Yerine utanmakla gülmek ve sinirlenmek arasında bırakan bu akımın daha epeyce uygulayıcısı olur herhalde. Birçok market ürününün sonraki hafta iki katı fiyatına alındığı, çoğunluğun yedi lira verilmiş iki battal boy domatesi eve götürdüğünde ‘pişirip yesem mi ciddi mi düşünsem’ noktasına geldiği bugünlerde bu akım yine de karşılık bulacaktır. Bir kez mana, mantık, minimum adalet bağlamından kopulmayagörsün çünkü, her şey suyu çıkana değin ‘eğlence’ konusu haline gelebilir.
Sosyal medyada yeni bir trend var: #fallingstars (kayan yıldızlar). Dün Seda Sayan’ın paylaştığı, Simit Sarayı önüne kapaklanmalı ilginç poz üzerine haberdar oldum ben de, çoğumuz gibi. Kaynağı Ruslarmış. Özel jetinden inerken ani bir ilhamla kendini yere atan Rus DJ Smash, o an çektirdiği fotoğrafı Instagram’da paylaşarak meydan okuduğu diğer sosyal medya fenomeni arkadaşlarını da etiketlemiş. Rus Instagram’ından başlayarak almış yürümüş bu akım, Seda Sayan başganlığında da bize kadar gelmiş. Akım o kadar manasız ki, “Allah düşürmesin” deyip geçmek istiyor insan ama geçemiyor da.
Sosyal medyada bu bir tema etrafında özel pozlu, meydan okumalı paylaşımlar son yılların gözdesi. Genellikle ünlüler başlatıyor, sonra halk arasına ‘düşüyor.’ Amerika’dan yayılan Ice Bucket Challenge (Buz Kovası Kampanyası) bu türün en bildik örneklerinden biriydi, ALS hastalığına dikkat çekme ve bağış toplama amacı taşıyordu. En azından yola çıkış noktasında bir ‘hayır’ vardı yani. Bu türden, birilerinin hayatına faydası dokunacak, akla mantığa savaş kabilinden olmayan trendler, bir noktada suyu çıksa bile insanı hayattan soğutmuyor.
#fallingstars’ın arkasında da böyle bir şey var mı diye baktım, yok. Sıfır. Aksine zenginlerin zenginliklerini belli bir prodüksiyonla sergilemesinden başka hiçbir amacı yok, görünen. “Al sana özel jetim, al sana Maserati’m” demiyor da, düşüp ölmüş gibi poz veriyor. Ceset taklidi, düşmek aşırı zenginliği nötrlesin de Allah nazardan saklasın diye zaar. “Ay bak özel jetin olsa ne fayda, bu dünya sana da kalmıyor şekerim.”
Bir yanıyla böyle bir örtük düşünceden beslenmiş olabilir bu akım. Öbür (daha güçlü) yanıysa gösteri(ş) çağının her gün çiğnenip atılacak yeni ‘dahiyane’ fikirler gerektirmesi. Mana, mantık, adalet bağlamından çıkınca her şey sonsuz bir aşırılığa sürüklenebiliyor. Sürekli olarak da eli artırmak gerekiyor, çünkü bugün ilginç olan, yarın olmuyor.
Bu çılgınlık, aşırılık, görgüsüzlük kokteyli çağımızın bir icadı değil elbette, insanlık tarihi bunun örnekleriyle dolu. Bir yanda açlık, sefalet, hastalıklar içinde ömrünü erkenden çürüten çoğunluk, diğer yanda hacetini altın oturakta gideren, bir gecelik eğlenceye kaç ömürlük paralar döken ayrıcalıklı azınlık...
