Çağdaş sanat programının küratörlüğünü Fulya Erdemci ve Kevser
Güler'in üstlendikleri Cappadox'un kavramsal çıkış noktası
Baydar'ın ilk kez 1990'da Cumartesi Yayınları'nca basılmış aynı
adlı kitabındaki, "Dünyadan çıkış yollarını, yalnızca odalara
kapatılmış çocuklar bilir,"cümlesine yaslanıyor.Baydar, eylemin
yetersiz, hatta imkânsız olduğu koşullarda, doğrudan sanatın
açabileceği yollara ve imgesel alana atıfta bulunuyor,
özgürleşmenin imkânı olarak şiirsel eylemi –anlam üretimini ve
dünyayı yeniden kurmayı– öneriyor. “Dünyadan Çıkış Yolları”,
gerçekliğin dayandığı olgusallığın karşısında henüz var olmayan,
görünür olmayan, ama gelmekte olan dünyayı çağırıyor.
Cappadox,ile ilgili bilgilere yaslanarak anons etmemiz
gerekirse, bünyesinde müzik, çağdaş sanat, gastronomi ve açık hava
disiplinlerini buluşturan bir yerel ve ulus aşırı kültür sanat
buluşması olarak tasarlanmış.
Etkinliğin ayrıntılı programına cappadox.com adresi üzerinden
ulaşılabilirken, bu yılki müzik programında EmmaShapplin, Mercan
Dede, Rhye, Peter Broderick& David Alfred İkilisi, AcidPauli, Kaan
TangözeOcean vsOrientalisvs İlhan Erşahin, Büyük Ev Ablukada
'Fırtınayt' ve Kalben gibi sanatçılar bulunuyor. Müzisyenlerin,
Cappadox’a özel tasarlanarak dönüştürülen sahnelerde doğayla iç içe
çalmaları bekleniyor. Bu yılki konser mekânları arasında ise
Bezirhane, Perili Ozanlar Vadisi, Güray Müze ve Uçhisar Çiftlik Evi
gün batımı konserlerinin gerçekleşeceği Kızılvadi, bulunuyor.
Katılımcılar bu yılilk kez, şef Mustafa Otar imzalı gastronomi
deneyimlerinin yanı sıra, aşağıda gün be gün bulabileceğiniz ilginç
açık hava faaliyetlerini de tecrübe etmeye gün sayıyor.Cappadox
2017’de, katılımcılar Doğada Açık Ateşte Pişirme, Gurme Tadım,
Cappadox Piknik gibi etkinliklerle, doğal ve samimi bir gastronomi
deneyimi yaşayacak.Otar önderliğinde ateş başında buluşulacak
Doğada Açık Ateşte Pişirme ile katılımcılar etten, sebzeye, ottan
ekmeğe kadar, ateşin farklı uygulamalarla yiyeceklere lezzet
kattığı zengin bir menü deneyimleyecek.
Cappadox Piknik ise bu yıl Anadolu’nun hikâyelere konu olan
düğün yemeklerini katılımcılara sunacak. Kapadokya’nın
karakteristik üzümlerinin Türkiye’nin peynirleriyle uyumunu ortaya
koyan Gurme Tadım ise Levon Bağış ve yemek kültürü araştırmacısı,
yazarı Nilhan Aras'ın anlatımıyla yapılacak.
Etkinlikte bu yıl da sessiz yürüyüşler, vadi yürüyüşleri, koşu,
bisiklet turları ve yoga etkinlikleri ile dolu bir açık hava
programı var. Katılımcılar Güvercinlik Vadisi, Yalınız Söğüt,
Göreme & Soğanlı, Meskendir Vadisi, Gomeda Vadisi, Avanos Vadisi,
Göreme Vadisi, Zemi Vadisi, Bozdağ, Kızılvadi’de, günün farklı
zamanlarında coğrafyanın zorlu koşulları ve büyüleyici atmosferine
şahit olacak.
Etkinliğe bu yıl katılan çağdaş sanatçılar ise heykelin güncel
imkân ve tezahürleri üzerine yeni deney ve denemeler yapıyor,
heykelin içinde bulunduğu mekân ve bağlamla ilişkisi üzerine
çalışıyor. Chapuisat Kardeşler, Deniz Gül,Erdağ Aksel,
GuillaumeBijl, HéctorZamora,İris Ergül, Mehmet Ali Uysal,Nermin Er
ve Yaşam Şaşmazer kendi heykel pratiklerini bu coğrafya üzerinden
tekrar düşünürken,Alper AydınveKarin Sander ise coğrafyaya dair
performatif öneriler getiriyor.
