Düşünen, üreten, duyarlı, yaratıcı insanların birleştiği ses: Açık Radyo
Türkiye’nin düşünen, üreten insanları her açıdan tehdit altında. Her gün bir yeni özgürlük alanına gölge düşürülüyor. Böyle zamanlarda iyi niyet, dayanışmanın gücü, daha iyi bir dünyanın insanı olmak hepimize düşen olsa gerek; hepsinden daha önemlisi ise vicdan.
Türkiye’nin yaklaşık 30 yıldır tamamen gönüllü desteği ile ayakta olan, dünyaca övgüler almış Açık Radyo’sunun başına gelenleri duymuşsunuzdur. Eğer yoğun gündem içerisinde bu konuya derinleşemediyseniz, bir yayında kullanılan bir kelime için programcı tarafından düzeltme yapılmadığı gerekçesi ile RTÜK tarafından en üst dereceden para cezasına çarptırılan; bu cezayı alır almaz ödemekle ilgili aksiyon alan, bu iyi niyetine rağmen ayrıca e-mail ile tebliğ edilen yayın durdurma cezasına uymadığı gerekçesi ile lisans iptali reva görülen radyonun kamuoyu açıklamalarını lütfen takip ediniz; okuyunuz; ve lütfen haklı mücadelesinde destek olunuz; zira zaman dayanışma zamanı.
Kurulduğu günden bu yana dinleyicisi olduğum Açık Radyo’da 2022 yılında İpek Sur van Dijk ile birlikte dönüşümlü olarak hazırlayıp sunduğumuz Rotatif isimli program kapsamında sivil toplum, eşitlik, adalet, sürdürülebilirlik alanlarında söyleşiler yayınlama şansını bulmuştuk. İçinde bulunduğumuz yayın döneminde ise Dünyayı Kurtaran Tasarım isimli program ile on beş günde bir Çarşamba günleri, tasarımın toplumsal, sosyal, çevresel katma değer sağladığı alanları dinleyicilere sunuyor; tasarım alanında yeni malzemeler, kentlerin sürdürülebilirliği, tasarım ve çevre gibi alanlarda çalışmalar yapan tasarımcılarla kısa söyleşiler gerçekleştiriyorum.
Bilirsiniz tasarım herkesin yaşamının birebir içinde bir mesele olmasına karşılık, ilgi ve alaka duyulması bakımından oldukça niş bir alandır. Toplumun büyük kesiminin önceliği değildir; hatta çok büyük bir kesim tasarım konusunda sorunlar yaşamasına rağmen bu alanlardaki farkındalığa hiçbir zaman ulaşmaksızın yaşamlarını sürdürüp gidiyor. Bu nedenle ilgili alanlardaki her mecra, burada bu satırlar veya radyodaki dakikalar çok kıymetli.
Tasarım ile ilgili konularda çeşitli medya mecralarında yer almanız için bir takım büyük çaplı işler yapmanız lazım. Tasarımcıların sergileri, etkinlikleri, aldıkları ödüller her zaman böyle büyük çaplı işler olmadığından ve toplumun farkındalığı da olmadığından genellikle pek güzel haberler basılı medyanın sayfaları arasında sınırlı bir biçimde yer bulabilir; farkındalığı olan birkaç basın mensubu sayesinde bu alan görece biraz daha genişleyebilir. Dijital medya bu konuda biraz daha bonkör. Aynı durum televizyon veya radyo kanalları için söz konusu değil. Son 30 yılına tanıklık ettiğim yaratıcı endüstrilerin varlığı yerel TV ve radyo kanallarımızda kendine yok denecek kadar az yer bulmuştur. Bunlardan en tazeleri, TRT‘de Aykut Köksal ile yayınlanan Mimarlık Söyleşileri ile son derece keyifle izlediğimiz halde yayınına son verilen Nevzat Sayın ile Mim programları olarak hafızamda.
Geçmiş dönemlerde NTV’de yayınlanan “Yaşasın Mimari” (2009), benim de jüri üyeleri arasında bulunduğum “Türk Mucit” (2007) yarışması ile birlikte diğer irili ufaklı yapımlar aslında bu yayın kuruluşunu tasarıma ve yaratıcılığa en çok paye veren kuruluşlar arasına yerleştiriyor. CNN Türk kanalında ise Tülin Hadi’nin sunduğu Design 360 programı 2003-2006 arasında ekranlardaydı ve program Tasarım 360 ismi ile tekrar kısa bir süre yayına döndü. Kuşkusuz bu alanlardaki tüm programları sıralamam mümkün değil ancak, sevgili okuyucu görebildiğiniz gibi son 25-30 yılda hafızamızda yer edinen ve kitlesel kanallardan bizlere ulaşan yapımların sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor.
