Dünyanın bütün göçmenleri birleşin!

Sekiz yıl süren bir savaş ve yıkım politikası sonucu Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan 4 milyon insana, olayla hiç ilgimiz yokmuş gibi yaparak, ‘‘Gidin’’ demek doğru değil. Bu savaşın da, göçün de başlıca sorumlularından birisi Türkiye’dir ve sonuçlarına katlanmak zorundadır.

Abone ol

Ahmet Saymadi

Günlerdir hatta aylardır memleketin ana gündemlerinden birisi Türkiye’deki yabancı uyruklular. Daha da özelinde Suriyeliler. Mesele, ‘Gitsinler’ ile ‘Kalsınlar’ arasına sıkışıp kaldı. Oysaki göç, bugün sadece Türkiye’yi ilgilendiren bir sorun olmadığı gibi mesele sadece savaştan kaçan Suriyelilerle de sınırlı değil. Ve son söyleyeceğimizi baştan söyleyelim: Yaşasın sınırsız ve sınıfsız bir dünya. Ya da, ‘‘Dünyanın bütün göçmenleri birleşin!’’

KÜRESEL GÖÇ HAREKETİ

Dünyanın yoksul bırakılan, yer altı ve yer üstü kaynakları sömürülen ülkelerinden, sömüren ülkelere doğru, yoksul bırakan ülkelere doğru bir göç var. Rakamları kabaca verirsek, dünya nüfusu 7.5 milyara ulaştı, bu 7.5 milyar insanın büyük bölümü, nüfusun yüzde 10’nun yani 750 milyon insanın yaşadığı Avrupa, ABD, Kanada ve Avustralya'ya göç etmeye çalışıyor.

Dünyada artık bir canlı göç haritası var (1). Bu haritada insanların nereden nereye göç ettiğine bakınca göçün sebepleri de anlaşılıyor. ABD’nin ve Avrupa’nın iki yüzyıldır sömürdüğü Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinden ABD ve Avrupa’ya doğru bir göç var. Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerindeki yoksulluğun baş müsebbibi ABD ve Avrupa. Bu ülkelerdeki bütün dikta rejimlerinin baş destekçisi de ABD ve Avrupa. Dünyanın onda biri, dünyanın onda dokuzunu yoksulluğa ve köleliğe mahkum etmiş durumda. Dünyanın bir tarafı obeziteyle mücadele ederken, diğer tarafı açlıktan kırılıyor! Sonra da bu insanların kaderlerine razı olması bekleniyor. ABD ve Avrupa, bazı uluslararası kuruluşlar ve vakıflar aracılığıyla yoksul bırakılan ülkelerde, ‘‘İnsani yardım faaliyeti’’ yürütüp, olanlarla alakaları yokmuş imajı vermeye çalışıyor. Ayrıca ABD ve Avrupa ülkelerinin sanayisinin yarattığı küresel ısınma dünyanın çeşitli ülkelerinde hayatı giderek daha da olumsuz etkiliyor. Bugün göçün bir sebebi de küresel ısınma ama yarın ana sebeplerinden birisi olacak.

Bugün ABD’nin ve Avrupa’nın en büyük şirketlerinden birisinin yıllık kârı, bazı Afrika ülkelerinin yıllık gelirine eşit. Bu yüksek kârların altında Asya ve Afrika ülkelerindeki insanların kölelik koşullarında çalışmasının, o ülkelerdeki yer altı ve ye üstü kaynaklarının sömürülmesinin payı büyük. Şimdi Avrupa ve ABD, yoksul bıraktıkları bu insanların kendi ülkelerine göç etmelerine de engel olmaya çalışıyor, oysaki bu göçün sebebi kendileri. Buldukları çözüm ise duvarlar örmek, sınır ülkelere jandarmalık yaptırmak. ABD’ye ve Avrupa’ya, ‘‘Zenginliğinizin kaynağı bizden çaldıklarınızdır’’ demek gerek. ‘‘Paylaşmayı ve birlikte yaşamayı öğreneceksiniz!’’ demek gerek.

