Boğaziçi Film Festivali’nin onur konuğu Güney Kore sinemasının uluslararası yönetmeni Kim Ki Duk’tu. Festival kapsamında seçilmiş filmlerinin gösteriminin yanında 25 film sığdırdığı filmografisinin hikayesini anlattığı bir masterclass da yaptı.
Bu yıl yedincisi yapılan Boğaziçi Film Festivali, 18-25 Ekim
arasında sinemaseverlerle buluştu. Festivalde 25 ülkeden 83 film
gösterildi. Festival vesilesiyle Türkiye’de vizyonda karşımıza
çıkmayan, Ukrayna, Saraybosna, Kosova, Kazakistan, Filipinler,
Estonya, Bulgaristan gibi ülkelerin sinemalarından da örnekler
gördük.
YEDİLERİN YÜZÜ SUYU HÜRMETİNE
Üç, beş, yedi ve kırk kadim temsiliyetleri olan sayılar. Farklı
yaklaşımlara, inanç ve mitolojilere göre anlamları var. David
Fincher'ın Yedi, Akira Kurosawa’nın Yedi Samuray ve Ingmar
Bergman’ın Yedinci Mühür filmlerinin de sinemanın kutsal yedileri
olduğunu söyleyebiliriz. Festivalin yedinci yılı olması vesilesiyle
bu filmlerin de gösterimleri yapıldı. Beyazperde de klasik
yapımları görmenin neredeyse imkansız olduğu günümüzde bu
gösterimler unutulmaz bir deneyim oldu.
YENİ FİLMLER GÜN YÜZÜNE ÇIKTI
Ulusal sinemanın yeni örneklerini de festival kapsamında izleme
imkanı oldu. Dokuz ulusal uzun metraj filmin 100 bin liralık büyük
ödül için yarıştığı bölümde; Murat Pay’ın yönettiği Dilsiz, Seyid
Çolak’ın Kapan ve Olgun Özdemir’in Kızım Gibi Kokuyorsun filmleri
Türkiye’deki ilk gösterimlerini yaparken, Nazif Tunç’un yönettiği
Karınca filmi ise dünya festivallerindeki ilk gösterimini
gerçekleştirmiş oldu.
Dilsiz ekibi
Murat Pay’ın yönettiği Dilsiz, bir ressamın hattat olmaya giden
yoldaki dönüşümünü; geleneksel değerler, usta-çırak ilişkisi, aile
kavramı, vefa, üretim ilişkilerinin gelenekle yaşadığı çatışma
ekseninde güçlü bir görsellikle anlatmış. Yönetmen, her şeyin
diyaloglarla verildiği kolaycı yaklaşımın ötesine geçerek,
sinemanın temel dayanaklarına riayet eden bir anlatım dili
benimsemiş. Sinema sanatından çok daha eski kadim bir derdi,
sinemanın diliyle vermeye çalışan, propagandist öğelerden uzak,
başarılı müzik kullanımları olan bir yapım. Kadın oyuncu seçiminde
düştüğü “bilindik yüz” handikabı ise filmin ruhuna zarar veren
unsurlardan. Yönetmenin vermek istediği mütevazı ve geleneksel
değerleri yaşatma önermesinin, tercih ettiği kadın oyuncunun
toplumsal algı olarak uyuşmaması, oyuncunun inandırıcılık
problemleri ve filmin çeperinden daha geniş bir alandaki etkisi
düşünülünce böyle roller için tanınmamış bir oyuncu tercihinin daha
uygun olacağını düşünüyorum.