Kapadokya’nın değişik katmanları üzerine araştırmalar yapan
AnnikaEriksson, Lara Favaretto, Serkan Taycan ve Yasemin Özcan da
bu araştırmalarını farklı formatlarda izleyicilerle paylaşacak.
Halil Altındere’nin çekimlerini kısmen Kapadokya’da
gerçekleştirdiği, “Uzay Mültecisi” (2016) de Çağdaş Sanat Programı
kapsamında katılımcılarla buluşacak.
Program kapsamında flora yürüyüşleri, jeoloji gezisi gibi
festivalin diğer alanlarıyla iç içe geçen farklı deneyimler de var.
Tarihin, doğal yapıyla bütünleştiği Kapadokya coğrafyasının
milyonlarca yıllık katmanları, Cappadox programında her sabah Doç.
Dr. Evren Çubukçu liderliğinde düzenlenecek “Jeoloji Gezileri” ile
deneyimlenecek.
2016 Cappadox Çağdaş Sanat Programı’nda Özge ÖnderoğluAkkuyu,
Emin Naci Akkuyu ve Murat Taşçıoğlu’nun Kapadokya’nın Florası
üzerine yaptıkları projenin bir parçası olarak ortaya çıkan “Flora
Yürüyüşü”, bu yıl da devam ediyor. Bu vadi yürüyüşünde,
katılımcılar, bilimsel ve kültürel olarak bölgedeki bitkilerin
geçmişten günümüze Kapadokya’nın inanış, gelenek ve gündelik
pratiklerindeki izlerine tanık olacak. Güler ve Erdemci'yle,
Cappadox üzerine söyleştik.
E.A.:Cappadox'u ben turşu kurmaya benzettim.
Türlü malzemeyi şeffaf bir muhafazaya alıp tuzu sirkesi veya isteğe
bağlı limonuyla koyup bekletiyorsun, sonra afiyetle yiyorsun ve
üstüne onun da suyu lezzetli oluyor ve ayrıca susatıyor...
F.E / KG.: Evet, biraz öyle. Üstelik iştah
açıyor. (Gülüyorlar)
E.A.: Biliyorsun, şu aralar Avrupa ile aramız
çok iyi değil ve kültürel fonlar da Türkiye tarafından kesildi.
Cappadox'ta 20'ye yakın uluslararası sanatçı olacağı bilgisi
veriliyor. Bu engelleri nasıl aşıyorsunuz ?
F.E. / KG.: Üstelik, bütün Türkiye'deki
akademisyenlere uygulanan baskı da yabancı sanatçıları birazdaha da
çekingenyapıyor Türkiye’ye karşı. Ayrıca süre de çok kısıtlı. Senin
söyleşiden önce, bir sanat prodüksiyonu üzerinden söylediğin
Türkiye ve sanatçının adaptasyon meselesi, yurt dışında olduğu
kadar bugün bizim için de geçerli bir mesele. Ama tabii ki
Kapadokya'da sergi yapmak ile Avrupa’da sergi yapmak aynı şey
değil, burada kültürü biliyoruz; ama ciddi bir farklılık da var. Bu
bölgede, daha önce çağdaş sanat müdahaleleri olmamış, ya da çok
kısıtlı. Bir uzay gemisi gibi oraya inelim ve kalkalım... Bunu hiç
istemedik. Bu nedenle de hakikaten, Kapadokyalılarla tanışmak
istedik, danışmanlarımızı geçen yıl da bu sene de Kapadokyalı veya
uzun süredir orada yaşayanlardan seçtik. Örneğin, Mükremin Tokmak.
Avanoslu. Orada doğmuş. Orada büyümüş. Kapadokya’da arkeoloji ve
tarih araştırmaları yapıyor. Ama bizim ilgimizi asıl çeken, onun
Avanos’un, Kapadokya’nın hafızasını tutmaya çalışması. Biz Türkiye
olarak sürekli 'format' yerken, kendisi Avanos'untarihini,
belgelerini de tutarak korumaya çalışıyor.
E.A.: Sergiden sonrasına, Kapadokya'ya bu
etkinlik ne bırakıyor peki ?
