Dünyayı geri almak
İyi bir hayatın tanımını tekrar yapmaya ihtiyacımız var. Benim için şöyle bir şey: Temiz hava, temiz su, temiz toprak, herkes için barınma, kendi gıdasını yetiştirme, doğayla iç içe olma imkânı, her türlü sömürünün ortadan kaldırıldığı mutlak bir eşitlik zemini, toplumsal bağların ve birlikte yaşama ahlakının geri dönüşü. İhtiyaçlarımız aslında çok sade, bu sadeliğe geri dönmenin, dünyayı onu yok eden mevcut sahiplerinden geri almanın bir yolunu bulmak zorundayız.
İnsanın zaman algısı dönemlere göre değişiklik gösteriyor. Şu anda yaşadığımız türden travmatik günlerde zaman, uçsuz bucaksız bir bataklık hissi veriyor. Sisli, sonu belirsiz, bizi tutan, ilerlememizi engelleyen bir bataklık. Tam da şimdi zamanın hızla akmasını, bizi daha emniyetli eski günlere kavuşturmasını beklediğimiz için bu yapış yapış yavaşlığı iyice sinirimizi bozuyor. Gerçi bu salgını atlattığımızda bile o eski normale geri dönemeyeceğiz. Dönmemeliyiz. Pek arzu edilecek bir şey de değildi doğrusu. İnsanların beton bloklara tıkıldığı, doğanın sunduğu en temel sevinçlerden mahrum kaldığı, günün en az sekiz saatini çok da anlamlı bulmadığı bir işte çalışarak geçirdiği, dakikalar, hatta saatlerce trafikte kaldığı, haftanın bir günü, bir gecesi, yılın iki haftası kendi arzu ettiği şeyleri yapabildiği, sürekli reklamlarla pompalanan yapay arzulara teslim olduğu, daima tüketerek yaşadığı ama içinde boşluk duyduğu bir normal. Çok az sayıda ayrıcalıklı kişinin bütün serveti elinde bulundurduğu, geri kalanların açlığa talim ettiği bir normal. Bu normali zaten hiç üretmememiz, bir kere üretmişsek de hızla vazgeçmemiz gerekiyordu. Dünyayı bunun uğruna mı yok ediyoruz gerçekten? Bizi tanımlayan şey satın aldıklarımız mı?
Peki her gün dünya çapında binlerce insanı öldüren virüs karşısında bile insanlar bir acil durumda verilmesi gereken tepkileri vermezken iklim krizinin aciliyetini onlara nasıl anlatacağız? Tüketim alışkanlıklarından vazgeçmelerini nasıl sağlayacağız? Dünyanın yaşanabilir bir yer olarak kalması için nasıl güç birliği yapacağız? Salgın bize devletlerin böyle bir acil durum karşısında ne yaptığını gösterdi. Nüfusun bir kısmını kaybetmeyi göze alarak üretime devam etmek istediler. En başta Çin yaptı bunu ve virüsün bütün dünyaya yayılmasına neden oldu. Umarım bu ihmalin bir yaptırımı olur. En medeni dediğimiz bütün ülkeler, baş emperyalistler de farklı bir taktik izlemedi. Artık fazlalık haline gelen nüfusun bir kısmını kaybetmek karar alıcılar için ciddi bir sorun değil belli ki.
İklim krizi karşısında da hükümetler farklı bir tavır takınmıyor. Dünyanın çoğu ülkesinde medya, iktidarın yedeğinde ve bütün her yerde muazzam bir ekonomik büyüme baskısı var. Sürekli büyüme, daha fazla büyüme, çevreyi, dünya üzerindeki canlıları yok etmek pahasına büyüme çılgınlığı bütün dünya liderleri tarafından çok normal karşılanıyor. Halbuki virüsün de gösterdiği gibi yabani hayata hiç alan bırakmadık ve bundan böyle bizi başka virüsler, hatta daha kötüsü kıtlıklar ve göçler bekliyor. Bunu medyada görmeyeceğiz. Bize gerçekleri anlatmayacaklar. Üstelik bu krize neden olan ve tedbir alınmasını engelleyen zenginler kendilerini özel adalarına, sığınaklarına atıp kurtulacak ama milyonlarca, hatta milyarlarca yoksul feci şekilde dünya üzerinden silinecek derhal harekete geçmezsek. İnsanın en çok kanına dokunan da bu adaletsizlik.