Seyid Çolak’ın ilk uzun metraj filmi Kapan, yurt dışında çok
sayıda festivalde gösterim şansı bulmuştu. Estetik görüntüler sunan
filmde hayvanlara yaşam hakkı tanımayan, çevresiyle kurduğu
efendi-köle ilişkisi içindeki bencil bir bireyin, doğanın etkisiyle
yok olan yaşamı resmediliyordu. Filmden edindiğim ilk izlenim, ilk
film olmanın sıklıkla ortaya çıkan dağınık hikaye anlatımı sorunu
ve kısa metraj bir hikayenin uzun metraja uyarlanması hissi. Erkek
karakterlerin filmin geçtiği coğrafyanın gerçekliğine uygun
düşmelerine karşın kadın karakterlerin şehirli yüzleri, ulusal
sinemadaki idealize edilmiş kadın imajının yarattığı bir problem
gibi duruyor. Ancak yönetmenin gelecek filmlerinde sinemasını daha
ileriye taşıyacağının emareleri de bu filmde mevcut.
Kapan, Türkiye prömiyerini
festivalde yaptı.
Nazif Tunç’un Karınca filmi, temel tasavvuf edebiyatı
metinlerinden Sadi’nin Bostan kitabında yer alan Karınca
hikayesinin modern ve serbest bir uyarlaması. Ülkenin temel
problemlerinden birinin şiddete yaslanan yaklaşımına karşı çıkıyor.
İdealist bir kamyon şoförünün iyi niyetle kötü bir vesileye
aracılık etmesinden sonra, ortaya çıkan sorun yumağına müdahil
olması filmin temel dayanağını oluşturuyor. Karınca, Nazif Tunç’un
yıllar içinde ortaya koyduğu sinema yaklaşımını sinematografik
olarak ileri taşıyan bir yapım.
KİM Kİ DUK BOĞAZİÇİ KARA SULARINDA
.
Boğaziçi Film Festivali’nin onur konuğu Güney Kore sinemasının
uluslararası yönetmeni Kim Ki Duk’tu. Festival kapsamında seçilmiş
filmlerinin gösteriminin yanında 25 film sığdırdığı filmografisinin
hikayesini anlattığı bir masterclass da yaptı. Kim Ki Duk, Güney
Kore sinemasının tanınmışlığını arttıran oldukça orijinal bir isim.
Yoksul bir ailede dünyaya gelen, sinema eğitimi almayan,
fabrikalarda uzun yıllar çalışan, para için deniz kuvvetlerine
asker yazılan, güç bela biriktirdiği az bir parayla Paris’e gidip
ressamlık yapan, senaryo yazmaya başlayarak sinema kariyeri
oluşturmuş bir yönetmen. 1996 yılında ilk defa yönetmen koltuğuna
oturup Crocodile’yi çekmişti. Film Kim Ki Duk’un hayatından
belirgin izler taşıyordu. Dördüncü filmi The Isle Venedik Film
Festivali'nde gösterildi. Kim Ki-Duk için uluslararası arenanın
kapısı aralanıyordu. Dokuzuncu filmi Spring, Summer, Fall, Winter…
and Spring ile birçok festivale konuk olan yönetmen, filmdeki
görselliği ve filmin Uzakdoğu felsefelerine olan göndermeleriyle
çok ses getirmişti. 2004 yılında çektiği Samaritan Girl ile
başarısı tescillenmiş, Berlin Film Festival’inde En İyi Yönetmen
Ödülü’nü almıştı. Aynı yıl çektiği 3-Iron filmiyle de Venedik Film
Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nün sahibi olmuştu. 2005’de The
Bow, 2006’de Time filmlerini yaparak başarısının tesadüf olmadığını
göstermişti. 2012 yapımı Pieta’yla Venedik Film Festivali’nde Altın
Aslan Ödülü’nü alan yönetmen festival kapsamında Emrah Kılıç
moderatörlüğündeki oturumda, kişisel sinema yolculuğunu
anlattı.
Kim Ki Duk, sinema eğitimi alamadığını belirtip, “Ben 15
yaşımdan itibaren fabrikalarda işçilik yaptım. Bu süreç içerisinde,
şartların benim açımdan düzeleceğini umdum hep, bunun için dua
ettim. Tabii ki zor bir süreçti. Tamamen beden işçiliği yaptığım
için bu beden işçiliğinden kurtulmanın yollarını aradım. O dönem
resim yapmak ve fotoğraf çekmek yapabileceğim şeylerdi. Her zaman
daha iyi bir hayatı hayal ettim.” İfadelerini kullandı.