F.E / KG.: Geçen yıl Nevşehir Hacı Bektaş
Veli Üniversitesi, Resim bölümü öğrencileriyle çalıştaylar yaptık,
Maider Lopez’in projesi bu işbirliğiyle sonuçlandı. Bu yıl da
örneğin, Avanos ve Kapadokya çevresinde oralıların
biriktirdiklerini biraraya getirmeye çalışıyoruz. 2015’ten bu yana,
Cappadox Çağdaş Sanat ekibi olarak Kapadokya’da yaptığımız görüşme
ve araştırmalarda, hiçbir destek ve yönlendirme olmadan kendi çaba
ve imkanlarıyla bölgenin arşivini tutan, koleksiyon oluşturan
kişilerle tanışıyoruz. Biraz önce bahsettiğim Mükremin Tokmak gibi
Kapadokya’nın sivil arşivini tutmaya çalışan Muharrem Hoca (Gürdal)
ya da babası da fotoğrafçı olan Nurettin Mantar gibi...
Hem bu çaba ve birikimi görünür kılmak, hem de evlerde saklı bu
görsel ve yazılı belgeleri paylaşarak, kolektif bir Kapadokya
arşivi oluşturmaya başlamak istiyoruz. Ayrıca bunu, Hacı Nuri Bey
Konağı’nın Avanos’ta bir müzeye, kalıcı bir kültür sanat mekanına
dönüşmesi sürecinde bir ufku işaret etmek niyetiyle yapıyoruz.Bu
bir başlangıç, çünkü o belgelerin okunup, çevrilip anlaşılması
yıllar alacak...
E.A.: Geçen Cappadox'ta floraya bir tohum
kaynağı olarak bakarken, bu kez insanı bir kültürel tohum kaynağı
olarak alıyor olabilir misiniz ?
F.E./ KG.: Çok doğru.İnsan en önemli kaynak. Bu
yıl davet ettiğimiz sanatçılar, Dünyadan kaçmayı değil, Dünyadan
Çıkış Yolları'nı düşünmek üzere geliyorlar. Poesis / Şiir dediğimiz
aslında anlam üretmek, varolan Dünyaya yeni bir anlam vererek onu
dönüştürmekle ilgili. Biz bu sergide sanatın en temel rolüne
yeniden bakalım istedik. Çünkü sanatın böyle bir gücü olduğuna
inanıyoruz. Zira hepimiz odalara kapatıldık, sıkıştık ama bir çıkış
yolu var mı?
Etkinliğin duyurusunu e-flux üzerinden yaptığımız için mecburen
İngilizce yazdık.Sonra çeviri sırasında bir kelimenin çevirisi
problem oldu. "Imaginary" kelimesiydi bu. Burada görseli de olan
bir hayal ürününden söz ediyoruz.. Şiir de aslında bir görsellik
yaratabilir, ama bu,görseli olan bir şey demek. Buna önem verdik,
çünkü ütopya görselle birleşince, olabilirliği artıyor. Ya da
olabilirliğini daha fazla görüyoruz. Bu yönüyle görsel sanatları
'olmayana erk' olarak da görebiliriz.. Olmayan bir şeyi de
söyleyebiliyor sanat. Bunun Türkçesini,'tahayyül' eski bir karşılık
gibi olduğu için'imgelem' olarak düşündük. Öyle bir şey göreceğiz,
anlayacak ve hissedeceğiz ki, bu bize güç verecek. Sıkışmışlığın en
önemli unsuru, bir çıkış yokmuş gibi hissetmek. Yaşadığımız kısa
zaman içinde, bir çıkışın olmaması, bizim psikolojik olarak kimi
yerlere kapatılmamız anlamını taşıyor. Sanat burada doğrudan
politik bir şey söylemese bile, hatta belki herhangi birçıkış yolu
da göstermese, sonuçta perspektifimizi değiştirmemize yol
açabiliyor. Aslında sanat sorular sorar ve bu sorularla geleceğe
yönelik bir hareket imkânı sağlar.
E.A.: Etkinliğin tarihi özellikle mi seçiliyor
?
F.E./ KG.: Türkiye'de 18-21 Mayıs arası
bir tatil olarak düşünülüyor. İnsanların uzun bir haftasonunda
seyahat etmeleri öngörülüyor. Orası aslında kurak, bozkır bir
coğrafya. Haziran'da bile sararıyor. Şimdi gittiğinde,
tomurcukların açtığını görebilirsin; Mayıs en yeşil ay. Bu kadar
kurak bir coğrafyada bu kadar şiddetli bir yeşil nasıl oluyor diye
şaşırıyorsun ve dokuz ay bölgede deneyimleyemediğin coğrafyayı,
canlanırken gözlemleme imkânın oluyor.
E.A.: Görece elit - bohem kültürün mevcut -
organik kültürle temas kurması sağlanabiliyor mu? örneğin bir şair,
bir kahvede niçin okuma yapamasın ?
