'Dünyanın en büyük havalimanı’nı kim inşa etti?

31’i tutuklu, 61 kişinin yargılandığı 3'üncü havalimanı işçilerinin ilk duruşması adliyenin yemekhanesinde yapıldı. İşçilere isnat edilen suçlar arasında sendikaya gitmek, milletvekiliyle görüşmek, Whatsapp grubuna üye olmak, slogan atmak gibi şeyler var. Hemen her işçi tekme tokat gözaltına alındığını anlatıyor. İçlerinden biri ise “Şatafat içerisinde yaşayan bir insan değilim. Yemek ne bulduysam yerim. Yediğimiz yemeklerin son kullanma tarihleri ya geçmiş olurdu ya da o gün son gün olurdu” diyor.

Abone ol

DUVAR - Kötü çalışma koşullarına dikkat çekmek isteyen 3'üncü havalimanı işçilerinin yargılanacağı adliye önündeki kalabalığa bakınca, gücün kimde olduğu ve o gücün nasıl kullanıldığı ayan beyan ortada. Gaziosmanpaşa Adliyesi önünde, tutuklu 3'üncü havalimanı işçilerinin yakınları bekliyor. Kolluk tarafından, her aileden bir kişinin duruşma salonuna alınacağı söyleniyor. Uzaklardan gelenler de var. İlk öncelik annelere veriliyor. Misal, Ağrı’dan gelen abi, “can sağlığı” deyip kenara çekiliyor.

İlkin basın mensuplarının içeriye alınmayacağı söyleniyor. Kabul etmeyince 5 basın mensubu alabiliriz deniliyor. “Ya hep beraber, ya hiç” denilince 2 saate yakın bekletildikten sonra bütün gazeteciler içeri alınıyor. Bu çok önemli değil. Devamı var.

Gaziosmanpaşa Adliyesi’nin 6'ncı katındaki yemekhanedeyiz. Duruşma salonuna çevrilen yemekhane; hâkim, müdafii avukatlar ve tabii izleyenlerin konuşlanacağı yer düzeniyle mahkeme salonu şeklinde tertip nizam edilmiş. Masalar öbek öbek bir yere toplanmış, üzerleri örtüyle kapatılmış. Jandarma, işçiler, tutuklu yakınları, duruşmayı izleyen gazeteciler ve milletvekilleri içeride.

Duruşma başlıyor. Avukatlar, suç algısı yaratılarak hazırlandığını söyledikleri iddianamenin reddini istiyorlar ve yasal şartlara uygun olmayan yönlerini, temel eksikliklerini açıklayacağız diyorlar.

‘ORTAM, MESAJIN KENDİSİDİR’

Avukat Mürsel Ünder, Marshall McLuhan’ın sözüne atıfta bulunarak “Ortam, mesajın kendisidir” diyor. Kast edilen, yemekhaneden bozma duruşma salonu. Yemeklerinde kurt, yataklarında tahta kurusu olan ve en çok da bu yüzden hak talep eden işçilerin yargılanmalarının yemekhanede olması densiz bir hal fakat şaşırtıcı değil. Salonda gezinen 6-7 yaşlarında bir de çocuk var. Kimi kez "kraldan çok kralcı kesilen" jandarma duvarından tutuklu babası Özkan Özkanlı’ya sesleniyor. Baba gülümsüyor, moral bozacak bir durumdan ziyade sanki evde misafir varken göz ucuyla oyun oynayan ebeveyn bakışı gibi. Ortam aşağı yukarı bu. İlerleyen zamanlarda ise devlet, şirket, taşeron firmalar, hukuk el birliğiyle bir mesaj iletecekler biz izleyenlere. Memleketin yoksuluna hak arama yasak, yaşam koşullarıyla ilgili herhangi şekilde talepte bulunmak yasak. Brecht’in “Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?” diye sorduğu yerden tarih devam ediyor.