Her gün bir kısmı çocuk binlerce insanın açlıktan, yeni bir hayat umuduyla bindikleri botlarda dalgalara kapılarak, adaletsizlik, şiddet ve zulmün bin bir çeşidiyle hayatını yitirdiği bir dünyada ölümün, ölüm pozunun, ağır kazanın ‘şaka’ konusu olabilmesi ise o kadar kanıksadığımız bir durum ki… Lüksün, aşırılığın bir ucu her zaman, pek de metaforik olmayan biçimde, ölümle, katliamla bağlantılı: Ayı penisinden alınan kemikten yapılma içki karıştırıcısından, pek çok lüks giyim eşyasının, onu insanlık dışı koşullarda üreten emekçilerin ‘kan’ından, terinden bir damla taşımasına değin. Zenginlik, ayrıcalık zalimlikle çok kolay yan yana gelebiliyor. Schumaher’in kan dondurucu 8 MM filminin unutulmaz sözü, pek çok dehşetin arkasındaki ana cümle: “Yaptı, çünkü yapabiliyordu.”
Orta ve alt sınıflara uzanan yanları da çok, bu ölümden eğlence çıkarma meselesinin. Gücü yeten yetene. Katillerle foto çektirmekten idam mahkumlarının derisinden eldiven yapıp giymeye uzanan pek çok gündelik psikopatlığın tarihi epey eski.
Bir ünlüyü, bir zengini mal varlığı önünde ölü görmenin, katartik bir etki sağlayabileceği bile düşünülebilir tüm bu nedenlerle. Tabii herkes ortada bir oyun olduğunu bildiği için bu imge bombardımanı çağında öyle uzun boylu bir şey değil, ‘anlık.’ Özetle ‘ölen’ razı, gören razı. Zengin son model arabasını göstermenin yeni bir yolunu bulmuş, züğürt de akıma kapılıp eğlenmenin. Bize uyarlamasıysa elbette her şeyde olduğu gibi bir tık daha absürt olacaktı.
Hadi ilk ünlü uygulayıcısının Seda Sayan olması neyse, Simit Sarayı! Viral diye düşünmek pek de mesnetsiz değil. ‘Simit Sarayı’ bizde fakirlikle zenginliğin sözel düzeyde bir araya getiriliverdiği cin konseptlerin en başarılılarından. ‘The saray’ kurulmadan önce de vardı çünkü saray imgesi bizde seviliyor. Zaten o yüzden ‘the saray’ var, hoop döndük başa. Seda Sayan’ın pozunda bir düşüp ölme vaziyeti de yok, direkt kapaklanmış. (Trendin bütün örneklerinde ölüm yok, kaza geçirmiş ya da sadece düşmüş gibi görünenler de var uygulayanlar arasında ama ölüm pozu baskın gördüğüm kadarıyla.) Yüz, botoksun verdiği daimi-yapay seksilikle bize dönük. Bir el çantayı, öbürü yerdeki simitlerden birini kavramış. Nimet yerlerde!
Akımla ve Seda Sayan pozuyla dün epeyce dalga geçildi, geçilmeyecek gibi de değil. Bizde düşene gülmenin hakkı sonuna kadar verilir. ‘Ünlülerimiz’in düşerken bile bir pundunu bulup bir ‘saray’ önüne kapaklanmaları ve trendin ilk temsilcisinin Bahçeli olduğu, rastladıklarım arasında en başarılı olanlardan. Seda Sayan’ın botoks düzeyinden göz kaçırmak cidden mümkün değil. Bunlarla yetinmeyip botokstan transfobiye kadar uzanan esprilerin bir kısmıysa çok tatsız. Simit-kaşar benzetmesi de hele sekseninci tekrarda hiç de komik değil ama bir kısmımız buna çok gülüyor anlaşılan.
Yerine utanmakla gülmek ve sinirlenmek arasında bırakan bu akımın daha epeyce uygulayıcısı olur herhalde. Birçok market ürününün sonraki hafta iki katı fiyatına alındığı, çoğunluğun yedi lira verilmiş iki battal boy domatesi eve götürdüğünde ‘pişirip yesem mi ciddi mi düşünsem’ noktasına geldiği bugünlerde bu akım yine de karşılık bulacaktır. Bir kez mana, mantık, minimum adalet bağlamından kopulmayagörsün çünkü, her şey suyu çıkana değin ‘eğlence’ konusu haline gelebilir. Her düşkünlük, saçmalık, ahmaklık, fikir olmayan fikir, 15 dakikalığına ünlü olabilir. Allah düşürmesin.