Düşündüren bir kedi masalı
Özlem Anar’ın “Âşık Kedi” adlı kitabı mesajları açık bir kitap insanların dünyasında yaşamaya çalışan hayvanların kederli ve neşeli yanlarını öne çıkarıyor. Hayvanlarla iyi ilişkiler kurmaya çalışan insanları ve hislerini öne çıkarıyor.
Hayvanlarla eşit bir ilişki biçimi geliştirmeye çalışanların, onlarla ev arkadaşlığı yapanların kafasında şöyle bir soru dolaşır durur acaba şu an ne düşünüyor, benim hakkımdaki fikri ne? Bunu bilmek mümkün değildir elbette. Ama insan bakışıyla düşünmeye ve yorumlamaya çalışırız. Gözlemlerimiz sonucunda onları biraz olsun anlamaya yaklaşabiliriz. Daha fazlasına çok izin vermezler. Özellikle kedilerle yaşamını paylaşanlar bilirler ki ev arkadaşınız olan kedi artık sizi kontrolü altına almıştır ve sizin isteklerinizin bir önemi kalmamıştır. Siz o ne isterse yapmak, istemediği zaman uzaklaşmak, istediği zaman o an çok önemli bir işiniz varsa bile onunla ilgilenmek zorundasınızdır.
KİTABIN KAHRAMANLARI KEDİLER
Özlem Anar’ın “Âşık Kedi” adlı kitabı da kedileri anlatıyor bir bakıma. Bildiğimiz ve bilmediğimiz yönleriyle kediler kitabın baş karakterleri. Sokakta kendisine yuva bulmak için çabalayan bir yavru kedinin, kendisini sahiplenmesini istediği kadına olan aşkıyla başlıyor metin. Kedimiz aynı zamanda kitabın da anlatıcısı. Ne yapıp edip, kendisini istediği eve yerleştirmeyi başaran kedi karakteri üzerinden yazar, hayvanların insanlarla olan ilişkisini, onların nasıl yorumlayabileceği üzerinden kurgulamış metnini. Bu anlamda bir kedi bizi nasıl görüyor olabilir sorusunu cevaplamaya çalışmış ki başta da bahsettiğimiz gibi hayvanlarla yaşayanlar bu soruları kafalarından devamlı geçirir.
HAYVANLARI EN ÇOK ÇOCUKLAR ANLAR
Kitaptaki pisinin dikkat çektiği gibi hayvanları en çok çocukların anladığını düşünürüm ben de. Çünkü çocuklar henüz kültürel anlamda tam olarak toplumsalın kendisine kodlayacağı kimliklerden ve biçimlerden uzaktırlar bu nedenle de ben çocukların büyüklere göre insan doğasının özelliklerine daha yakın olduklarını düşünürüm. İnsan doğasına yabancılaşmayı tam olarak hissetmedikleri için de hayvanlara daha yakın olurlar ve öyle hissederler. Elbette genel bir kural değil ancak en azından gözlemlenebilir olduğunu düşünüyorum. Ancak aileler genellikle buna karşı çıkarak çocukları aslında kendi doğalarından uzaklaştırırlar.
Anar’ın kedi karakteri bunu şöyle açıklıyor: “Bizi en çok çocuklar anlar ama onlar da ne yazık ki iradeleri kendi ellerinde olmayan canlılardır. Büyükler ise çocukluk günlerinin saf hayallerini çoktan geride bıraktıkları için katılaşmışlardır. Zor yaşamı (hayvanlar için) daha da zorlaştırdıklarını bilmeden sertleşir ve gerçeğin dibine batarlar. Çocuksu bilgelikleri bilgiye evrilir ve öğrendikçe unuturlar.” Kedinin tespiti doğru gibi görünüyor çünkü insanlar büyüdükçe daha çok kültürlenir, biçimlenir ve kendiliğini kaybeder. Bu doğa ile olan ilişkisini de etkiliyor demek ki her zaman olmasa da çocuklarının hayvanlarla ilişki kurması konusunda katı tavır alabiliyorlar.
HAYVANLARI İNSANLAŞTIRMAK
İnsanlar hayvanları kendi gözüyle tanımlamaya ve biçim vermeye yatkındırlar. Onların kendi doğasıyla ilgili özelliklerine göre isim verme yaygındır. Veya onlara çeşitli sıfatlar yakıştırma. Doğa varlıklarını isimlendirme bir anlamda evcilleştirme ile de ilişkili gibi geliyor bana. Kendisine ilişki kurduğu hayvanı yakın hissetmek isteyen insan türü kendi özelliklerini ona yakıştırmaya çalışarak bir anlamda ona hükmetme duygusunu da tatmin ediyor olabilir. “Kendini beğenmiş, kibirli ve nankör olmamız karakter özelliğimiz olarak görülür. Bunlar insanların kendinde olanları bizlere yansıtmalarından başka bir şey değildir. Tıpkı bir ayna gibiyizdir.
