Çalışma Bakanı’nın 1 Mayıs değerlendirmesi, kendisinin “açık toplum” yanlısı olduğunu kuşkuya yer bırakmayacak biçimde apaçık ortaya koyuyor. Bakanın sözleri şöyle:
1 Mayıs ancak özgürlüğün olduğu yerde kutlanır. Özgürlüğün olmadığı ülkelerde, kapalı toplumlarda, kapalı rejimlerde 1 Mayıs kutlanmaz. Resmi devlet törenine dönüşür.
Biz ise açık toplum, açık rejimiz. Bu ortada olduğuna göre, en yetkili ağızlardan ifade edildiğine göre, resmi, özel, sivil, şu bu herhangi bir ayrı kutlamaya gerek kalmıyor artık. Gereksiz ve kasıtlı hareketlere kalkışanlara karşı toplumsal barışın, güvenliğin, sağlığın gereğini yapmak, elbette devletin görevi. Yapıldı.
Açık toplum, açık rejimdeyiz. Uluslararası göstergeler, belgeler de apaçık ortaya koyuyor bunu: ABD’de yayımlanan, iş ve finans dünyasının kılavuz dergisi Forbes’ın Nisan 2021 sayısına bakmak yeterli. Dünyanın en zenginleri listesinde Türkiye’den 26 kişi yer alıyor. Üstelik, salgın koşullarında bu isimlerin serveti % 39 artış gösteriyor. Tabii ki bu açık toplumun, açık rejimin, açık piyasanın, hepimizin başarısı, hepimizin kazancıdır.
İŞÇİLERİ SEVİYORUZ, DAHA DA SEVECEĞİZ
Bakanın da işaret ettiği üzere, 1 Mayıs’ın İşçi Bayramı olarak resmen tanınması 2009’da gerçekleşti. Açık toplum ve açık rejimin bir başka göstergesi bu da. 1980’den beri resmen yasaklı olan Taksim Alanı o yıl görece simgesel, 2010 itibarıyla da kitlesel kutlamalara sahne oldu 1 Mayıs’ta. Alan, 1977’deki büyük kıyımdan dolayı toplumsal ve sınıfsal belleğin merkeziydi. Ve fakat, o tarihsel alan 2013’de “inşaat çalışmaları” nedeniyle 1 Mayıs’a ve işçilere bir kez daha kapatıldı. “Çevreye verdiğimiz rahatsızlık nedeniyle özür dileriz” panoları, afişleriyle çevrilmişti alan. “Her taraf kazılı, çukur… Sakatlık çıkmasın,” deniyordu.
Öyle ki, uyarılara kulak asmayıp kendini riske atarak alana çıkmaya niyetlenenlere karşı, Galata Köprüsü kaldırılmıştı! “Ne olur ne olmaz, işçileri seviyoruz, onları koruyoruz” diyordu yetkililer. Açık hassasiyet böyle bir şey.
Gerçi hemen dört gün sonra, 5 Mayıs 2013’de binlerce Galatasaray taraftarı gecenin bir saati Taksim’e akacak, coşkuyla kutlayacaktı şampiyonluğu… Ne önlem vardı, ne de sakatlık… Ama işte taraftar başka, işçi başka.
O kadar başka ki, 2013’den başlayarak en açık biçimiyle Taksim Meydanı ve havalisinde kendini gösteren inşa hamlesi bir türlü bitmek bilmedi, bilmiyor. İş büyük. Projenin bir ucu İstiklal Caddesi’ne uzanıyordu. Osmanlı Pera’sının Cadde-i Kebir’inden devralınan İstiklal Caddesi, açık toplum – açık rejim ikilisinin mekânsal düzlemde somut ve tarihsel alanı sonuçta: Açık şehir.
Yollara taşan, vatandaşın hareket alanına tecavüz eden kafe – barların açık alana masa, sandalye atmasını kamu sağlığı ve güvenliği nedeniyle yasaklamaktan başlayıp, Nisan 2013’de Beyoğlu ve İstiklal’in simgesel mekanlarından Emek Sineması’nın yıkımına karşı yürüyenlerin biber gazıyla, TOMA’larla durdurulmasına, göstericilere soruşturmalar, davalar açılmasına uzanıyor açık şehir ve yeniden inşa hareketi. Öteki uçta, malum; Mayıs 2013 sonu itibarıyla patlak veren Gezi faslı… Devamında bir başka simgenin; AKM’nin yerle yeksan edilmesi var.
Hasılı, 2013’den itibaren Taksim’in 1 Mayıs kutlamalarına kapatılması, yöneticilerin işçi sınıfına yönelik hassasiyetinin apaçık göstergesidir: Her anlamıyla “tam kapanma”da onlara öncelik tanınmıştır.
Nitekim Taksim, her şeyiyle açık alan artık.
Biz gelelim bugüne, su götürmez işçi sevgisine, hassasiyetine.
Türkiye’de İşsizlik Sigortası Fonu 1999’da oluşturuldu, ilk prim tahsilatı 2000’de, ilk ödemesini 2003’de yapmaya başladı. Salgın nedeniyle “Kısa çalışma ödeneği” gibi uygulamalar da getirildi işçiden yana. 2020’de Fon’dan işçilere 27,4 milyar TL kısa çalışma ödeneği ve 6,5 milyar TL nakdi ücret desteği sağlandı.
2020 sonu itibarıyla üç buçuk milyonu aşkın kişi kısa çalışma ödeneği, 2 milyon 216 bin 622 kişi de nakdi ücret olmak üzere toplam 5 milyon 799 bin 77 işçiye Fon’dan destek sağlanmıştı.
Bu arada Fon, işverenleri de destekledi. Tabii ki, işçi sevgisinden dolayı, istihdam yarattıklarından dolayı. Evet, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan söz ediyoruz. İş sağlamak, işyeriyle mümkün olduğuna göre, işvereni desteklemek de Fon’un doğal görevleri arasında... İşverenlerin İSF’ye ödedikleri primler, onlara teşvik olarak geri dönüyor. Gerçi ödediklerinden fazlası veriliyor işverene ama, adı üstünde; teşvik… 2020’de İşsizlik Sigortası Fonu’na 11 milyar TL dolayında prim ödeyen işverenlere Fon’dan yapılan teşvik ve destek ödemeleri 18 milyarı aşıyor.
Bir bakıma salgın desteği bu. 2019’da yüzde 145,6 olan işveren teşviklerinin prim ödemelerine oranı 2020’de yüzde 167,2’yi buluyor. Neden? İstihdamı sürdürmeleri için, her şey işçi için.
2020’de işveren teşvik ve destek ödemelerine İSF’den ayrılan kaynak 18 milyar TL, işçilere ayrılabilen nakdi ücret desteği onun ancak üçte biri, 6 milyar TL. Bu kadar olabiliyor. Sevgi sonsuz, imkan kıt.
Her şey apaçık ortada: İşçileri seviyoruz, daha da seveceğiz. Açık toplum, açık rejimdeyiz. Sayın bakana kulak veriyoruz:
Özgürlüğün olmadığı ülkelerde, kapalı toplumlarda, kapalı rejimlerde 1 Mayıs kutlanmaz. Resmi devlet törenine dönüşür.
Tüm büyüklerimiz, herkesler apaçık kutlamadı mı resmen? Kutladı. O zaman…
Yaşasın 1 Mayıs.