'Duruşmada olanları, orada bırakmıyoruz'

Hafıza Merkezi, İletişim ve Savunuculuk Programı’ndan Burcu Ballıktaş Bingöllü, Hukuk Çalışmaları Programı’ndan Duru Yavan ve Melis Gebeş’le Türkiye'deki cezasızlık meselesini Hakikat Adalet Hafıza Çalışmaları Derneği ekseninde konuştuk.

Abone ol

Filiz Gazi

Hakikat Adalet Hafıza Çalışmaları Derneği, 2011 Kasım’ında, bir grup avukat, gazeteci ve insan hakları savunucusu tarafından İstanbul merkezli bir dernek olarak kuruldu.

90’lı yıllarda, devletin denetiminde, “terörle mücadele” adı altında cinayetler işlenmesi, zorla boşaltılan, yakılan köyler, zorunlu göçe tabi tutulan yüz binlerce insan, faili meçhuller, gözaltında işkence ve tecavüze uğrayanların hak ihlallerine ilişkin hakikatlerin ortaya çıkmasına ve bu ihlallerden etkilenenlerin adalete erişmesine yönelik çalışmalar yapan bir dernek. Zorla kaybedilenlerin veri tabanının oluşturulduğu, ulaşılabildiği kadarıyla kaybedilenlerin hikayelerinin toplandığı bir arşive sahipler. İstikrarlı bir şekilde gazetecisi, sosyal bilimcisi, avukatıyla davaları takip ediyorlar. Yüzleşme konusunda hiçbir adım atılmazken, failin belirsizliğinin devam ettiği hikayeler sonlanmıyor aksine devam ediyorken nasıl olacak? Davaları niçin izliyorlar? Neler kayıt altına alınıyor?

Hafıza Merkezi, İletişim ve Savunuculuk Programı’ndan Burcu Ballıktaş Bingöllü, Hukuk Çalışmaları Programı’ndan Duru Yavan ve Melis Gebeş’le konuştuk.

"ZORLA KAYBEDİLENLERE ODAKLI ÇALIŞIYORUZ"

Hangi davalara odaklı çalışıyorsunuz?

Melis Gebeş: Şu ana kadar yaptıklarımız, izlediğimiz davalar 90’lı yıllarda yaşanan ağır insan haklarıyla ilgili. Genel çalışmalarımızın ve dava izleme faaliyetimizin kapsadığı alan, ağır insan hakları ihlalleri. Belli bir alana odaklanarak çalışmak daha verimli ve daha üretici olduğu için böyle yapmayı tercih ediyoruz. Ağır insan hakları ihlallerinden, ‘zorla kaybedilenlere’ odaklandık. Bunlar daha çok sistematik ve yaygın bir şekilde meydana gelen ihlaller.

Yakın geçmiş Roboski. Newroz günü öldürülen Kemal Kurkut. Yine Küçükçekmece’de öldürülen başka bir genç Sıla Abay ve daha bir çok yaşanan. Bugünlerin yaşam hakkı ihlallerine bakınca, umutsuzluğa düştüğünüz, “biz neyle uğraşıyoruz” dediğiniz oluyor mu?

Burcu Ballıktaş Bingöllü: Özellikle yaşam hakkı ihlallerinin bu denli yoğun olduğu bir süreçte 90’lar çalışmak, anlamsız durabilir. Şimdi bu kadar yakıcı şeyler yaşanırken, acaba biz bu merkezin birikimini, enerjisini neye odaklamalıyız gibi tartışmalar aramızda döndü tabii ki. Sonuçta merkezin yaptığı iş ancak barış süreçlerinde anlamlı olabilecek bir belgeleme işi ve maalesef yaklaşık iki senedir yeniden içine girilen çatışma süreci bambaşka ihlallerle karşı karşıya bıraktı hepimizi. Ancak yine de Türkiye’de bunun da önemli olduğunu düşünüyorum: odağını, ilgini dağıtacak her türden gelişmeye rağmen çalışma alanını derinleştirmek. Bizim odağımız 90’lar olduğu için başından itibaren zorla kaybetmelerin konu edildiği davalar üzerine bir çalışma gelişmiş oldu.

Ve tabii ki bu davaların da izlenmesi gerekiyor. Dava izleme faaliyetinin, en büyük amaçlarından biri, devletin görevlilerinin faili olduğu suçta, o suçtan zarar görenleri yalnız bırakmamak ki zaten bu davaların bir kısmının çeşitli sivil toplum örgütleri tarafından izlendiğini, en azından hukuki destek sağlandığını biliyoruz. O alana elbette kapalı değiliz. Sitemizde haberlerine yer veriyoruz, gelişmelerini paylaşıyoruz. Takip içerisindeyiz tabii ki de.

