ve korku ile sarılmış bedenimizin çok ayırt edemediği pek çok uygulamanın, virüse özgü olmayabileceği, otoriter yöneticilerin tahtlarını sağlamlaştırdıkça, sağlamlaştırabilecekleri düşüncesini bir kenara atmak ne kadar doğru, bunu da zihnimizin bir köşesinde tutmak, virüs sonrası dünyayı düşünmek zor olsa da bunu yapmak mı gerekir?
Donatella Di Cesare, “Egemen Virüs ‘Kapitalizm Nefessiz Bırakır’” adlı kitabında çoğumuzun aklından geçen ama biraz da gelecek tepkilerden korkup içinde tuttuğu, temkinli konuştuğumuz meselelere cevap arıyor. Başta da bahsettiğimiz gibi, öncelikle sınır tanımaması açısından korona virüsünü, egemen virüs olarak değerlendiriyor yazar. Ve virüsle birlikte yaşamda meydana gelen değişikliklerin ayrıntılarına girerek, kapitalizm mi virüs mü bizi nefessiz bırakıyor sorusunu açmaya niyetleniyor. “Psiko-politika”, “biyo-politika”, “kapatılma”, “istisna hâli” gibi bu konuyla ilgili tartışmaların da odak noktasında olan kavramlar üzerinden, başka bir bakış açısı geliştirmeye çalışıyor. Aslında bir bakıma bugüne kadar dünyayı yorumlarken işlevsel kıldığımız bu kavramların virüsle yaşarken ve sonrasında hangi anlamlara gelebileceği üzerine düşündürüyor. Bahsettiğimiz gibi aşina olduğumuz bu kavramlar salgın döneminde bizi çıkışsız da bırakabiliyor.
Örneğin, Foucault’nun “kapatılma” teorisini hepimizin evlere kapatıldığı bir dönemde nasıl yorumlayabiliriz? Birçok insan işini dijital mecralara taşımak zorunda kalmışken, psikopolitika veya dijital-panoptikon hakkında ne söyleyebiliriz? Anlatmaya çalıştığım daha önce kullandığımız kavramlara dokunarak yaptığımız her yorumun, korona virüsü söz konusu olduğunda hem geçerli hem de geçersiz olabilmesi. Bu nedenle Donatella Di Cesare, “Egemen Virüs ‘Kapitalizm Nefessiz Bırakır’” kitabında zor bir işe girişiyor, bunu en baştan hatırlatmalı.
'ENDİŞELİ BİR BEKLEYİŞTE'
“Herkes bir pencereden diğerine gözünü dikmiş, dikkatlice izliyor. Kaldırımda iki tanıdık yüz karşılaşıyor, ama selamlama, diğerini caydıran, mesafe isteyen acı bir jeste dönüşüyor. Roma, bu sonsuz şehir, yüzyıllardan sonra nefesini tutmuş. Soluksuz kalmanın dehşetinde, endişeli bir bekleyişte…”
Kitabın hemen girişindeki bu cümle aylardır içinde yaşadığımızın iyi bir tasviri... Elbette yazarın İtalya deneyimi, bizim coğrafyamızda deneyimlediğimizden epey farklı yanlar içeriyor. Ancak “soluksuz kalmanın dehşetinde, endişeli bir bekleyişte” cümlesi sanıyorum salgının tüm dünyada etkisini hissettirdiği düşünülürse, hepimiz için geçerli. Düşünür, dünyanın yakın geçmişinden örneklerle -mesela 11 Eylül gibi- şimdinin farklı olduğunu hatırlatıyor, 11 Eylül veya son yıllarda yaşanan terör saldırıları karşısında eğer orada değilsek, izleyici konumundaydık. Korona virüsü farklı, kitabın cümleleriyle ifade edersek: “Şimdi ise görünmez, elle tutulmaz, uhrevi, neredeyse soyut koronavirüs vücudumuza saldırırken sadece izleyici değiliz, kurban durumundayız. Havadan gelen bu saldırı karşısında kimse güvende değil. Virüs sinsice nefesinizi hedefleyip onu sizden alarak korkunç bir ölüme neden oluyor. Bu nefessiz bırakan bir virüs.”
Elbette bugüne kadar olan tanıklığımız virüsün herkesi aynı biçimde kurbanlaştırmadığını da gösterdi, evde kalamayanlar, fabrikalarda, sokakta, markette, kargo şirketinde çalışanlar tehlikeye daha açıktı ancak bir şekilde herkesin yaşamını etkilemesi bakımından, dünyanın yakın geçmişinin deneyimlerinden farklılaşan bir yanı olduğu düşüncesine katılmak gerekir. Bu bir kriz; hem dünyanın diğer yaşayanları hem de insanlar için ama öncesi de var.
