Dünyayı kitap gibi okumak

Alberto Manguel, 'okumak' metaforundan yola çıkıyor. Manguel, imgesel dünyasını anlatıyor.

Abone ol

Dil tek başına bir şeyleri anlamaya ve anlatmaya yetmeyince metaforlar devreye girer. Metaforlar belki de dilin daha çok söyleyebilmesi anlamına gelir. İnsanın dünyayı anlama ve anlamlandırma çabası da elbette bunda etkili. Manguel “Okur yazar toplumlar, yazılı söz üzerine kurulmuş toplumlar insanla evren arasındaki ilişkiyi adlandırmak için temel bir metafor geliştirmişlerdir: dünya okumamız gereken bir kitaptır” diyor.

Yazar, bu metafordan yola çıkarak okurluğu, ona yüklenen anlamları ve bunların metaforlarla ifadesini tartışmaya açıyor; “Gezgin, Kule ve Kitapkurdu ‘Metafor Olarak Okur’ adlı kitabında.

“Dünya kitabı hayat yolculuğuna bağlanır, böylece okur da o kitabın sayfalarında yol alan gezgin olur” diyerek de yaşam yolunda ilerleyen insanın gezginlik misyonuyla, okurluk arasında bir ilişki kuruyor. Yani okumak, dünyayı deneyimlemek, yaşamın içerisinde bir yolculuğa çıkmak olarak ifade edilmiş oluyor. Bu yolculuk ilişkisi üzerine düşündüğümde yolun imgelediği şeyin hep ileriye yönelik, düz ve olumlu ifadesi sorunlu geliyor bana.

Gezgin, Kule ve Kitapkurdu / Alberto Manguel / YKY

İnsanın dünyayı bir kitap gibi okuma gayretinin sonuçlarının çok olumlu olmadığı gibi, kitabı da bir yol gibi düşünmek olumlu olmayabilir. Dünyayı okumak, onun sırlarına ermek, tüm gizli yanlarını açık etmek, doğada bulunan her şeyi adlandırmaktır biraz ve bunun sonucu dünyayı nesnel bir malzemeye, bir harita gibi her köşesi belirlenmiş, insan yararına düzenlenmiş bir yere indirgemek anlamını içerir. Kitap okuma yolculuğu için bu şöyle bir anlam ifade edebilir; her şeyine anlam verebildiğin bir metin, hiçbir gizemi olmayan, klişelere sığınmış bir anlatı. Yani bildiğiniz dümdüz bir yol, hiç patikalara uğramayan, taşları olmayan, insan işi bir asfalt gibi.

HEM DÜNYA HEM KİTAP GİZEMLERİYLE, SAPA YOLLARIYLA ANLAMLI

Manguel okurluğun gezgin-okur metaforunu kurarken, yararlandığı metinlerle böyle bir anlamı olduğunu uzunca anlatıyor kitapta. Kitapların okuru bir yola çıkardığı doğrudur ancak bu yolun nasıl olduğu da önemlidir bana kalırsa. Çünkü hem dünya hem de kitap, bence gizemleriyle, büyüsüyle, sapa yollarıyla anlamlı. Elbette bu benim yorumum, kitabın ilk cümlesinde Nietzsche’den yapılan alıntıda belirtildiği gibi: “Gerçek diye bir şey yoktur, onlar yorumdur.” Yani benim yorumumun da Manguel’in yorumunun da “gerçeklik” “kesinlik” gibi bir kaygısı yok.

Manguel’in bahsettiği bir diğer okurluk metaforu ise “fildişi kule” bu okurluk ise toplumdan elini ayağını çekmiş, kendisini kitaplar arasında kaybetmiş bir okurluğu imgeliyor anladığım kadarıyla. Bu tarz okurluğa yüklenen anlamın farklılaştığına da değiniyor Manguel. Örneğin modern dönemin fildişi kulesindeki aydını, kalabalıkları anlamaya çalışmayan, onlara yukarıdan bakan bir profil çiziyor. Ayrıca Marksist düşünürler de bu tarz okura olumsuz bakıyorlar.