M.G.: Yargı pratiğini takip etmek, cezasızlığın sürekliliğini görmek benzer uygulamaların devam edeceğini düşündürtüyor. Ağır insan haklarıyla ilgili davalarda yargılananlar bu ihlallerin yapısı itibariyle devlet görevlileri veya kamu gücünün iştiraki, bilgisi ya da kontrolü dahilinde hareket eden kişiler. Türkiye’de bu kişilerin yargı önüne çıkarıldığı neredeyse her durumda cezasızlık zırhıyla korunduğunu görüyoruz. İzlediğimiz davalarda da yargının cezasızlık döngüsünü devam ettirmek için benzer stratejilere başvurduğunu görmek mümkün. Ancak bu bir mücadele alanı ve cezasızlık döngüsünü kırmak için istikrarlı bir şekilde bu alanda yer tutmaya devam etmek gerekiyor.

DURUŞMA TUTANAĞINDA OLMAYAN GÖZLEMLER

.

Davaları niçin izliyorsunuz, neler kayıt altına alınıyor? Amaç ne?

Duru Yavan: Dava izleme ekiplerimiz bir avukat, biz gazeteci, bir sosyal bilimci ve bir çizerden oluşuyor. Bu ekiplerin izlenen duruşmaya ve daha genel olarak davanın gidişatına ilişkin mağdur odaklı ama objektif bir gözlem yapmasını hedefliyoruz. Aslında kural olarak duruşmalar herkese açık, yani mahkeme aksi yönde bir karar vermediği sürece, zaten herkes duruşmaları izleyebilir. Kural böyle olmakla birlikte sonuç olarak kapıları kapalı bir duruşma salonu var ve yalnızca duruşma salonuna giren kişiler duruşmada ne olup bittiğini görebiliyor. Duruşma salonunda bulunmayanlar ise ancak duruşma tutanaklarından veya bu tutanaklara dayanılarak yazılan haberlerden gelişmeleri takip edebiliyorlar. Bunlar da büyük ölçüde teknik ve hukuki metinler oluyor. Oysaki duruşmada teknik hukukun çok ötesinde cezasızlığın vücut bulduğu birçok tutum, duruş ve konumlanış ile karşılaşıyoruz ve dolayısıyla duruşma salonunda yaşananların esasında yalnızca duruşma tutanağına yansıyanlardan ibaret olmadığını görüyoruz. Bu nedenle dava izleme ekibinin her bir üyesinin bu gözle duruşmaları izlemesi bize cezasızlığın nasıl vuku bulduğuna ve kendini nasıl devam ettirdiğine ilişkin ipuçları sunuyor. Örneğin, duruşmanın öncesinde ve sonrasında bekleme salonunda gerçekleşen olaylar, sanıklar korumalarıyla arka kapıdan girerken mağdurların sanık yakınları ile aynı salonda beklemek durumunda kalması ve hakimlerin mağdurlarla ve sanıklarla konuşurken kullandığı dil gibi gözlemlenmesi gereken bir çok olay var. Bu nedenle ekipler duruşma öncesi ve sonrasına ilişkin gözlemlerini de raporlara aktarıyorlar.

M.G.: Temel olarak izleme faaliyetinin amacı, devlet görevlilerinin yargılandığı bu tip davalarda karşılaştığımız cezasızlık sorununa yol açan uygulamaları tespit etmek ve bunu kamusal alanda yaygınlaştırmak. Bir yandan da bunun nasıl aşılabileceğine dair çözüm önerileri getirmeye çalışıyoruz. Bu davalar, en başta geçmişle yüzleşme aracı olarak algılanıyordu ve geçmişe ilişkin hakikatlerin ortaya çıkarılması için açıldığı söyleniyordu. Süreç içerisinde, politik atmosferden de etkilenerek bu durum değişti. Yeniden çatışmalı sürece girilmesiyle beraber devletin geçmişle yüzleşme politikası sekteye uğradı ve bu durum davaların gidişatını da etkiledi. Bu durum faillerin hesap vereceğine ilişkin toplumsal inancı zayıflattı. Ancak yine de izlediğimiz davalarla ilgili yegane istek ağır insan hakları ihlallerinin faillerinin hesap verebilir kılınması değil. Bu davalar aynı zamanda bu ihlallerle ilgili hakikatin ortaya çıkarılması için bir fırsat da sunuyor. Özellikle mağdurların uzun yıllar boyunca resmi makamlar önünde hakikati dile getirmek için çabalamış olduğu ve bu çabalarının sonuçsuz kaldığı göz önünde bulundurulduğunda, mahkeme salonlarının mağdurların seslerinin duyulması için bir zemin oluşturmasının önemi daha belirgin olarak karşımıza çıkıyor. Dava izleme faaliyeti kapsamında duruşmalarda dile getirilen bu hakikat kamuoyuyla paylaşılıyor.