TÜRKİYE’YE GÖÇ HAREKETİ

Türkiye’de her ne kadar Suriyeli göçmenler konuşulsa da Uygur Türkleri, Türkmenler, Gürcüler, Afganlar, Pakistanlılar, İranlılar, Iraklılar, Nijeryalılar da var. Hemen hemen hepsinin aslında asli olarak varmak istediği yer Türkiye değil. Türkiye onlar için bir ara durak. Biraz tutunup, çalışıp Avrupa’ya geçmeye çalışıyorlar. Ancak esas tartışma konusu olanlar Suriyeliler. Çünkü diğerlerinin hâlâ ciddi bir nüfus yoğunluğu yok.

Türkiye’de bugün kayıtlı Suriyeli sayısı resmi verilere göre 3.5 milyon, kayıtlı olmayanlarla birlikte sayı 4 milyona ulaşmış durumda. İstanbul, Bursa, Mersin, Adana, Hatay ve Gaziantep Suriyelilerin en yoğun oldukları iller. Son altı aydır, Suriyelilerin yaptığı en küçük olumsuz hareket, çeşitli zeminlerde büyütülüyor ve her olay Suriyelilere dönük bir linç girişimine, bir pogrom provasına dönüşüyor.

SURİYELİLERE DÖNÜK NEFRET SÖYLEMİNİN SEBEBİ BELLİ

Türkiye 2011 yılında ABD ve AB ülkelerinin Suriye’ye müdahale etme kararının ardından, ‘‘Irak’ta olduğu gibi sürecin dışında kalırsak, istemediğimiz sonuçlarla karşılaşabiliriz. Irak’a müdahale etmedik, ortaya Irak Kürdistan Federe Bölgesi çıktı. Burada da bir Suriye Kürdistan Federe Bölgesi ortaya çıkabilir. Bunun olmaması için sürecin içerisinde olalım’’ kararı aldı. Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesinin esas motivasyonu Suriye Kürtlerinin bu savaştan kazanımla çıkmamasıydı. Bir de savaş ganimetine ve yıkılan Suriye’nin imar işine ortak olmak gibi hayaller vardı. Dolayısıyla Suriye meselesi sadece AKP’nin dış politika stratejisiyle açıklanamaz. Suriye’ye müdahil olmak aynı zamanda bir devlet ve sermaye politikasıydı.

ABD, Avrupa ülkeleri ve AKP Suriye’de Esad rejimine karşı, ortaya çıkan isyanı kışkırttı, kimi grupları silahlandırdı, başka ülkelerdeki silahlı cihatçıların Suriye’ye geçmesine aracılık etti. Suriyeli Sünni halk, Esad rejimine karşı isyan eden silahlı güruhun yaslandığı bir kitleye dönüştürüldü. Savaşın ilk yılında Türkiye’ye gelen Suriyeli sayısı 50 bin civarındayken, Rusya’nın savaşa müdahil olmasıyla işler tersine döndü. Cihatçı gruplar geriledikçe yaslandıkları ya da zorla yaslandırıldıkları halk kitlesi göç etmek zorunda kaldı. Türkiye savaşın bir tarafı olduğu için, kapısını mecburen açtı. Zaten gelenler AKP’nin yükselen burjuvazisine sigortasız, güvencesiz, ucuz işçi oluyordu. Suriyeli genç kadınlar muta nikahıyla ikinci eş olarak alınıyordu, cihatçı çetelerin çalıp çırptığı, yağmaladığı mallar Türkiye pazarlarında satılıyordu. AKP’li Ahmet Davutoğlu’nun (2) bir röportajı ve AKP’nin Suriye politikasını destekleyen Cengiz Çandar’ın (3) bir yazısına bakarak o dönemdeki havayı anlayabilirsiniz.