‘DEVLET CİDDİ, ÜÇ AYDIR TUTUKLULAR’

Duruşmanın başlarında tutuklu işçilerin yüz ifadeleri şaşkın. Tam olarak korku değil gördüğüm. Bir anlayamama hali, idrak edememe. Sanırım basit bir hak arayışının buraya varacağını çok da tahmin edememişler. Muhtemel ki ilk kez bir duruşma salonundalar. Neyin içine düşmüşler? Devlet ciddi. 3 aydır tutuklular. Aileler desen perişan. 31’i tutuklu, 61 işçinin yargılandığı davanın iddianamesindeki ilk paragraf ise şöyle:

“14/09/2018 tarihinde 3. Havaalanı Şantiye ( İstanbul Havaalanı ) sahası içerisinde Akpınar Kampı olarak bilinen alanda yaklaşık 2.000 kişilik bir grubun çalışma şartları bahanesiyle toplandığı ve iş yavaşlatma, işe gitmeme, işe gidenleri engelleme şeklinde eylem yaptıklarının ihbarı üzerine bu hususun tespit edilmesi ile olay yerine ulaşan kolluk ekipleri tarafından eylemin yasal olmadığı, eyleme son verilmesi gerektiği, eyleme devam edildiği takdir de müdahale edileceği megafon ile yüksek sesle anons edilmesine rağmen kalabalık grubun eylemlerine devam ettiği ve olay yerinden ayrılmadıkları…”

"Dünyanın en büyük havalimanı" olarak böbürlenilen yerde 2013- 2018 yılları arasında 52 işçi öldü. Eylemden sonra ise 3 işçi daha öldü. Evet, iddianamede “çalışma şartları bahanesiyle” ibaresi geçiyor.

‘SİZ YOKSULLARDAN NEDEN BU KADAR NEFRET EDİYORSUNUZ?’

“Kolluk burada yeni bir yöntem denemiş. Kolluk işçilerden zorla aldığı görüntülerden kendilerini teşhis etmelerini istemiş. Delil bulamayınca üretmişler” diyor avukat Mürsel Ünder ve devam ediyor:

“Jandarma'nın kırdığı kapı için işçilere 'mala zarar vermek'ten dava açıldı. Neymiş, dünyanın en büyük havalimanı yapılıyormuş! İddianame evlere şenlik. Mantık içler acısı. Savcı adeta sözcüklerle kavga etmiş. 'Sözde koşullar kötüymüş' diyor. Bu koşulları 'bahane etmişler' diyor. 'Sözde sendikacılar' deniliyor. Siz yoksullardan neden bu kadar nefret ediyorsunuz? Keşke imkan olsa da savcı empati kurabilmek için bir gün o tahta kurularının olduğu odalarda yatsa. Sendikacılar eylem için çağrı yapıyorlarmış, insanları örgütlüyorlarmış. Yapmazlarsa suç işlerler.”

İşçilere isnat edilen suçlar arasında sendikaya gitmek, milletvekiliyle görüşmek, Whatsapp grubuna üye olmak, slogan atmak gibi şeyler var. Tüm bunların suç olmadığını anlatmak ise bir hayli zor. Eylemler başladıktan kısa süre sonra 111 yatakhanenin kapısı "robocoplar" eşliğinde koçbaşılarla kırılmış. Gözaltına alınan işçilere “avukat istemeyin başınıza bir iş gelir” denilmiş.

‘BUNLARI SÖYLEMEKTEN HAYÂ DUYUYORUM’

İşçilerden Teyip Kırğın anlatıyor: “Siverek’ten geldim. 2 haftada bir izin kullanma hakkı vardı. 1 ay boyunca kullanmadım. Kullandırtmadılar. '31 Ekim’e kadar çalışmak zorundasın' dediler. Kapısı kapanmayan otobüsle işe götürülüyorduk. Bunların hepsi etkili oldu eyleme katılmama. 'Milletvekili ile konuştun' dediler. Sıkıntı içerisindeydim. Bana duygusal yaklaşana derdimi anlatırım. Jandarma komutanı kulaklarımı çekerek tehdit etti. Psikolojik baskı yaptı. ‘Bu o….r ile ne işin var” dedi. (Kadın milletvekillerine deniliyor) Çok çirkin sözler sarf edildi. Ben bunları söylemekten hayâ duyuyorum. Şatafat içerisinde yaşayan bir insan değilim. Yemek ne bulduysam yerim. Yediğimiz yemeklerin son kullanma tarihleri ya geçmiş olurdu ya da o gün son gün olurdu. Tamamen hak bilinciyle eyleme katıldım.”

