Düşünceli Hollanda saf Türkiye’ye yenildi

Top rakipte oyununu belli ölçüde oynamayı beceren bir Türkiye, bu turnuvada ne yapar? Sadece savunma becerisi, finallere taşınmak için yeterli mi? Bilmiyorum. Bildiğim şey Türkiye’nin akışkan bir oyundan yoksun olduğudur ve bu yoksunluk sadece savunma enerjisiyle telafi edilemez. Bu savunma stratejisi çok ciddi bir kontra hücum planıyla takviye edilmeden, önünü görebileceğini sanmıyorum.

Ali Fikri Işık polesar@hotmail.com

Orhan Pamuk; "saf ve düşünceli" adlı deneme kitabında, düşünceli kavramıyla, çalışılmış bir kurgusallığı ima ediyor ve saf, ifadesiyle de doğaçlama metinler arasında ciddi bir yöntem ayrımına işaret ediyordu. Hollanda adeta bir Spinoza felsefesi seminerindeymiş gibi, her şeyi büyük bir özenle yapmaya çalışarak, oyunun akışkan temposunu, bilinçli bir kurgusallığa kurban ediyordu. Kusursuzluk arayışı, o kadar abartıldı ki oyun, kurşun gibi ağırlaşıp, Türkiye’nin gönüllü savunma, patikasına hizmet etti. F. De Boer, sanki set oyunundan başka bir hücum oyunu alternatifi yokmuş gibi, 80 dakika boyunca, Türkiye’nin sekizli savunmasını göbekten delmeye çalıştı.

Şenol Güneş, zaten topu F. De Boer’e bırakan bir dizilim ve stratejiyle saha çıkmıştı. Nihayet bu bir tercihtir ve bu tercihten ötürü de Güneş’i suçlamak yersiz bir eleştiri olur. Burada kusurlu olan De Boer’in, tek tip hücum organizasyonuydu. Doğrusunu söylemek gerekirse, bu maçta ilahi ve mutlu tesadüflerin tümü de Türkiye’ den yana oy kullandı.

İlk gol, sokak ağzıyla pis bir burun vuruşunun savunmadan sekmesi sonucu ağları buldu. İkinci gol, Türkiye’nin bütün maç boyunca akışkan bir oyuna benzeyen tek atağının meyvesi olarak, penaltı katma değeriyle ödüllendirildi. Üçüncü gol, Çalhanoğlu klasiklerinden biriydi. Uzaktan ölümcül noktaya vuruş ve gol. Dördüncü gol ise, Burak’ın bal tutan parmağını yalar, faizinin bahşişi olarak geldi.

Burada belki de dikkate değer tek şey, Türkiye savunmasının çok ciddi ilerlemeler kaydetmiş olmasıdır. Liverpool patentli oyuncular, Leicester markası oyuncular göbekte sağlam durunca savunma, sadece savunma olarak öne çıkabiliyor. Ama savunmadan hücuma geçiş tam bir faciaydı. Aynı şekilde hücumdan savunmaya geçiş çizgisi de neredeyse ceza sahasının dibine kadar geriliyordu.

Top rakipte oyununu belli ölçüde oynamayı beceren bir Türkiye, bu turnuvada ne yapar? Sadece savunma becerisi, finallere taşınmak için yeterli mi? Bilmiyorum. Bildiğim şey Türkiye’nin akışkan bir oyundan yoksun olduğudur ve bu yoksunluk sadece savunma enerjisiyle telafi edilemez. Bu savunma stratejisi çok ciddi bir kontra hücum planıyla takviye edilmeden, önünü görebileceğini sanmıyorum.

Hiç kimse rakibe göre oyun tercihine bel bağlamasın. Hangi rakibe göre, hangi rakibin neyine göre bir oyun sorularının sonu gelmez. Madem ki rakibe göre oyun kurgulama yeteneğine sahipsiniz, peki neden kendi oyununuzu kurgulamıyorsunuz? Al işte haklı bir soru daha.

 
 
 
Tüm yazılarını göster