F.E. / KG.: Valla o kadar güzel olur ki,
bunu istiyoruz. Buradan da, Sami Baydar'a atıfla konuşabiliriz.
E.A.: Önümüzde Mardin, Çanakkale ve Sinop
bienalleri gibi olağanüstü çabalar da dururken, bu etkinliğin de
sürdürülebilirliği büyük anlam taşıyor olsa gerek... Sanırım yine
bir 'mutenalaşma' meselesi var önümüzde. Özellikle de Gezi'den
sonra kafasında kendi ütopyasıyla gezen, kentten taşraya gitmenin,
huzurun hayalini kuran bir çok insan var.
F.E./ KG.: Kesinlikle. Örneğin orada
İstanbul'dan Kapadokya'ya 1,5 yıl önce taşınan biriyle tanıştık.
Yine tanıştığımız bir diğer kişi yerleşme kararı verdiğini
söylüyordu. Bunun iki ayrı akım olduğunu söylemeliyiz. Evet.
Dediğin gibi bir tanesi Gezi sonrası kuşağı. Örneğin bazı gençler
biliyoruz, şu anda Antalya dağlarında tarım yapmaya çalışıyorlar.
Tarım da bilmiyorlar ama öğreniyorlar. Artık İstanbul can acıtıyor.
Beyoğlu'nun hali ortada. Artık bunlar belli ideolojik duruş ve
pozisyonların birer simgesi halini aldı. İnsanlar öyle bir
sıkışmışlık içinde ki... İki imza atılıyor, o imzalar basına
yansıyor ama hiç bir değişim yaşanmadan da aynı hayata devam
ediliyor. Baktığında neredeyse hiç bir sivil değişim yaşanmıyor. E,
normalde bu sivil tepki her yönetim için emniyet subabıdır, değil
mi ?İkinci durum ise, Kapadokya 1950 ve 1960'lardan bu yana
alternatif yaşam için uluslararası bir merkez olmuş. Bir dönem
adeta bir Fransız kasabasıymış. Hatta bu durum Nuri Bilge Ceylan'ın
"Kış Uykusu"nda da anlatılır. Bölgeyi gezdiğin zaman bir
bakıyorsun, şu bina bu yazarın, o yapı bunun evi vb bilgiler var.
Şu anda da hakikaten şehre dayanamayanlar buna kalkışıyorlar.
E.A.: Bu göçmenlik durumu aynı zamanda
dramatik. İnsanlar hem toprak, hem de vatan, köken arıyorlar. Biri
bal diyor, öbürü hayvancılık, diğeri zeytincilik veya çiftçilik
diyor. Kimse Anadolu'ya gideyim de, kırtasiyeci, kasap vb. olayım
gibi bir hayal kurmuyor. Herkes ilginç biçimde doğa ve toprakla
ilişki kurmayı deniyor.
F.E.: Bir de artık kentlerdeki bu ortak yaşam
modeline çok inanılmıyor diye düşünüyorum ben... Örneğin İstanbul,
resmî olarak 14 milyonu geçmiş durumda. Bir deprem kenti ve bu
şehirde eskiden, bostanlar, tarım arazileri vardı. Mesela, Beşiktaş
Şair Nedim, pazar yolunda, ben lisede iken bostanlar vardı. Ama
şimdi şehir, doymak için nakliyeye mecbur. Bu deprem bölgesinde,
nakliye yapılamadığı anda şehir aç kalır. Bu anlamda artık, o toplu
yaşam biçimine güven kaybedilmiş durumda. Benim hayatımda, ailemde
hiç çiftçi olmadı. Bir söyleşide kendimi 'şehir faresi' olarak
tariflemiştim. Ama şimdi bunu ciddi ciddi düşünmeye başladım..
E.A.: Bölgenin soyut ve somut inanç
katmanlarıyla etkinliğin ilişkisi nasıl kuruluyor ?
F.E. / KG.: Bunlar gerçekten zengin konular.
Öyle ki ilk aşamada biz de gerçekten 'korktuk'. Korktuk diyorum,
çünkü katman katman gidiyor dediğin gibi. Örneğin geçen yıl, Nilbar
Güreş, Bektaşi-Alevi kültürünü Hacı Bektaş Veli'nin ünlü imgesi
-kucağında bir ceylan ve aslanın barış içinde oturduğu imgesi-
üzerinden işledi. Bektaşilik bize çok ilginç geldi. Çünkü onların
kutsal anlayışı aslında doğayla birleşiyor. Yine bu yıl, bu
konuları yeni bir gözle gündeme getirecek sanatçılarımız var. Biz
orada, Hıristiyanlığın ilk döneminde yapılan şehirlere baktığımızda
aslında kolektif yaşamın bir ütopyası olduğunu da görebiliyoruz.