Manguel, Gramsci örneğini veriyor bu konuda, ona göre aydının rolü Hamlet’in aksine beklemek ve düşünmeye dalmak değil aydın, toplumun çetrefilli sorunlarını ortaya koyup irdelemeli, çözüme ulaştırmalı, ayrıca kapitalizmden sosyalizme geçişte sorumluluk almalı ve sosyalist devleti idare etmeliydi. Burada aydına yüklenen topluma yol göstericilik misyonu fildişi kulesine çekilmiş, kendisini dünyadan koparmaya çalışan okurun tam tersi olarak anlamlandırılıyor görüldüğü gibi. Ancak bu fikirde biraz sorunlu bence topluma yol gösterici olarak aydının da onu anlamaktan çok uzak olduğunu ve toplumun hangi ideolojiye mensup olursa olsun bir yönlendiriciyle, aydınla, liderle adına ne denirse denilsin biçimlendirilemeyeceğini, dünyanın pek çok kez tecrübe ettiğini düşünüyorum. Çünkü sabit bir şeyden söz edemiyoruz toplum dendiğinde, onu oluşturanların bütünlüklü değil, parçalı, kırılgan olduğunu, tekilliklerden oluştuğunu fark etmek gerekiyor belki de en azından bence böyle.

ELEKTRONİK OKUMAYI 'BÜTÜNLÜKLÜ' KILMAK MÜMKÜN DEĞİL

“Fildişi Kule”deki okur metaforu için sanırım Manguel’in aktardığı Flaubert yorumu bana daha yakın; “dünyanın bönlüğüne karşı sığınma yeri, her ne kadar “sözcükler, sözcükler, sözcükler” ile meydana gelmiş de olsalar okurun kitaplarının zekâsıyla huzur içinde kalabileceği yer” bana da fildişi kule metaforu bunu çağrıştırıyor, yani dünyanın yaşattığı tüm olumsuzluklar karşısında okurun kendisini bu dünyanın dışında bir yerlerde var edebildiği Kafka’nın “herkes kendi içinde bir oda taşır” dediği yer, “kendine ait bir oda” belki de.

Manguel kitapta elektronik metin okurlarına da dikkat çekiyor. Ona göre elektronik okurlar: “Aynı yazıların iliştirildiği karşısında akan sayfalarda yola çıkar. Çevresinde yorum yapılacak boşluklar bırakılmak yerine çoğu zaman başka sayfaların önceden belirlenmiş linklerinin yanı sıra dikkat dağıtan reklamlar konur, hep orada duran bir sayfaya yukarıdan aşağıya göz gezdirir.” Bu konu üzerine düşündüğümde elektronik ortamda bütünlüklü bir okuma yapmanın mümkün olmadığı sonucuna varmıştım.

Alberto Manguel

Özellikle herhangi bir online siteden herhangi bir şeyler okumaya çalıştığımızda devamlı bölündüğümüzü fark etmişsinizdir. Yanlarda başka yazarların yazıları, yukarıda reklamlar hâttâ metnin ortasında başka bir linke bile rastlayabiliyoruz. Bu nedenle asıl okumak istediğimizin derinliğine inemiyoruz çünkü dikkatimiz hep dağınık. Devamlı başa dönmek zorunda kalıyoruz. Günümüzde özellikle de kendi coğrafyamızda, online haber ve edebiyat sitelerinin ayakta kalması için zorunlu belki de bu ancak okur açısından böyle bir sonucu olduğunu da belirtmek gerek.

Ayrıca Manguel, “elimizde kitap tutarken yaşadığımızın aksine ekrana bakarken öyküyü fiziksel olarak takip etmenin somut duygusundan yoksun kalırız” diyor. Bu fikre de katılıyorum. “Eski kafalılık” gibi gelebilir ancak sanal okumalar bana sanki okuduğum metin sadece orada varmış gibi bir his veriyor yani onu zihnime yerleştiremiyorum. Bu nedenle de okuduğum metnin önemli yerlerini not tutarak onu somut hâle getirme çabasına giriyorum. Bir de sanırım dokunmak önemli çünkü bu duyguları tetikleyerek metin ile aramızda hissi bir karşılaşma alanı yaratıyor. Bu genel ve kesin bir şey değil elbette kişisel olarak okuma deneyimleri değişebilir.

Manguel ayrıca “kitapkurdu”, “kitapsever”, “kitap delisi”, “edebiyat canavarı” gibi metaforlar üzerinde de duruyor. Tablolar ve metinlerle bu metaforlara yüklenen anlamlara odaklanıyor ve anlamların değişkenliğine vurgu yapıyor. Kitap boyunca Gılgamış’tan, Don Quijote’a, Dante’ye, Hamlet’e, kutsal kitaplara kadar pek çok metne başvurarak, fikirlerini besliyor. Özetle; “Gezgin, Kule ve Kitapkurdu ‘Metafor Olarak Okur” kitabı bu sefer bizi kitaplar üzerine değil de okurlar üzerine düşündürüyor.