İktidarın Azerbaycan hamlesi “ölmeden yapılacaklar listesinde” sıranın geldiği işlerden biri mi, hazır konjonktür uygunken atılan adımlardan mı?
Azeriler ile Ermeniler arasında kökleri yüzyıllar öncesine dayanan ancak Sovyetler zamanında şekillenen sorun iktidarın kendi yöntemleri ile çözülebilir mi?
Dağlık Karabağ sorunu elbette Türkiye’nin müdahil olmasına gerek olmadan iki muhatap (Azerbaycan – Ermenistan) arasında zaman zaman sıcak çatışmalara varan gelişmelerin yaşandığı bir sorun. Ancak bölgesel dış politika adımı olarak Türkiye’nin zamanlaması sorgulanmaya değer.
İktidar “aynı anda 300 fabrikanın açılması gibi” birden fazla cephede savaşmayı göze almış görünüyor. Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, Fırat’ın doğusu (Kürtler) ve şimdi de Ermenistan.
Cephe sayısı arttıkça içeride tahkimat da güçleniyor. Üstelik Rusya’ya karşı masada bir kağıdımız daha oluyor.
Tam da bugünlerde çatışmanın yaşanması nesnel bir durum mu, yoksa iktidarın Ermenistan tarafındaki hareketliliği görmesi sonrası Azerbaycan ile koordinasyonunun sonucu mu? Başka bir deyişle biz Azerbaycan’a “şimdi tam yürüme zamanıdır, arkanızdayız” telkininde bulunmuş olabilir miyiz? Son çatışmalar yaşanmadan önce cihatçı imalat fabrikası İdlib’ten militan taşınması bu ihtimalin de olabileceğini düşündürüyor.
Azerbaycan iktidarın iç kamuoyunu ikna edebilmesi açısından diğer ülkeler ile kıyaslandığında en kolay olanı. “Afedersiniz Ermenistan’a” karşı atılacak bir adımı Türkiye’de “savaş karşıtı solcu zevzeklerin” dışında herkes destekler. Bakınız muhalefetin büyük kısmı mesela. Burada sorun Azerbaycan–Ermenistan arasındaki bu tarihsel kavgada yumurta–tavuk hikayesi değil, Türkiye’nin bölgesel güç konumunu çoktan kaybetmiş olup her meseleye taraf olarak yaklaşması. Ermenistan ya da Azerbaycan sonuna kadar haklı ya da haksız olabilir, bu, meselenin farklı bir boyutu. Ancak ülke içinde daima teyakkuz halinde tutulan Ermeni nefreti kullanılarak politika zemini yaratmaya çalışmak zayıflığın ta kendisi değil mi?
İşin bir başka boyutu Rusya. Şu anda bulunduğumuz cephelerin hepsinde Rusya ile bir şekilde karşılaşıyoruz. Sizce de Türkiye ve Rusya (aslında Rusya) bu kadar sıklıkla karşı karşıya gelip de işleri hiç sorun yokmuş gibi sürdürebilmelerinden dolayı tebriği hak etmiyorlar mı?
Putin–Erdoğan ilişkisi Putin açısından her sabah uyanacağı sürprizler ile dolu. Ancak Putin bu duruma alışmış görünüyor ya da “Erdoğan’ın hakkını teslim etmiş durumda.” Kimbilir bir yandan da gerçekten elinden bir şey gelmiyor olabilir.
İki tarafın karşı karşıya geldikleri cepheleri düşününce “arıza çıkmamasını” ister istemez eşyanın tabiatına aykırı buluyorsunuz.
“Türkiye’nin çevresinde bu sorunlar varken Putin Erdoğan’a hak vermeyip de ne yapsın” sorusu sorulabilir elbette. Bunu da Putin düşünsün artık. Ama sanki amortisman yayı her seferinde biraz daha sıkışıyor.
Rusya bir kenara, şöyle bir gerçek de var: Türkiye bu iktidar döneminde çevresindeki sorunlara ya başından beri taraf ya da taraf olacak şekilde müdahil durumda. Böylece sorun kendi sorunumuz haline geliyor ve o zaman da “tabii ki müdahale edeceğiz” söylemi için zemin hazır hale gelmiş oluyor.
Suriye ve Libya başlıkları bu görüşe uygun örnekler oluşturuyor. Peki Türkiye müdahil olmasaydı müstakbel için alan kaybeder miydi? Meseleleri nasıl ele aldığınıza bağlı. Örneğin Suriye meselesinde en azından Ürdün kadar asgari müdahale, angaje olmama politikası güdülebilirdi ve bugün ordunuzun bir kısmını İdlib gibi yerlerde bulundurmak zorunda kalmazdınız. Üstüne Suriye’de bundan sonrası için herkesin iştahını kabartan ekonomik pasta için rezervasyonu da sağlama almış olurdunuz.
Kobani saldırısında olduğu gibi kendi vatandaşlarınızla kavga etmez, iç siyasettte de huzura kavuşur ve ülkeniz için daha güçlü bir dış politika yürütebilirdiniz. Libya meselesinde bir tarafa yatırım yapmaz, “bölgesel güç” olarak sözü dinlenen bir ağabey olabilirdiniz.
Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki sorun bir şekilde çözüme kavuşturulabilir ya da daha on yıllar boyunca sürebilir. Sorun şurada galiba: Nasıl ve ne zaman sonuçlanırsa sonuçlansın ya da sonuçlanmasın; taraf olmanın dışında alternatifler de var. İran’ın yaklaşımında olduğu gibi.
Aynı anda içeride dışarıda, sağda solda, ileride geride eş zamanlı olarak tam saha pres yükleniyoruz ama bu arada kendi sorunlarımızı, en azından oyunbozan pozisyonundan kurtulup gerçek oyun kurucu olma hedefini önceleyen stratejileri ıskalıyoruz. Bu, hesapsızlık değil de nedir?