Daha kurumsallaşmamış. Biz, dinin o kurumsallaşmış tarafına değil
de, daha taze, Dünyaya anlam veren tarafına bakmaya çalıştık. Yine
geçen yıl HeraBüyüktaşçıyanprojesinde Sinasos’ta (Mustafapaşa)
bulunan St. Eleni kilisesinin girişinde bulunan üzümlerin gerçekçi
bir biçimde adeta bir bahçe gibi resmedildiği rölyeften yola çıktı,
Hırıstiyanlık için üzümün tarihsel ve kültürel olarak içerdiği
bereket ve iyilik anlayışının yanı sıra etik bir çerçeve de
çizmişti.Hatta, bölgedeki üretim ilişki ve kültürlerine de
uzanıyordu.
E.A.: Bölgede şarapçılığın durumu nedir, iç göç
mü, siyasi iklim mi, coğrafi iklim mi etken ?
F.E./ KG.: Hepsi var. En güncel olarak politik
kararların etkisi hissediliyor. Bildiğin gibi alkollü içecek
tanıtımına çok ciddi kısıtlamalar getirilmiş durumda. Orada daha
çok butik şarapçılık yapıldığı söylenebilir. Yani bundan
kastımızgirişimcilerin özel çabalarıyla mümkün olan üretim...Yani
gelişmiş evet, ama yaşamsallığını yitiriyor. Şarapçılık Anadolu
tarihindeciddi bir gelenekiken bugün bağlar hızla yok oluyor.
Örneğin Murat Germen'in Cappadox projesi kartpostalları arasında bu
kayba değinen çok çarpıcı görsel tespitler bulabilirsin.
Biz beşinci yılımızda belli projeleri geri çağırmak ve Cappadox
Çağdaş Sanat Programı’nda 5 yıl boyunca üretilen işlerinbir
kitabını hazırlamak istiyoruz. Bunu gerçekleştirebilirsek, Dünyanın
farklı noktalarından katılımcıların, sanatın süzgecinden
geçirdikleri Kapadokya resmini görebileceğiz. Ayrıca 'Arazi Sanatı
/Land Art' demek istemesek de, bu sanat formunu yeniden düşünen
coğrafya ile ilişkisi çok güçlü işler de var.
E.A.: Peki, eleştiriler de alıyorsunuzdur....
Cappadox kültür endüstrisi için yeni bir eğlence modeli mi, gösteri
biçimi mi ? Hani Guy Debord'un 'Gösteri Toplumu' var ya, ona
ithafen bir deneyim mi ? İstense buna bienal de denebilirdi ? Ne
yapıyorsunuz siz ?
F.E./ KG.: Bir kere, Debord'un Gösteri
Toplumu'ndaki gösteri ve izlerkitle, ideolojikamaçla kullanılıyor.
Gösterinin içini ideoloji dolduruyor. Biz ise bu etkinlik
kapsamında sanat eserindeki gösteriden (spectacle)söz ediyoruz,
yani sanat eserinin sanatçı ve izleyiciler arasında iletişimsel bir
nesne olmasından, özneler arası bir algılama imkanından söz
ediyoruz.
Bize Kevser ile yapılan teklifte, Pozitif tarafından bunun bir
festival olduğu söylendiğinde en çok ilgimizi çeken, içerdiği
'çapraz döllenme' olanağı oldu. Farklı hatta doğrudan sanatı takip
etmeyen izleyici kitleleri aynı anda aşılanmış oluyor ve bunu bir
süreç içinde yapabiliyor.
Festival durumu bir oluş, bir birliktelik anı. Aslında her
şeyiyle tamamlanmış bir şeye değil, oluşmakta olan bir şeye
gidiyorsun. İşin finansal kısmına baktığımızda, biletler satılıyor
evet ama, tüm etkinliğin bütçesi Pozitif'in desteği ile
sağlanıyor.Bu anlamda Pozitif, bir eğlence şirketi olmanın ötesine
geçip, bir kültür kurumu kimliğine bürünüyor. Tabii ki bu bir süreç
ve festivalin içinde sanatın kendi kurallarıyla, kendi dünyasını
kurması için çalışıyoruz. Evet, içinde eğlence yok mu, elbette var.
Burada, EmmaGoldman’ın ünlü eleştirel sözünü hatırlayalım: “Eğer
dans edemiyorsam, devriminin bir parçası olmak istemem / If I can’t
dance, I don’t want to be a part of your revolution”.