Dünyayı bu girişimcilik batıracak!
Mühendislik okuyup kodlamayı beceremediği için girişimci olmak isteyen ya da harika mühendis olduğu için ürününün alınmaya değer olduğunu zanneden çok kişi gördüm. İşletme mezunu, piyasayı harika bildiğini sanan, birkaç mühendis işe alınca dijital girişimi ile çığır açacağını sanan da oldu. İki günlük girişimcilik eğitimi ile bana ders vermeye çalışanını da gördüm...
Girişimciliğin aldığı bu son hal hem doğru değil ve hem de faydalı değil. Hayatını girişimcilik ve inovasyon alanında eğitim vermekten ve şirketlere yardım etmekten kazanan birinin dememesi gereken laflar bunlar ama neden bu tarzın doğru olmadığına dair gerekçelerim var. Bakın anlatayım:
Artık her adım başı girişimcilik merkezi&ofisi oldu; herkes kendi şirketini kurmak derdinde. Nereye baksanız inovasyon, nereye baksanız girişimcilik konuşuluyor. Kiminle konuşsam iki sene sonra kazanacağı milyon dolarlardan bahsediyor! Yahu "Sen bana altıncı ayda yüz dolar kazanabiliyor musun onu söyle, o nasıl olacak?" diye sorduğumda yüzünü ekşiten ekşitene!
Bana da email ile ulaşan ‘harika fikir’lere sahip gençler oldu ve oluyor. Bilen bilir ulaşan herkese cevap veririm ben. Benden tek istedikleri ise 100 bin dolar(cık) yatırım. Kendi param da olabilir, tanıdığım yatırımcılar da olabilir(miş). Ve iki maillerine cevap verdim diye üçüncü mailde yatırım yapmaya değer olduklarını zanneden girişimci o kadar çok ki! Esasında hayal dünyası ile gerçeği ayırt edemeyen nesil, artık kendini girişimci sanıyor! Kendi teknik bilgisini herhangi bir firmada değerlendirecek kadar geliştirememiş insanlar da, kendi firmalarını kurmaya karar veriyorlar! Ah bir yatırım alsalar, gerisi o kadar kolay ki! (O yatırım gelse de yaklaşım: Ah potansiyel müşteriler ürünlerin kalitesini bir anlayabilecek kapasitede olsa, gerisi o kadar kolay ki)
Oysa mesele o yatırımın olması değil ki! Girişimcilik başkalarının iddia ettiği gibi günün 20 saati çalışmakla başarılı olunacak bir şey de değil. Girişimcilik çözmeye değer, çözebileceğiniz sorun bulmakla alakalıdır. Sanılanın aksine fikirden başlamaz, sorundan başlar. Birçok girişimciye yönelttiğim soru zaten bu: Hangi sorunu çözüyorsunuz? Çoğu zaman yanıt: "Ama bu harika bir fikir". Ya da ‘kendi sorunları’ veya "çevremde çok kişi yaşıyor bunu" oluyor.
Mühendislik okuyup kodlamayı beceremediği için girişimci olmak isteyen ya da harika mühendis olduğu için ürününün alınmaya değer olduğunu zanneden çok kişi gördüm. İşletme mezunu, piyasayı harika bildiğini sanan, birkaç mühendis işe alınca dijital girişimi ile çığır açacağını zanneden de oldu. İki günlük girişimcilik eğitimi ile bana ders vermeye çalışanını da gördüm. Onları hayal alemlerinde bırakıp girişimcilik neden sorunlu ve esasında risk kapitalistleri sistemi temelden bozuk kurulmuş anlatayım.
Aklı başında bir firma, gelir-gider hesabını iyi yapar. Kârsız ya da masraflarını belirli bir süreden sonra karşılamayacak işe başlamaz ya da o işi sürdürmez. Bu işlem de zor değildir. Sorununu çözdüğünüz bir müşteri kitlesi vardır, o müşteri kitlesine bir değer sunarsınız, onlar da bedelini öderler. Masraflarınızı çıkardığınızda (işçilik, varsa kredi maliyeti dahil) kalan kârdır. Bu değerin artması için uğraşırsınız. Elbette açgözlü bir firma olmayı ya da sürdürülebilirliği mümkün makul kârlarda bir firma olmayı da tercih etmek sizin elinizde. Firma eğer masraflarını çıkarabiliyorsa, rekabette ayakta kalma şansı artar. Çıkaramıyorsa ya da başka firmalar daha etkin çalışabiliyorsa sizin firmanızdan müşteri çalabilirler. Zaten her girişimin başarılı olması da gerekmez. Kimileri piyasada tutunamaz kimi girişimler ise piyasadaki rekabetten veya müşteri memnuniyetsizliğinden değil organizasyonel ya da yönetimsel becerisizlikler yüzünden dolayı batar.
