Hani “teşbihte hata olmaz” derler ya, ister öyle diyelim ister “yamalı bohça”, şöyle Pollock’vari “action painting” havasında tuale dünyadan çeşitli güncel ama birbirlerinden haliyle bağımsız gelişmeleri kafamıza göre sıçratalım, sonra bir adım geri çekilip yaptığımız resme bakalım. Ortaya çıkan görünüm bize, buraya, bugüne ilişkin ne anlatıyor, üzerine düşünelim. Dersimiz biraz coğrafya, az tarih olsun.
Almanya eyalet seçimlerinde sıra Saksonya Anhalt’taydı. Jübilesini yapan şansölye Merkel’in hristiyan demokratları CDU oyunu artırarak galip çıktı. Demek yeşil dalga oraya uğramadı, bu bir. İkincisi CDU zaten sosyal demokrat SPD ile koalisyonla yönetiyordu eyaleti. Şimdi ya devam edecek, ya yeniden yerel meclise giren liberal demokrat FDP ve Yeşiller’le koalisyon kurma seçeneğini de değerlendirecek. Denklem dışında olan aşırı sağ (AfD) ve aşırı sol. Üstelik CDU, AfD’ye karşı oyunu artırdı. “Sağcılar ahmak olur, dinbaz ve milliyetçi olur” filan deniyor ya, demek Almanya’nın sağcısında başka türlü bir demokrasi bilinci yerleşmiş. Ve/veya merkez sağ ve sol ve hatta Yeşiller birlikte kamu yararını önceleyerek ortaklaşa çalışabiliyormuş. Siyasal, tarihsel, toplumsal, kültürel, ahlaki (moral) zemin ona göre biçimlenmiş. Asıl iş bu.
İsrail’de resmen yedi benzemez bir araya geldi. Yahudi ve Arabın dincisi, laik, feminist, LGBTI vs. belki Netanyahu’dan kurtulmak belki İsrail’i kurtarmak ve dönüştürmek adına bir koalisyon hükümeti kurdu. Bu durum bir yandan “siyasetin sonu” diye düşündürtebilir. “İlkeler, ülküler nerede” diye, “dört kere üst üste seçime bunun için değer miydi” sordurtabilir. Diğer yandan, işte tam da “vatan mevzubahisse gerisi teferruattır” da dedirtebilir. O hükümete katılan islâmcı Filistinliye AKP-MHP’nin söyleyeceği ne olabilir? Bu hükümete taşrasallıklarından kurtulup bakarlarsa, CHP-İYİP’in özellikle gelecek seçim bağlamında HDP’ye yaklaşımları konusunda çıkaracakları ders ne olabilir? Rejimin başkanlık, yarışın adaylar arasında olduğunu da aklın arkasında tutarak.
Peru’da tam tersi oldu. Başkanlık seçiminde görülmedik bir aday kalabalığı (15’in üzerinde) vardı ve kamuoyu yoklamalarında her biri neredeyse denk güçte çıkıyordu. Sonuçta ikinci tura en sağ ile en sol kaldı. Sağ adayın babası Japon kökenli Alberto Fujimori döneminde (1992) Aydınlık Yol lideri Abimael Guzman yakalanmıştı. İnsan hakları ihlâlleri ve yolsuzluk ayyuka çıkmıştı. Fujimori yargılandı, ceza aldı. Guzman’ı yakalayan gizli servisin başı Vladimir Montesinos da yargılandı ve kendi inşa ettirdiği hapishaneye, Guzman’ın yanına konuldu. Peru seçmeninin yarısı o Fujimori’nin kendi hakkında da ciddi yolsuzluk iddiaları olan kızı Keiko’ya oy verdi. Bu sonuçta, rakibi Castillo kazanırsa ülkenin “Maduro Venezüela’sına döneceği” öcüsünün etmen olduğu belirtiliyor. Peru seçmeni “göbeğini kaşıyan bidon kafalılar” mı? Sistem nasıl ortadan ikiye yarıldı? O siyasal, toplumsal, kültürel, moral zemin Peru’da nerede? Yoksa neden yok?
Etiyopya’yı anayasal olarak çok resmi dilli, çok resmi etnili bir ülke bildik. Komşusu Eritre’yle yirmi yıllık savaşı bitiren başbakan Ahmet Abiy Nobel Barış Ödülü “bile” aldı. Sonra işin rengi değişti. Abiy’nin 30 yıllık Tigrey iktidarını 2018’te bitiren bir Oromo olduğunu öğrendik. Tigreyler silâhlı ayaklanma başlattı. Abiy, bu defa komşu Eritre ordusunun desteğiyle Tigrey bölgesini “yatıştırmaya” yöneldi. İç savaş halen devam ediyor. Tigrey bölgesinde 1984-85’ten bu yana ilk kez açlık baş gösterdi, bir insanlık felâketi başladı. İlkel de gelse Etiyopya’da başta Oromo-Tigrey olmak üzere etnik gruplar arası sert bir çatışma ortamı bulunduğu anlaşıldı. Demek ki “kitapta” yazanla, alanda olan birbirini tutmuyordu. Yine geldik zemin yahut kimya hatta sihir meselesine.