Bugün Türkiye’de 3.5 milyon Suriyeli varsa bunun baş müsebbiplerinden birisi Türkiye’nin Kürt politikasıdır ve tek sorumlusu AKP değildir. Sekiz yıl süren bir savaş ve yıkım politikası sonucu Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan 4 milyon insana, olayla hiç ilgimiz yokmuş gibi yaparak, ‘‘Gidin’’ demek doğru değil. Bu savaşın da, göçün de başlıca sorumlularından birisi Türkiye’dir ve sonuçlarına katlanmak zorundadır.

AKP’nin bulduğu çözüm belli. Bir yandan Avrupa’yı, Türkiye üzerinden gelebilecek göçmen dalgasıyla tehdit edip, Avrupa’dan para koparmaya çalışıyor. Diğer yandan Kürtlerin Suriye’deki kazanımını, askeri operasyon ve göçmen sevkiyatıyla ortadan kaldırmaya çalışıyor.

Rojava’nın yok edilmesiyle kurulacak 30 kilometre derinliğinde, 800 kilometre uzunluğunda bir güvenli bölgeye, 4 milyon insan gönderilmesiyle Rojava’da Kürt nüfusun azınlığa düşürülmesi planlanıyor. ‘‘Bizim gençlerimiz savaşıyor, Suriyeliler plajlarda nargile içiyor’’ , ‘‘Bunlar Suriye’ye geri gönderilsin’’ lafının arka planı belli. Suriyeliler, Suriye devleti açısından kaybedilen bir savaşın yenilmiş olan tarafında yer alıyor. Bu insanlar Esad kontrolündeki bölgeye gönderilemeyecekse, her gün bombalanan İdlib’e gönderilemeyecekse nereye gönderilecek? Bu insanlar Rusya’nın müttefiki Esad’la savaşamayacaksa, Türkiye’nin desteklediği cihatçılarla savaşamayacaksa kiminle savaşacak? Suriyeliye önerilen şey: Rojava’ya yerleşmeleri ve orada YPG’yle savaşmalarıdır.

Bugün Suriyeliyle birlikte yaşamayı savunmak Kürt halkıyla birlikte barış içinde yaşamayı savunmak demektir. Bugün Suriyelinin yaşam hakkını savunmak, dünyada göç halindeki milyonlarca ezilenin yaşam hakkını savunmakla eşdeğerdir. Bugün Suriyelinin sosyal haklarını, emeğini savunmak Türkiye işçi sınıfının mücadelesinden bağımsız değildir. Bugün muta nikahıyla ikinci eş yapılan Suriyeli kadınların hakkını savunmak, AKP’ye karşı verilen laiklik mücadelesinin parçasıdır.

AKP’nin Suriyeli göçmenleri kendi politikasına alet etmesine, Suriyeliler üzerinden Alevi ve Kürt yerleşim yerlerinde nüfus değişiklikleri yapmasına, Suriyelilere kimlik vererek, onlar üzerinden oy devşirmeye kalkmasına müsaade etmemeliyiz. Kastım, ‘Suriyelilere kimlik verilmesin’ değildir. Verilecekse önce geri gidişin güvenli yolu açılmalı, ardından kalanlar arasında en dezavantajlı gruplardan başlanarak planlı bir şekilde ve aşama aşama verilmelidir.

AKP’yi Esad’la masaya oturmaya zorlamalıyız, Suriyelilerin memleketlerine güvenli bir şekilde ve gönüllü olarak dönmelerinin yolunun açılmasına çabalamalıyız. Mesele sadece Türkiye’yle de sınırlı değil. ABD ve Avrupa’nın yarattığı göç dalgasının bütün yükünü Türkiye çekemez, o ülkeler de göç politikaları noktasında sorumluluk almaya zorlanmalıdır. Son olarak Türkiye’den gitmek istemeyen Suriyelilerle birlikte yaşamanın yollarını aramalıyız. Hatta sadece Suriyelilerle de değil, bütün göçmenlerle...

1. İnteraktif göç haritası

2. Ahmet Davutoğlu: Esad’ın düşmesine aylar değil, haftalar var.

3. Cengiz Çandar: Esad’ın günleri sayılı, mülteci sayısı 35 bin oldu