Peki herkesin konuştuğu, milyar dolarlık, ‘unicorn’ denilen ‘tek boynuzlu at’ olarak tanımlanan firmalarda ve yeni girişimcilerde esas sorun ne? Sistemi yatırımcılar ve bazı girişimciler hileli olarak kullanıyorlar. Başarı kriterini gelir gider hesaplaması üzerinden değil de, müşteri, kullanıcı sayısı, siteye ziyaret sayısı, sitede tıklama sayısı, sitede kalma sayısı gibi başka parametreler ile ölçüyorlar. Kullandıkları parametreler ticari hayatın kurallarına uymadığı için kimi rekabette de avantajlı olup bir bakıma hile yapıyorlar.
Daha net olması için basitleştirip bir örnek ile açıklamaya çalışayım. Çevrenizden (1), belki de ilk yatırımcılardan topladığınız para ile, pizza restoranı işi kurduğunuzu varsayalım. Ortaklarınızı ve çalışanlarınızı düşük ücretlerle hatta ücretsiz çalışmaları için ikna ettiniz çünkü onlara eğer beş sene çalışırlarsa, sahip olabilecekleri bazı hisse oranları vaat ettiniz. Firmanız milyon dolarlık olacağı için, onlar da ikna oldular. Pizza işine girdiğinizde de, diyelim ki ortalama pizza fiyatı 100 birim lira ve maliyeti 50 birim lira ise siz 40 birim liraya pizza satıyorsunuz. Kârsız hatta zararına satış yapmayı göze alıyorsunuz çünkü sizi tanıyan yok. Ya da iddianıza göre, masrafları düşürmenin yollarını biliyorsunuz! Müşteri sayısı arttıkça sürümden kazanacaksınız. Tahmin ettiğiniz gibi satışlarınız arttı, şirkete düzenli nakit akışı var hatta bu nakit akışı yükseliyor da. Diğer lokal pizza restoranları müşterileri kendilerinden kaçtığı için fiyatlarını kırdı iseler de, fiyatı düşüre düşüre 80’e indirebiliyorlar çünkü bazı maliyetleri karşılamaları lazım. Siz artan müşteri sayınız ve artan satış miktarı ile, yeni müstakbel yatırımcılara bu rakamları göstererek, yeni ve daha çok yatırım yapmalarını sağladınız. Yeni yatırımcılar da zaten hinlik peşinde. Onlar da kârdan çok gelire ve müşteri sayısına odaklanıyorlar. Sizin firmanın kârlı olması gerekmiyor, havalı olması yeter. Bol bol pazarlama çalışmaları yapıyorsunuz. Hazır ücretli röportaj yapan meşhur gazeteciler de varken, bol bol ilginç haberler yaptırıyorsunuz mekan hakkında. Magazin, TV veya spor dünyasından birkaç bilinen kişi de yatırım yapmalı ki o insanlardan her bahsedildiğinde, firmanızın adı da arada geçsin (yapmasalar da onlara bir hoşluk yapılabilir, değil mi?). Kenan Şeranoğlu’nun Titan eğlencesinde yaptığı kadar olmasa da, arada ilginç atraksiyonlu olaylar olmalı.
Yatırımcılardan gelen parayı pizza satışındaki negatif rakamları kapatmaya ve özellikle havalı bir firma olmaya harcıyorsunuz. Teorik olarak, 50 şube oluşturup, günde 300 pizzadan 15 bin pizza satan bir işlem hacmi oluşturdunuz. Gazeteler, uzmanlar, gazetelerde sizinle bağımsız (!) röportaj yapanlar, vaat edilen gelecekten, ortakların kazanacaklarından, pizzanın tadından, nasıl da farklı olduğundan bahsediyorlar. Artık firmayı halka açma zamanı. Günde 15 bin kişiye pizza satan 50 şubeli, ortakları arasında Fatih Terim gibi sansasyonel isimlerin ve Goldman Sachs gibi bazı yatırım firmalarının olduğu bir firmaya yatırım yapmamak olur mu? Firma halka açılır. Milyonlarca dolar toplanır. Artık firmanın sırtı yere gelmez. Yatırımcılar da, kuranlar da, çalışanlar da memnundur.