İzleme ekiplerinde avukatlar dışında, gazeteciler ve sosyal bilimciler de var. Raporlara nasıl yansıyor bu?

M.G.: Yaptığımız gözlemler sadece hukuk gözüyle değil. O yüzden izleme ekiplerinde, gazeteciler de yer alıyor, farklı disiplinlerden sosyal bilimci arkadaşlarımız da. Onların perspektifinden, bu sürecin nasıl göründüğü duruşma raporlarına yansıtmaya çalışıyoruz. Çünkü bu cezasızlık meselesi, sırf hukuk alanının bir problemi değil. Bu politik olarak, devletin yönetimine ilişkin bir problem. Bu sayede esasında yalnızca hukuk alanını ilgilendirmeyen cezasızlık sorununun değdiği diğer alanların da çalışmaya dahlini ve çok katmanlı olan bu sorunun nitelikli bir analizini sağlamaya çalışıyoruz. Disiplinler arası bir çalışma yöntemi bunu yapmak için elverişli bir zemin sunuyor. Örneğin, hukukçular tarafından çoğu zaman içselleştirilmiş ya da normalleştirilmiş olan sorun alanlarının diğer branşlardan gelen kişiler tarafından fark edildiğini ve raporlandığını görüyoruz.

'YALNIZ DEĞİLSİNİZ' DUYGUSUNU YARATMAK

Mağdur yakınlarıyla görüşüyor musunuz?

D.Y.: Çoğu mağdur yakınını zaten daha önceden yaptığımız saha çalışmalarından tanıyoruz. Düzenli olarak davaları takip ederek de bu ilişkiyi sürekli kılmış oluyoruz. Mağdur yakınları ile kurduğumuz ilişkiyi önemsiyoruz. Nitekim yürüttüğümüz dava izleme faaliyeti mağdur odaklı bir çalışma; dolayısıyla mağdur yakınları ile görüşmeden ve sahici bir ilişki kurmadan bu işi hakkıyla yapmamızın mümkün olmadığını düşünüyorum.

B.B.B.: İzleme faaliyetinin ilkelerinden biri objektif olması ve taraflara mesafeli durması. Bu yüzden tek tek bireylerle, izleme ekibinden doğru bir ilişkilenme olmuyor. İstikrarlı bir şekilde gidildiği için, davaların, birilerinin ilgisi dahilinde olduğu biliniyor. Bunun, mağdurlar açısından, “yalnız değiliz” duygusu yarattığını düşünüyorum. Aynı duygu, bu davalarda çalışan avukatlar için de geçerli. Dosyalarla senelerce uğraşan, davanın açılmasını sağlayan avukatlarla irtibat halindeyiz. Ne olacak bu duruşmada diye sormak, davayı bir şekilde gündeme taşımaya çalışmak bir şekilde o süreci takip eden başkalarının da olduğunu fark ettiriyor olmak önemli bu tip davalar için.

M.G.: Burcu’nun bahsettiği, mesafe meselesine bir iki şey eklemek istiyorum. Dava izleme dediğimiz faaliyetin, uluslararası örneklerine baktığımızda, izleme ekiplerinin hem taraflarla, hem de mahkeme heyeti ve savcılarla görüşme yaptığını ve böylece onların fikirlerini de izleme raporlarına aktardığını biliyoruz. Ama burada böyle bir şey mümkün değil. Mahkeme heyeti ve savcılarla iletişim kurmak oldukça güç. Dava izlerken ve raporlarken objektif ve tarafsız olmak bakımından sadece gidip tek bir tarafla konuşmak, diğer tarafla iletişimsiz kalmak, objektifliği yitirme gibi bir risk taşıyor teknik olarak.

Gittiğiniz davalarda, “siz kimsiniz” denildiği oldu mu?