ABD’de de, Fransa’da da bir çeşit başkanlık rejimi var. Seçim sistemleriyse kuşkusuz farklı. Her iki ülkede de kitle partileri içinde örgütlenmek mümkün. Bunun adı “hizipçilik” değil. Fransa’da “mikro-parti” adı altında düşünce gruplarına benzer yapılanmalar var. ABD’de son ortayolcu Biden seçim zaferinin ardında bir de Bernie Sanders, Alexandra Ocasio Cortez gibi isimlerden bildiğimiz sol kanatın kendi zafer(ler)i var. Bunlar gerçekçi, akılcı, sahaya inen ve uzun soluklu bir hazırlıkla Demokrat Parti ve başkan Biden üzerinde etkili olabilmeyi becerdiler. Onyıllardır yerleşik düzeni temsil eden vekillere karşı seçim zaferleri elde ettiler. Fransa’da da belediye seçimlerinde tarihlerinde ilk kez çok sayıda büyük şehir kazanan Yeşiller de benzeri bir başarı elde etti. Önce parti mi, önce kampanya mı?
Yukarıda seçmece örneklerle değindiğim ilköğretim düzeyindeki coğrafya dersimizden biraz (yakın) tarihe geçelim. Soğuk Savaş’ın karanlık 1960-70’li yıllarında Batı Avrupa demokrasileri de örtük darbe girişimleri, sokaklarda patlamalar, şiddet olayları, suikastlar, cinayetler ve yaygın yolsuzlukla imtihan oldu*. NATO’nun ABD güdümünde kurdurttuğu gayrınizami harp birimlerinin, komünizmle mücadele eden istihbarat teşkilatlarının, silâhlı mücadeleyi yeğleyen yahut ona yönlendirilen aşırı sağ ve sol örgütlerin, cezasızlık kültüründen beslenen emniyet teşkilatlarının, yolsuzluğa ve mafya tipi yasadışı yapılara bulaşmış kifayetsiz muhteris siyasetçilerin harman olduğu bir dönemden demokrasilerini güçlendirerek çıktılar. Biz ise olan eksik demokrasiyi askıya alarak ve Soğuk Savaş’ın bitişinin ardından yerine alelacele terörle mücadeleyi ikame ederek. Gerçek demokrasiye bir türlü erişemeyerek, hatta demokrasiden kaçarak. Yoksa oralarda, hele o dönemde yaşananlar buralardan az değildi.
Daha önce de atıfta bulunduğum Cengiz Erdinç, Hakkı Özdal’ın söyleşisinde “raggione” terimini anımsatıyor, gerçek mafyanın Sicilya’daki direniş tarihine değinirken. “Racon kesmek” oradan geliyor olsa gerek. Aynı sözcüğü Fransızcaya çevirsek, o dolayımla karşımıza “raison d’état” çıkacak. “Devlet aklı” diye bile isteye yanlış çevrilegelen “hikmet-i hükümet”. Hikmet-i hükümet uğruna veya o gerekçeyle yapılan darbe-i hükümet. Darbe-i hükümete giden ortamı hazırlayan karanlık ilişkiler yumağı, bakınız bir önceki paragraf. Ve geliyoruz tarih ve coğrafya gezintimizi tamamlayıp bugüne, buraya, bize. 7 Haziran 2015 sonrasına, 15 Temmuz 2016 sonrasına, yurtseverlik yarışındaki “demokratik” muhalefetin çelişkilerine, taşrasallığına ve anakronikliğine. Özellikle CHP içindeki çekingen özgürlükçülerin parti politikalarını biçimlendirmede etkisizliklerine, HDP’nin iktidar ortağı olmanın koşullarını hazırlamada, yönetmeye hazırlanmaktaki yetersizliklerine, kararsızlıklarına.
Bizde “insan bu, kavun değil ki dibini koklayasın” diye belki “pis” denilecek bir söz vardır. Soğuk Savaş ileri karakolundan narkodevlete, oradan ters perendeyle yeniden gayrınizami harp devletine evrilmiş tarihimiz. Bu kısır döngüyü kıracak olan insan malzemesi. Siz, biz, hepimiziz. Erdoğan’a destek olan ve bugün dahi yüzde otuzbeşlerde hatta üzerinde gezinen kitlenin ezici çoğunluğunun ne beş vakit namazında olduğu için, ne demokratik hak ve özgürlükleri askıya aldığı için ona oy verdiklerini sanmıyorum. En kenarlardan gerçek çözümün devleti yıkmak olduğunu biteviye bağıranların, bir tarihsel Lenin veya Humeyni anı bekleyenlerin, umanların da ciddiye alınır tarafları olmadığını düşünürüm. Yineleyegeldiğim, “yanlış çizilmiş şekiller üzerinde de doğru akıl yürütmek” şiarınca yukarıda sıraladığım örneklerin bize esin verecek ipuçları barındırdığına inanıyorum. Belki düşünceden çok dilektir bu bilemiyorum, öyleyse “umuyorum” demek daha yerinde olur belki. “Ancak özgür bireylerden, mutlu yurttaşlar olur” desem en azından, fazla mı iddialı olur?
*Örnekse meraklı okur için RAI yapımı “Piazza Fontana” Netfliks’te var. 1969’ta Milano’da 17 ölüme neden olan bir bombalı saldırının izini süren sözkonusu belgesel-drama filmi izleyeceklere pek çok ayrıntının tanıdık ve maalesef güncel geleceğini sanıyorum.