Dünya elimizden kayıp gidiyor. Çoğunluk umutsuz ama umutsuz bile olsak atalete kapılma lüksümüz yok. Bu büyümeci ekonomik paradigmadan kurtulmak için bir şeyler yapmak zorundayız. Bütün dünyada güçlü talepleri yaygınlaştırmak zorundayız. Özellikle de bu sistemin bizi ölüme sürüklediği bütün açıklığıyla kendini ortaya koymuşken. Mesela Hollandalı 170 bilim insanının ilan ettiği (bu bildirinin maddelerini biraz düzelttim) şu çok basit 5 madde arkasında bütün dünya insanları toplanabilir:
1. Gayri Safi Milli Hasılanın sürekli büyümesini hedefleyen kalkınma modeli değiştirilmelidir. Burada büyümesi gereken ve dolayısıyla yatırıma ihtiyaç duyan sektörler (kamu, temiz enerji, eğitim ve sağlık sektörleri) ile kesinlikle küçülmesi gereken sektörler (petrol, gaz, madencilik ve reklam sektörleri) birbirinden ayrılmalıdır.
2. Ekonomi politikası yeniden bölüşümü hedeflemelidir. Herkese evrensel temel gelir verilmeli, sosyal politikalar geliştirilmeli, kâr ve serveti de kapsayacak şekilde ilerici bir vergi politikası oluşturulmalı, çalışma günleri ve saatleri azaltılmalı, sağlık ve eğitim gibi kamu sektörlerinin önceliği kabul edilmelidir.
3. Tarım, biyoçeşitliliği korumayı ve sürdürülebilirliği hedeflemelidir. Yerel gıda üretimine öncelik verilmeli, et üretimi sınırlandırılmalıdır. Çalışma koşulları adil olmalıdır.
4. Tüketim ve seyahat azaltılmalıdır. Lüks ve israfçı tüketimden kaçınılmalıdır.
5. Borçlar silinmelidir. Öncelikle çalışanların, esnafın ve KOBİ’lerin, daha sonra gelişmekte olan ülkelerin borçları silinmelidir. Borç silme işini hem zengin ülkeler hem de IMF ve Dünya Bankası hayata geçirmelidir.
Bütün dünya vatandaşlarına nefes aldıracak ve nihayet geleceği görebilmemizi, o bataklıktan çıkmamızı sağlayacak beş basit talep. Beni özellikle ilgilendiren bölümü 3. madde yani biyoçeşitliliği, yerel üretimi önceleyen bir tarım anlayışı. Çok ciddi bir hastalık yuvası olan, aşırı antibiyotik kullanımıyla hem mikroorganizmaları güçlendiren hem de bağışıklığımızı düşüren, hayvanlar için de bir işkencehane halini almış endüstriyel hayvan çiftlikleri derhal kapatılmalıdır. Bu çiftlikler saatli bomba gibi bir sonraki salgını çıkarmayı bekliyor. Tarım zehirlerine ve kimyevi gübreye dayalı, toprağı öldüren geniş ölçekli tarım yönteminin değişmesi gerek. Topraktaki organik maddeyi arttıracak, yerli tohumları ihya edecek, canlılığı destekleyecek küçük ölçekli tarıma geri dönmeliyiz. İnsanların da bu şekilde istihdam edilmeye ihtiyacı var. Her bölge kendi yerli ürünlerinin tohumlarını alarak hastalıklara dirençli, toprak ve hava koşullarına uyumlu kendi sebzesini, hatta uzun vadede meyvesini üretmeli. Bunlar yapılabilecek şeyler. Bizi bekleyen ekonomik kriz, mevcut aşırı büyümeci paradigmanın krizidir. Yeni, yeşil bir ekonomiye geçerek bu krizin yıkıcı etkilerinden korunmak mümkün olacaktır. Mevcut düzenin savunucuları bizi bir yıkımın beklediğini söyleyebilir ama bizi bekleyen aynı zamanda bir fırsat. Bu düzeni yıkma ve yerine daha sağlıklı bir sistem getirme fırsatı.
İyi bir hayatın tanımını tekrar yapmaya ihtiyacımız var. Benim için şöyle bir şey: Temiz hava, temiz su, temiz toprak, herkes için barınma, kendi gıdasını yetiştirme, doğayla iç içe olma imkânı, her türlü sömürünün ortadan kaldırıldığı mutlak bir eşitlik zemini, toplumsal bağların ve birlikte yaşama ahlakının geri dönüşü. Evet, bu paketin içinde lüks arabalar, mücevherler, lüks konutlar, üçte biri çöpe atılan sağlıksız gıdalar, bize yaşatılan kötü hayattan kaynaklanan hastalıklar, markalı giysiler, iş cinayetleri, kadın cinayetleri, çocuk istismarı, hayvan sömürüsü, linç, baskı, depreme karşı çürük binalar yani mutsuzluk yok. İhtiyaçlarımız aslında çok sade, bu sadeliğe geri dönmenin, dünyayı onu yok eden mevcut sahiplerinden geri almanın bir yolunu bulmak zorundayız.