Burada başka açıdan bir de sorun var: Düşük ücretle çalışanların artık zengin olacağını sanırsınız değil mi? Şirkete dahil olduklarında ne kadar hisse alacaklarını sorarlar. Ancak toplamda firmada kaç hisse olacağını sormazlar. Bu ne demek biliyor musunuz? Patronunuzla ödenecek rakamda anlaşıyorsunuz ancak para birimini kontrata yazmıyorsunuz. 1000 birim yazıyor. Bu dolar da, Türk Lirası da, İran Riyali de, Vietman Dongu da olabilir (Meraklısına not: 1000 ABD Doları 5300 lira, 1000 İran riyali 0.13 lira, 1000 Vietnam Dongu da 0.23 lira). Onu da sordular (sormazlar ama...) diyelim ancak hisse önceliği diye bir kavram var, risk sermayedarları önce kendi yatırımlarının belirlenen katı kadarı çıkarmadan kimseye ödeme yapılmaması şartını koşarlar. O firmalar zaten kendi istediklerini aldıklarında, kalanlara göre eldeki hisseler o kadar da değerli olmayabilir. Melek yatırımcılar ve risk sermayedarları, hisselerinin bir kısmını satarlar ancak şirketin değeri uçtuğu için yatırdıklarından kat kat fazla parayı, dolar bazında hisselerinin sadece ufak bir bölümünü satarak kazanmışlardır. Şirketin kurucusu da aynısını yapar. Şimdi yatırım vardır, birkaç sene daha bu balayı devam eder, satışlar artar ancak artık fiyatların artması gerekir çünkü derenin suyu artık akmaz. Çünkü yeni yatırımlar gelmediği için zararına pizza satamaz olursunuz. Piyasanın gerçekleri ve kuralları devreye girer. Kimi şubeler kapatılmaya, müşteriler başka firmalara gitmeye başlar. Şirketin hisse değerleri düşer. Ufak yatırımcılar hisse satarlarsa zarar edecekler, kalırlarsa da ne olacağı belli değil.
Hal böyle iken hisselerinin sadece bir kısmını satan firma kurucusu ve risk sermayedarları, yatırdıklarından kat kat fazla parayı kazanmışlar zaten. Gerekirse zarar ettiği için firma batsa da, sorun değil. Legal olarak para kaçırmadıkları, hile hurda yapmamış oldukları için, şirket iflasa da gitse, legal yükümlülükleri yok. Hisselerini alan ufak yatırımcıların parası gider. Burada sadece o yatırımcılar para kaybetmez, başka görünmeyen yatırımcılar da vardır. Örneğin emeklilik parasını yatırımlarda değerlendiren fonlar, değişik şirketlere yatırım yaparlar, şirketlerin hisselerini alıp satarlar. Onlar da en büyük kaybedenler olur. Esasında, risk kapitalistleri ve birkaç kurucu kazanırken, büyük çoğunluğu temsil eden geri kalan kısım, yani toplumun büyük kesimi kaybeden olur. Çünkü, kurulu bir firmada yeteneklerini kalıcı projelerde değerlendirebilecek birçok mühendis, birçok çalışan, beklediğinin çok altında bir gelir kazanır o süreçte. Emeklilik için senelerce paralarını toplayan vatandaşların parası çarçur edilir.
Bu sebepledir ki, ülkeler ufak ve orta ölçekli firmaları kenara atıp, girişimcilik balonu etrafında insan ve para sermayelerini harcarlarsa yazık olur. Buradan girişimciliğe karşı olduğum çıkmasın. Ben, girişimcilik adı altında, azıcık birikimini risk sermayedarlarına kaptıran bu çarpık düzenin toplum için faydadan çok zarar getirdiğini düşünüyorum. Sürdürülebilir girişim modellerine, girişimci ekosisteme, kısa sürede milyon dolarlık değil, uzun vadede kalıcı firmalar kurmaya odaklanmalı ve tüm amaç bu olmalı. Ancak öyle olursa, sağlıklı ekonomik parametrelere sahip firmalar kurulabilir.
(1) İngilizce 3F deniliyor: Friends Families and Fools, arkadaşlar, aileler ve aptallar