“Açlık, sosyal eşitsizlik, savaş, terör, küresel iklim felaketi ve kaynakların tükenmesi gibi etkileri olan adaletsiz, yozlaşmış ve köhnemiş ekonomik sistem nedeniyle son yıllarda artan değişim arzusu gizlenemez” diyor, Donatella Di Cesare ve bunlardan yola çıkarak bunun bir “imdat freni” olup olamayacağını sorguluyor. Yıllardır aslında tüm bu sorunlardan yılmış bir şekilde, beklemenin içinde kaybolduğumuz düşünülürse en azından dünyanın muhalifleri için olaya bu açıdan da bakılabilir. Çünkü kitapta da sıklıkla belirtildiği gibi virüs kapitalizmin adaletsizliğini en göze görünür biçimde deşifre etti. Artık daha fazla insan aynı devam edilemeyeceğinin farkında belki de. Ama bu konuda konuşurken hâlen içinde yaşadığımız ve nasıl sonuçlanacağı hakkında çok fikrimiz olmayan bir şeyden bahsettiğimizi hep akılda tutmak gerekiyor.
VİRÜS ÖNGÖRÜLMEZ DEĞİLDİ
Kitabın dikkat çektiği bir mesele de virüsün öngörülmez olmadığı, örneğin 2019 yılında DSÖ uzmanlarından oluşan Küresel Hazırlık İzleme Kurulundan bir ekip, şöyle bir rapor yayınlıyor: “Bir küresel salgın tehdidiyle karşı karşıyayız. Hızlı hareket eden bir patojenin on milyonlarca insanı öldürme, ekonomileri tahrip etme ve ulusal güvenliği istikrarsızlaştırma potansiyeli var.”
Donatella Di Cesare 'peki bu neden boşlukta yankılandı?' sorusuna cevap ararken, konunun akademik kapitalizm ile ilişkisini kuruyor, ona göre bu tür durumlarda: “Bilgiler sunulur, tavsiyeler verilir, beklentiler açıklanır ancak tüm araştırmalar devlet kütüphanelerinde, bakanlık toplantılarında kalır. Bilim insanlarının çabaları etkisiz bir literatür çalışmasına indirgenerek sonlandırılır.”
Dünyayla ilgili hayati konularda gerçekten olan budur, asıl konuşulması gerekenler gündelik siyasetin içinde erir gider, bunun en önemli göstergesini ekolojik sorunlara bakışta görürüz, sanki bambaşka bir evrenden sesleniyormuşsunuz gibi yankılanır söylenenler, düşünür de buna dikkat çekerken, dünyanın sonuna dair yazdıklarıyla, Haraway, İsabelle Stengers gibi isimlerin çalışmalarını hatırlatıyor ve bundan bahsederken, Günther Anders’in “ufukta gözüken insanlığın intiharına karşı uyarısını” örnekliyor. Ancak Anders’in yazdığı zamandan beri çok bir şey değişmedi: “Nükleer kıştan küresel ısınmaya geçtik. Her şey aynı kaldı, tüm farkındalığa rağmen, ekolojik felakete yönelik yarış durmadı.”
BAĞIŞIKLIK PARADİGMASI
“Egemen Virüs” kitabında ilgimi çeken bir kavram da “bağışıklık paradigması”... Bu kavram, özellikle enfekte olanların acıları karşısında övünen bağışıkların ruhsuz, soğukkanlı tavırlarının temeli olarak görülüyor. Bağışıklık paradigması anestezi demokrasisinin tarihinin bir parçası olarak değerlendiriliyor ve narkokapitalizm kavramı ile ilişkilendiriliyor. Buna göre; “bağışıklama aynı zamanda anestezi anlamına gelir. Bireyler acıyı hissetmeden, öfke patlaması yaşamadan korkunç adaletsizliklerin izleyicisi olurlar. Felaket, bir iz bırakmadan ekran boyunca akıp gider.”
Konu bağışıklık demokrasisi ile de açıklanabilir, bu demokrasi biçimi bireye, ona zarar gelmeyeceğini düşündürür. Özellikle Amerikan demokrasisinde geçerli “bana dokunma” modelinin yansımasıdır. Kişiler demokratik hakları sadece kendileri üzerinden biçimlerler bu anlayışta. Liberal politik tahayyülün getirisidir, birey katılım talep etmez, koruma talep eder. Sadece kendi fikirlerinin, bedeninin korunması yeterlidir. Buna benzer olarak, demokratik anestezi hissiz bırakır, sorunu sadece kişinin kendi ahlâki tutumuna indirger, başkasını kapsamaz, dışarıda tutar. Böylece, pandemide dünyanın dayanışmada neden sınıfta kaldığını da biraz olsun açıklayabiliriz, demokrasiyi sadece kendi söz hakkının güvencesi olarak görmek “demokrasinin demokratikleştirmesi”nin de önünü kapatır ki Donatella Di Cesare buna da dikkat çekiyor.
“Egemen Virüs ‘Kapitalizm Nefessiz Bırakır’” adlı kitabında, Donatella Di Cesare, hâlâ içinde yaşadığımız için konuşması ve anlamlandırması zor bir konuyu İtalya tanıklığını da işin içine katarak tartışıyor. Kitap, Pinhan Yayınları tarafından, Balkır Uysal çevirisi ile basıldı. Metin, bir anlamda aklımızdan geçen, henüz adını koyamadığımız bugünler hakkında konuşmaya cesaret ettiriyor çünkü bu deneyim dünyanın sonrasını tahayyül etmeyi zorlaştırırken, diğer yandan nasıl olmaması gerektiği hakkında bize çok şey söylüyor en azından kapitalist bir dünyanın artık yaşamın nefesi için tehlikeli olduğunu daha yüksek sesle söylemenin yolunu açıyor.