Sadelikten hoşlananlar için toprağa dönmek seçeneklerden biri. Tabii tek başına kurtuluş olmadığını daima aklımızda tutarak. Haftalardır bu yazılarda toprakla ilişkimizi yeniden tesis etmek için çeşitli önerilerde bulunuyorum. Kaldığım yerden devam edeyim. Bundan böyle artık bir bahçeniz olduğunu varsayarak ilk başta yapılabilecek şeylerden bahsedeyim. Bomboş ya da şanslıysanız içinde birkaç büyümüş ağacın da olduğu araziniz karşınızda duruyor. O ağaçlara tabii hiç dokunmuyorsunuz, isterseniz sarılabilirsiniz. Bahçenizi bu ağaçları merkeze alarak düzenleyeceksiniz. Hem onlara hem size yetecek bol bol yeriniz var.
Genelde tarlalarda ağaç bulunmadığı için araziniz muhtemelen bomboş olacaktır. Etrafta keçi otlatılıyorsa herhangi bir şey dikmeden önce arazinin etrafını mutlaka çitle çevirmelisiniz. Bahçeye su getirmek, elektrik tertibatı kurmak gibi işler için henüz imkânınız yoksa bile bazı şeyler yapabilirsiniz. Uzun süredir boş duran, toprağı sertleşmiş bir tarla aldıysanız sonbahar yağmurlarından önce tarlaya hayvan gübresi attırıp toprağı traktörle derince kazdırabilir ve tırmıkla düzelttirebilirsiniz. Böylece toprak yumuşayacak ve ağaçları ekmeniz kolaylaşacak. Kafanızda iyi kötü bir bahçe planı olsa iyi olur. Evin yerini, sebze bahçesinin yerini, ayrı bir çiçek bahçesi düşünülüyorsa onun yerini, meyve ağaçlarının yerini kafanızda iyi kötü belirleyin. Bunları belirlerken arazinin eğimini ve hangi yöne baktığını göz önünde bulundurun.
Eğimli arazilerde üst kısımlar daha kuru, alt kısımlar daha sulak olacaktır. Arazinin içinde taşlık bir bölüm varsa evi buraya yapmayı, derin toprak olan kısımları ağaçlara bırakmayı tercih edebilirsiniz. Mümkünse arazinin bir krokisini önünüze koyup üzerine düşündüğünüz tasarımı kabataslak çizin. Bahçedeki bütün bitkilere ulaşmanızı sağlayacak yollar çok önemlidir, yolların yerlerini işaretleyin.
Elinizdeki planda ağaçlara ayırdığınız yeri belirleyin. Civarda hangi ağaçların yetiştiğini, bölgenin iklimine hangi bitkilerin uygun olduğunu araştırın. Mesela kiraz ağaçları genelde biraz yüksek ve serin yerlerden hoşlanır. Trabzon hurması biraz ılıman ve nemli yerler sever. Elma pek çok yerde yetişebilir. Kayısı köklerinin fazla suda kalmasını sevmez, zemin suyu fazla yüksek yerlerde çürüyebilir. Önceliği çevrede yetişen ağaçlara vermek her zaman için daha iyi netice verir. Daha sonra bahçe oturmaya başlayınca kendi deneylerinizi yapabilirsiniz.
Şimdi elinizde ekime hazır yumuşak ve bol gübreli bir toprak ve seçtiğiniz fidanlar var. Meyve fidanlarını sonbaharda ekerseniz yağmurlardan faydalanarak yaza kadar sorunsuzca gelişeceklerdir ama ilk bir iki sene mutlaka sulamanız gerekir. Sulamayı planlamadan meyve ağacı dikmeyin. Yeni dikilmiş meyve ağaçlarını yazın tercihen iki haftada bir, imkân yoksa ayda bir bolca sulamak gerekir. Henüz kuyu açamıyorsanız ama sabırsızlanıyorsanız yakın köyden birilerinde römork su tankeri olup olmadığını araştırabilirsiniz. Tankerin sahibiyle anlaşırsanız yazın bitkilerinizi sulayabilir.