'GEÇİM DERDİNDE DEMOKRAT'
"Askere gitmek zorunda olmamama rağmen 20 yaşımdayken askere
gittim ve beş yıl deniz kuvvetlerinde görev yaptım. O beş yıl çok
zor geçti. Sonra donanmadan ayrılıp tekrar topluma karıştım. İki
yıl görme engelliler için bir STK’da çalıştım. 30 yaşımdayken,
yanıma çok az bir para alarak Fransa’ya gittim ve Fransa’da
yollarda insanların portrelerini çizerek para kazandım. Oradayken
izlediğim 'Kuzuların Sessizliği' ve 'Köprü Üstü Aşıkları' filmleri
beni çok şaşırttı ve çok farklı şeyler düşünmeme neden oldu. O
andan itibaren senaryo yazmayı düşündüm ve yazmaya başladım.
Senaryo yazmayı bildiğimden değil, aklıma gelenleri direkt yazıya
döktüm. Sonraki zamanlarda da aklıma gelenleri kağıda dökmeye devam
ettim."
Kim Ki Duk, 25 yıllık sinema hayatında 25 film ürettiğini
hatırlatarak, "Bir film üretme fikri oluştuğunda her film özelinde
ayrı bir süreç işliyor. 'İlkbahar, Yaz, Sonbahar, Kış... Ve
İlkbahar' filmini yapma kararı, bir dağın zirvesindeki karlara
bakarak çıktı. Bu filmimde herhangi bir senaryo yoktu. Beş sayfalık
notlar üzerinden filmi oluşturdum. Ekipteki hiçbir arkadaş, bir
sonraki sahnenin ne olduğunu bilmeden çalıştı. Bir sahneyi
çektikten sonra diğer sahneyi düşündüğüm sırada arkadaşlarım
bekliyordu. Bu durum her sahnede tekrarlandı." ifadelerini
kullandı.
EMEKÇİ BİR YÖNETMEN
Sinemayı "işçilik" olarak tanımlayan yönetmen, "Nasıl bir işçi
hayatını kazanmak için bedenini ortaya koyuyorsa, ben de ister
beğenilsin ister beğenilmesin, gösterilsin veya gösterilmesin, her
seneye bir film sıkıştırmaya çalıştım. Babam, 'Bir gün
çalışmıyorsan o gün yemek yeme.' derdi. O yüzden hep çalışıyorum.”
diyerek emek eksenli bir hayatın önemine vurgu yaptı.
Soru cevap bölümünde kendisine sorduğum farklı bir ülkede film
çekmek isteyip istememesi ve Kore’nin Japon işgali ve sıkıyönetim
dönemlerinden hareketle bir film yapmak isteyip istememesi
sorularıma da cevap verdi. Şu an Rusya’da yaşadığını, orada bir
senaryo yazdığını ve Çin’de, Türkistan coğrafyasında film projeleri
yürüttüğünü ama henüz ortaya çıkarmadığını söyledi. Gerçek
olaylardan, tarihten ve politik sorunlardan hareket eden filmler
çekmeyeceğini de belirti.
Altı yıl önce 2013’te İstanbul’a geldiğinde verdiği konferansın
sonundaki gibi (neredeyse aynı şeyleri anlattı) konferansın
bitiminde söylediği şarkıyla da unutulmaz bir etki yapmıştı.
Geleneği bozmayarak meşhur Kore şarkısı Arirang’in hem klasik hem
de kendine has özgün bir yorumunu izleyicileriyle paylaştı. Sinema
tarihinin yaşayan en kendine has isimlerinden biri olan Kim Ki Duk,
yerel özelliklerden beslenen, insani özellikleri ve zaafları
reddetmeyen samimi bir insan intibaı veren sempatik biri.. İnsanın
doğasına inen filmlerinde de bu özelliklerinin hissetmek
mümkün.