Belirtmeliyim ki konu radyo yayınları olduğunda durum daha da vahim. Tek bir istisna dışında. O istisna ise nerede ise 30 yıldır aralıksız hayatımızda olan Açık Radyo.
“Kainatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine açık radyo” mottosu ile bu radyo sadece müzik, kültür, sanat, çevre, sağlık, politika, hayvan hakları gibi alanlarda değil mimarlık, kent, tasarım, yaratıcılık gibi alanlarda da sunduğu içerik ile on yıllardır hepimizin nefesi konumunda. Son otuz yılın son iki yılında hazırladığım ve yaratıcı alanlara dokunan içeriklere kucak açarak beni (ve dinleyicilerimi) mutlu eden bu radyodan, bu yıllara dek pek çok başka programda feyz aldım; haber aldım, yeni insanlar tanıdım, bilmediğim şeyler öğrendim veya ilgi duyduğum konularda derinleşme imkanı buldum.
Açık Radyo sadece bir radyo değildir; bir harekettir, bir var oluş biçimidir. Radyonun “… Eğlenemiyoruz!” şeklinde başlayan zamansız manifestosunu aşağıda sizlerle bir kez de buradan paylaşmak istiyorum:
…Eğlenemiyoruz!
Radyo, televizyon, gazete, dergiler, sıkıcı ve vasatçı. Hepsinden öylesine kuru bir gürültü çıkıyor ki, sonuçta, bir ‘kakofoni’den başka bir şey doğmuyor. Bir anlamda, kitle iletişim araçlarının gerçek bir iletişimsizliğe yol açması gibi bir paradoks söz konusu.
Dolayısıyla, yeni bir radyoya ihtiyaç var.
Radyo ne işe yarar? ‘Zihin Tiyatrosu’nu kurmaya. Zeki, duyarlı ve nazik insanları bir araya getirmeye. 100.000 kişilik sürekli bir parti yapmaya. Olabilecek en direkt teması kurmaya. ‘Sağırlara Program’ yapmaya. Belli bir fikrî ve kültürel yapısı olan insanların bir arada olacağı bir ‘platform’ sağlamaya. Bu insanları demokratik, özgür ve kaliteli bir ‘mecra’ çevresinde bir araya getirmeye. ‘Sağduyu’ya dayanan bir odaklaşmaya. Kısacası nefes alıp, vermeye. ‘Temiz hava’ solumaya.
Haysiyetli işler yapmak lazım.
Hiçbir çözüm üretmeyeceğimize söz veriyoruz. (Olsa olsa, dünyadaki ‘meraksızlık’ sendromuna, geçici bazı çareler getirmeye çalışabiliriz.) Size bir şey vermek istemiyoruz; mümkün olduğu oranda sizden bir şeyler almak istiyoruz.
Çünkü bu, bizim ortak projemizdir.
Amaç, Neyi Hedefliyoruz
Özel değil, özgür, Tüm çıkar gruplarından bağımsız, Ortak çabamızın ürünü, Gerek kuruluşu, gerek işleyişi, gerekse yayınları açısından demokratik, Temel insan hak ve özgürlüklerini savunan, “Görüntünün ardındaki görüntü”yü yakalamayı hedefleyen, Hayatı ‘birebir’ ölçüde yansıtmaya özen gösteren, ‘Nefes nefese’, Aynı zamanda, demokratik sivil toplum örgütleri için bir iletişim merkezi işlevi gören, Kültür ağırlıklı, Çok kültürlülüğü, kültürler ve kimlikler arası ilişkileri ele alan, Sıradışı ve özgün bir yayın formatına, Müzik, haber ve kişilik açısından benzersiz bir ses’e sahip, Uluslararası kültür aleminin ayrılmaz bir parçası olmayı hedefleyen, Dünyanın en kaliteli ve heyecan verici mecralarından biri olmak.
Açık Radyo, şimdi ve burada!
Haziran 1995
Radyo bir idea ise, onun manifestosu da en esaslı biçimde yukarıdaki gibidir. Bu satırlar bize duyarlı, olumlu, ilkeli, yaratıcı, azimli, anlamlı insanlar olmamız için gereken tüm ip uçlarını, yol haritasını ve en önemlisi umudu verir niteliktedir. Bu düşünceleri en rafine hali ile önümüze koyan, bu ideali 30 yıla yakın süredir yüz binlerce insanı içinde ve etrafında toplayarak yaşamını sürdüren Açık Radyo, işte bu sebeple sadece bir radyo olmaktan çok ötede, Türkiye’nin yapı taşlarından biri haline gelmiştir.