Çam, leylandi, sedir ve selvi gibi ibreli ağaçlar susuzluğa daha dayanıklıdır. İlk bir iki sene su çıkaramayacaksanız ama yine de ağaç dikmek istiyorsanız önceliği arazinin kuzeyine yapacağınız rüzgar perdesine verebilirsiniz. Sert ve soğuk rüzgarları kesmek için arazinin kuzeyine bir sıra selvi dikin. Mavi selvi açık renkli olduğu için daha az kasvetli bir hava veriyor ve susuzluğa oldukça dayanıklı. Limon selvi sanki biraz daha yavaş büyüyor ama onun da açık yeşil yaprakları ve dokununca saldığı limon kokusu çok hoş. Leylandi epey hızlı büyüyor ama biraz daha seyrek bir yapısı var. Sedir ve çam rüzgar perdesi olmaya uygun değil ama tek başına belirlediğiniz yerlere ekebilirsiniz. Özellikle ılıman bölgelerde fıstık çamı hızlı büyüyen ve büyüdükten sonra meyve veren bir tür olarak tercih edilebilir. Küçükken top şeklinde, büyüyünce de kocaman bir şemsiye şeklinde harika bir görüntüsü oluyor. İbreli ağaçları ekmeden önce daha önce sözünü ettiğim toprak hazırlığına da ihtiyaç yok. Çok kalender ve güçlü bitkilerdir. Yine de sert bir toprakta çalışmanın zor olacağını aklınızda bulundurun. Yağmur yağmasını ve üzerinden üç dört gün geçip toprağın tavına gelmesini bekleyin. Rüzgar perdesini iki metre aralıkla ekebilirsiniz. Bazıları daha yakın dikebiliyor ama ağaçların gelişimi açısından pek iyi olmayabilir bu yakınlık.
Bizim bahçenin kuzeyine 26 tane mavi selvi ekmişiz. Mera olarak kullanıldığı ve hayvanlar tarafından sürekliği çiğnendiği için toprağı sertleşmiş, zeminin bir karış altında hemen kayaların başladığı arazimizde kazmayla taşları delerek çukur açmak bizi epey zorlamıştı. İlk başta iki karıştılar ama bir bitkinin büyümesinin beklenmeyeceği o berbat zeminde bile şu geçen 6 yıl içinde boyları iki metreyi geçti. Biz selvileri ilkbaharda diktiğimiz için ilk sene yazın sulamıştık ama sonradan hiç sulamak gerekmedi.
Sulama işini ayarladıysanız sonbaharda meyve ağaçlarını da ibrelilerle birlikte dikebilirsiniz. Fidanlar Kasım ayından itibaren açık köklü olarak da satılabilir. Fidancının talimatlarına uyarak aşı yeri toprağın üzerinde kalacak şekilde ekin. Tüplü fidan denen topraklı fidanlar zaten her mevsim dikilebilir. Onda da fidanı kendi toprak seviyesinde ekmek, derinde ya da yüksekte bırakmamak gerekir. İlk bir iki sene zaten fazla bir şey yapmanız gerekmez. Sonbahar yağmurlarından önce diplerine gübre atmak genelde iyi netice verir. İlkbaharda uyandıklarında toprağın alt tabakalarına sızmış besin maddelerini hazır bulurlar. Bir de mantar hastalıklarına karşı şubatın ikinci yarısında tomurcuklanma başlamadan önce bordo bulamacı atmanız gerekebilir. Hazır bordo bulamaçları suda çok kolay eriyor ve basit bir el pompasıyla kolayca atılabiliyor. Pompa alırken beş litrelik bir haznenin pek üzerine çıkmanızı tavsiye etmem, o bile epey ağır oluyor. Ağırlık taşımakla ilgili sorununuz yoksa belki daha büyük bir hazne tercih edebilirsiniz.
Meyve fidanı almak istediğinizde çoğu türün yabancı isimleri olduğunu göreceksiniz. Genelde pazarlarda satılan kültür meyvelerinin fidanları oluyor fidancılarda. Halbuki yerli ağaçlarımız, tohumdan ürettiğimizde de üç aşağı beş yukarı aynı meyveyi alabileceğimiz fidanlar ortama uyum sağlama ve hastalanmama açısından çok kıymetli. Arazi yakınındaki köylerde yerli meyve ağaçları olup olmadığını araştırabilirsiniz ve mümkünse bunlardan edinebilirsiniz. Ağaçlar arasında üç dört metre bırakmayı unutmayın. Hangi ağacın ne kadar alana ihtiyacı olduğunu araştırın. Bir de iyice bilgilenmeden budama yapmayın. İçinde oturmasanız da bahçeniz yavaş yavaş oluşmaya başladı bile. İki üç sene sonra ağaçlarınızdan meyve almaya başlayabilirsiniz. Bahçeye yerleşmek için önünüzde beş on sene varsa siz tam evinizi yaptığınızda ağaçlarınız en verimli dönemlerine girmiş olacak. Hiç kimsenin geride bırakılmayacağı bir dünyada bahçelerimizin meyvelerini birlikte yeme umuduyla.