‘MAAŞ ALAMADIKLARI İÇİN PATRONUN YANINA GİDİP DAYAK YİYEN İŞÇİLER VAR’

Geçici hâkim Ayhan Arduç’un üslubu ise içler acısı. Bir kere her işçiye “sen” diye hitap ediyor. “7. kata inip çıkıyordum. Işık yoktu. Bir elimde 7 kilo yük, diğer elimde ışık. O esnada dengemi kaybettim, düştüm” diyen işçiye “Sen şikâyetçi oldun mu, olmadın mı onu söyle! Burası şikâyet yeri değil” diyor. Dev Yapı-İş Genel Başkanı tutuklu Özgür Karabulut “3'üncü havalimanında maaş alamadıkları için patronun yanına gidip dayak yiyen işçiler var” diyecek daha sonra. İşçiye “şikâyet et” tembihi geride kalıyor.

Hemen bütün işçiler tekme tokat gözaltına alındıklarını anlatıyor. Yemekhane huzurunda dinlenen işçilerin hemen burnunun ucunda sağlı sollu iki jandarma bulunuyor. Avukat Baran Çelik bu duruma itiraz ediyor. İşçiler zaten heyecanlılar. “İlk kez böyle yerde bulunuyorum” diyen de var. Sanığın baskı altında tutulduğu, rahat hissettirmediği söyleniyor. 5 adım geri alınıyor jandarmalar. Tartışma sürünce "tekrar eski haline döndürün" diyor hâkim.

‘AYAĞIMDA TERLİK, ÜZERİMDE ŞORT VARDI; NASIL TOMA'YA TAŞ ATAYIM?’

Tutuklu işçilerden Ramazan Gözel anlatıyor: “Otobüse binmek için yol alıyorduk. 200-250 metreden slogan sesleri duyduk. Grup bize doğru geldi. Biz otobüse bindik. Slogan atan grup gelip arabaya vurdular. Bize 'siz niye gelmiyorsunuz. Sizin de hakkınızı savunuyoruz' dediler. Hak verdim. Biz de katıldık. Benim eyleme katılma sebebim kuzenim. Kuzenim Cihan Sarıbulak üç buçuk metre yükseklikten düştü. Herhangi bir hakkını da almadı. Ne devletten ne de şirketten. TOMA’ya saldırdığım söyleniyor. Ayağımda terlik var benim. Nasıl TOMA'ya taş atayım? Üzerimde şort vardı. Eylemdeki işçilere sopa verdiğim söyleniyor. Evet, verdim. Vermesem o kalabalıkta beni döverlerdi. Siz olsanız, siz de verirdiniz. Milletvekilleri ile oturuyordum. Fotoğraflarım çekilmiş, suçlama konusu olmuş. Aslında benim şikâyetçi olmam lazım. İzinsiz fotoğrafımı çektiler. Oradaki komutanlar burada mı bilmiyorum. Askeri araç işçilerin arasına geldiği zaman, işçilerin saldırmasını engellemeye çalıştık. O ana dair hiçbir fotoğrafımız yok.”

‘TAHTA KURULARINDAN KAÇMAK İÇİN DIŞARIDA YATIYORDUK’

İşçilerden İlker Kurt, şantiyede 90’dan fazla kamera olduğunu söylüyor. Tahta kurularına karşı alınan iki önlemden bahsediyor. İlki ışığı kapatmadan uyumak diğeri ise dışarıda yatmak. "Kameralardan bakabilirsiniz" diyor. Kurt da darp edilerek gözaltına alındığını ifade ediyor. İstanbul Havalimanı projesi yüklenicilerinden İGA Havalimanları İnşaatı Anonim Şirketi yetkililerinin jandarmadan izin alarak kendisini darp ettiğini anlatıyor ki bunun birden fazla işçinin savunmasında duyuyoruz.

Yazıyı yazmak üzere dışarıya çıktığımda ifadeler devam ediyordu. Konunun en kristalize hali olarak şu sorunun yanıtı aklımızda kalsın: İstanbul Havalimanı’nı kim inşa etti? Bugün yargılanan, ölen 3'üncü havalimanı işçileri.

30 havalimanı işçisi için tahliye kararı