Bize baktıklarında kendilerini görürler. Hoşlanmadıkları benlikleri onlara irade dışı tepkiler verdirir.” Kitaptaki kedi böyle söylüyor. Evet insan kendi olumlu ve olumsuz özelliklerini hayvana yansıtarak bir bakıma onu insanlaştırıyor ki bu da aslında hayvanın kendi doğasını unuttuğundan ve onu kendi yaşamının bir parçası olarak görmesinden kaynaklanıyor. Bunu kötü niyetli olarak yapmıyor belki de ama maalesef hayvanlarla yaşayanlar bazen onun kendine ait bir doğası olduğunu unutabiliyor. Neyse ki kitaptaki kedimizin âşık olduğu annesi bu konuda onu çok zora sokmuyor.
HAYVANLARI NESNELEŞTİRMEK
İnsan türünün hayvanlarla ilişkisi kitabımızda olduğu gibi yaşamın öznesi olmanın epey dışında. Hayvanların nesnel bir anlama hapsedildiği, imaj nesnesi olduğu pek çok durumla da karşılaşıyoruz. Hâttâ bu durumu seçkinci bir tavır geliştirmeye bile sebep oluyor bana kalırsa. “Ancak insanların çoğu uzuvları tam bir kedi ararlar. Güzel ve cins olmasını tercih ederler. Tek gözlü bir kediyi evine alacak olan insan sayısı gerçekten azdır. Buna rağmen gerçek hayvan severler için durum hiç de böyle değildir.” Hayvan sevgisi sıradan bir sevgi değildir bana kalırsa onu doğasıyla varlığıyla kabul etmeyi onu yaşamınıza aldığınızda onunla yatay bir ilişki biçimi geliştirmeyi gerektirir. Bunu çok göremeyiz maalesef. Hayvanlarla yaşamını paylaşmaya karar veren insanlarda bile bir estetik kaygı var ki üzerinde durmaya değer.
Bir hayvanın sadece güzelliğinden, cinsinden etkilenip onunla birlikte olma isteği bana kalırsa onu bir nesne, eve alınacak herhangi bir eşya gibi görme anlamını taşır ki kitabın en önemli mesajlarından birisi de bu. Oysa hayvanlar ve diğer doğa varlıkları bu dünyanın öznesidirler insan türü geldiği noktada bunun çok farkında olmasa da ve “türcü” bir tavırla dünyanın efendisi gibi davranmaya devam etse de.
FAYDACILIK FELSEFESİ, DENEYLER VE KEDİLER
Modernizmin bilim anlayışında Şaylan’a göre: “Bacon’dan gelen faydacılık felsefesinin önemli bir yeri vardır. Buna göre bilimin işlevi insanın yoksulluğunu, çaresizliğini azaltmak ve onu yüceltmek olarak tanımlanmaktadır. Bilginin ve bilimin değeri, insanlara ne ölçüde faydalı olduğuna bakarak ölçülmektedir. Çünkü insan ve doğa arasındaki karşıtlık ya da doğanın insanın istek ve gereksinimlerine uygun olarak dönüştürülüp, kontrol altına alınması nesnel ve tarafsız bir bilim anlayışıyla mümkün olacaktır. Ama bu bilgi insan için taraflı olacak, insan evreni kendi yararı doğrultusunda denetlemesinin aracı olma işlevini görecektir.” Bu anlayış hayvanları da insan yararına kullanılabilecek bir nesneler kategorisine hapsetmiştir. Bu nedenle hayvanlar insanı daha “ileriye” taşıyacağı düşünülen deneylerin malzemesi yapılmıştır.
Bu insan yanlı yaklaşıma da kitapta yer verilmiş ve hayvanların insan yararına kullanılabilecek bir nesne olmadıkları “Schrödinger’in kedisi” deneyi üzerinden anlatılmış. Bu deneyde kedinin hiçbir anlamı yok, deneyi yapan için bir nesneden plastik bir bardaktan farkı yok. Kitabımızın karakteri bu nedenle buna isyan ediyor çünkü çok haklı: “Güya evrenin sırlarını çözmeye çalışıyorsunuz, ama bunun için bir canlının yaşaması ve yaşamaması arasındaki eşzamanlılığa bizi kurban ediyorsunuz. Bu örnekten yola çıkarak kutuya konmuş zavallı bir kedinin ne yaşadığı ve ne hissettiğiyle hiç ilgilenmiyorsunuz. Neymiş efendim aslında olasılıklar evreninde aynı anda birçok konum mümkünmüş. Olabilir! Fizikçi değilim, itiraz edemem, ama bu olasılıklar evrenindeki ölü kediye hiç kimse mi üzülmez, bilmek isterim.”
Özlem Anar’ın “Âşık Kedi” adlı kitabı mesajları açık bir kitap insanların dünyasında yaşamaya çalışan hayvanların kederli ve neşeli yanlarını öne çıkarmış. Hayvanlarla iyi ilişkiler kurmaya çalışan insanları ve hislerini öne çıkarmış. Ve hayvanların dilinden dökmüş metnini. Hâttâ bir mitolojik kedi masalı da kurgulanmış yine kitabın başkahramanı kedinin anlatıcısı olduğu. Bir kedi masalı anlatılmış ancak mesajları insan türüne hayvanlar hakkında çok şey düşündürecek bir masal bu. Ayrıca belirtmek gerekir ki özellikle bir kedi ne hisseder ne düşünür diye merak eden, evini kediyle paylaşan okur için iyi gözlemlerle oluşturulmuş bir kurgu.
Alıntı İçin Bakınız: Şaylan, G. (1999), “Postmodernizm”, Ankara: İmge Kitap Evi.