D.Y.: Dava izleme ekipleri hazırladığımız görev mektubunu mahkeme heyetine iletiyor. Bu görev mektubu dava izleme faaliyetimizi özetleyen ve duruşmayı kimlerin izleyeceğini bildiren bir metin aslında. Görev mektuplarını heyetlere verdiğimizde, biz şu çerçevede davayı izliyeceğiz dediğimizde, ‘Bunu bize niye veriyorusunuz, bu davalar zaten herkese açık, isteyen izler’ gibi tepkiler aldığımız oldu başlarda. Ama zamanla heyetler de bu duruma alıştı.

M.G.: Hukuken duruşmalar aleni ve halka açıktır. Dolayısıyla her kişinin duruşma salonuna girerek davayı izlemeye hakkı var. Dava izleme faaliyetinin dayandığı yasal zemin de bu. Davaları izlenmenin amaçlarından biri de yargı süreçlerinin şeffaflığını arttırmak. Ancak her ne kadar diğer ülkelerde yerleşik uygulama örneklerine rastlasak da Türkiye’de yargı süreçlerinin tarafsız ve objektif gözlemciler tarafından izlenerek raporlanması alışılmış bir şey değil. Duru’nun bahsettiği görev mektubuyla yargılamada rol oynayan tüm öznelere izlendiklerini hatırlatmak ve basınç oluşturmaya çalışıyoruz. Yaptığımız şey izin almak değil, bilgi vermek. En başlarda mahkeme heyetleri bunu anlamlandıramıyordu. Ancak belirlediğimiz davaları sistematik bir şekilde izlemeye devam ettikçe yaptığımız şeye daha çok anlam vermeye başladılar.

"KAYDETMEK TÜRKİYE'DE YAKICI BİR ÖNEME SAHİP"

Davaların “izleniyor olması”, adaletin sağlanması açısından olumlu bir etki yaratmadığını biliyoruz. Bütün bu raporlar, sarf edilen emek ne sağlıyor diyebiliriz?

B.B.B.: Amaç tüm süreci şeffaf kılmak. İzlemek ve kayıt altına almanın, duruşma salonundaki herkese çekidüzen de verdiğini düşünüyorum. Ciddiye alınması gereken bir süreç olduğunun ve öylesine gidilen bir dava olmadığını göstermek derdindeyiz. Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen izleme ekibinin, duruşmalara katılımını sağlamak basit bir iş değil. Son birkaç yıldır, adaletin gerçekleşeceğine dair inançsızlıktan dolayı, ‘izliyorlar da ne olacak sanki’, ‘taş üstüne taş koysak da sonuç belli’ gibi karamsar bir bakış olabilir. Davanın daha iyiyi gitmesi anlamında bir katkımız olamıyor ne yazık ki ama duruşma salonunda olanları, tozlu arşivlerin arasına bırakmıyoruz, kamuoyunun bilgi alabileceği bir alana taşıyoruz. Örneğin, Ekim ayında, patır patır arka arkaya bazı kurumlar kapatıldı. Aralarında bu davaları sürekli takip eden haber kanalları, ajanslar vardı. O haberlerin linkleri uçtu. Kaydetmek, Türkiye’de bu açıdan da yakıcı bir öneme sahip.

D.Y.: Bu yargılamaların tek anlamlı sonucu sanık sandalyesinde oturan kişinin ya da kişilerin ceza alması değil aslında. İzlenen davalara konu suçlar yaklaşık yirmi yıl kadar önce gerçekleşmiş suçlar ve yirmi yıldır mağdurlar ve mağdur yakınları bu suçların faillerinin ortaya çıkarılmasını, yargılanmasını bekliyorlar. Çoğunlukla olay gerçekleştikten sonraki süreçte yakınlarının ölümüne sebep olan kişiyle hiç karşılaşmamış oluyorlar mesela. Dolayısıyla mahkeme salonunda ilk defa karşılarında yirmi yıldır yüzleşmek istedikleri kişi oturuyor, sanık sandalyesinde oturur halde ve bütün sorulara cevap vermeye hazır olarak. Bu bile yüzleşmenin bir parçası bence.

Bir de tabii mağdurlar ve mağdur yakınları, devletin resmi kayıtlarına geçecek şekilde yaşadıklarını anlatmış oluyor. Öyle ya da böyle bütün bu anlatılar duruşma tutanağına geçiyor. ‘Ben böyle bir şey yaşadım, bu kişinin yakınımı öldürdüğünü düşünüyorum’ diyor ve bu ifade bizzat devletin kayıtlarına geçiyor. Bu nedenle yargılamaların fiili bir hakikat komisyonuna dönüştüğünü de düşünüyorum, bir anlamda mağdurların hakikatleri devlet tarafından kayıt altına alınmış da oluyor çünkü.