Radyonun yaydığı akusmatik ses, 7’den 70’e tüm Türkiye’nin sesidir.
Türkiye’de bugün pek çok televizyon kanalında onlarca yapım insanlara belirli yaşam kültürlerini kolayca empoze ediyor. Pek çok yapımda bilinçli veya bilinçsiz biçimde kavgacılık, mahalle baskısı, aile içi şiddet, vasatlığın en güzide örnekleri yıllardır sistematik biçimde sunuluyor. Buna karşılık, mimar Frank Llyod Wright’ın belirttiği ve Açık Radyo’nun manifestosuna da ilham verdiği üzere, televizyon gözlerin sakızı iken, radyo zihnin tiyatrosudur. Bu söz radyonun yaratıcılığa teşvik edici özelliğini vurguluyor. Dinlemek zihnimizi harekete geçiren en güçlü duyularımızdan biridir. Radyolar susarsa, zihnimizin kanallarından birisi de kapanmış olur. Beni son derece büyük hayal kırıklığına uğratan RTÜK kararını aklımdaki bu notlar eşliğinde değerlendirmeden geçemiyorum. Oradaki aklı başında insanların tüm bunları nasıl olup da düşünemediklerine, anlayamadıklarına aklım ermiyor.
Ne var ki her fenalığın bir de olumlu yanı var. Bu konu ortaya çıkar çıkmaz programcısından destekçisine, sanatçısından gazetecisine herkesin nasıl da bir araya gelip kenetlendiği gerçeği içimizi ısıtıyor. Bu karar dayanışmanın gücünü çok hızla ve yoğun biçimde gösterdi.
Tepkisini hemen gösteren isimlerden biri olan sevgili Gündüz Vassaf Art Dog dergisinde şu sözleri söylüyor:
“Açık Radyo’yu susturmak, Dünyaya hiç duyulmadığı kadar sesini duyurmak demektir.” Bir RTÜK üyesi olsam, bu ülkenin yöneticilerinden biri olsam, bu sözü tekrar tekrar okur ve üzerinde düşünürdüm.
Kim ne derse desin, Türkiye her bakımdan yoz bir toplumun ülkesi haline geldi. Sebeplerini ve sonuçlarını her gün sınırlı sayıdaki medya organında okuyor, dinliyor, tartışıyoruz. Bu alanlar giderek daralsa da, insanlar bir avuç kalsa da, her şeyi biliyor, her şeyi görüyoruz. Buradayız. En iyi bildiğimiz işleri yapmaya, tüm zorlu koşullara rağmen yaşamaya, üretmeye, yaratmaya, anlamımızı bulmaya devam ediyoruz. Vasatlıkla, cehaletle, adaletsizlikle mücadele insanın öz saygısıdır.
Radyonun kurulduğu 1995 yılında ODTÜ’den yeni mezun oluyordum; o yıllarda öğrencilerin açtığı pankartlar bu kadar önemli mesajlar içermiyordu; açıkçası bir pankart derdimiz de yoktu. Şimdi her yıl mezuniyet törenlerinde yeni mezun ODTÜ’lü öğrenciler, yaşamları üzerinde hüküm süren baskıcı rejimi kinayeli mesajlarla yeriyorlar. ODTÜ yönetimi bu öğrencileri de susturmak için bu yıl geleneksel bahar şenliklerine izin vermedi. Öğrenciler aldıkları cezalara rağmen vazgeçmedi ve kendi imkanları ve onlarla dayanışma içine giren mezunlarla, sanatçılara kendi şenliklerini, kendi imkanları ile olması gereken yerde DEVRİM stadyumunda düzenledi. Eğer ODTÜ‘lü değilsek, çocuğumuz veya bir yakınımız orada öğrenci değilse geçtiğimiz aylarda yaşanan bu gelişmeleri önemsemedik.
Tıpkı Türkiye’nin bir başka öncü üniversitesinde, Boğaziçi Üniversitesi’nde 2021 yılından itibaren devam eden olaylar gibi. Olaylar diyorum çünkü, atanmış rektöre protestolarla başlayan olaylar çok geniş kapsamda öğrencinin, akademisyenin yaşamını kökten değiştirdi; direniş hala devam ediyor.
Bu iki örneği, Açık Radyo üzerinde şu günlerde kurulan baskı ile birleştirin, hukuksuzca hapsedilen, ülkesinden sürülen gazetecilerle, girişimcilerle, sinema yönetmenleri ile çarpın, her gün her alanda ayrımcılığa uğrayan on binlerce insana bölün. Bunlara karşı sessiz kalan birileri için bir haberim var: Sustuğunuz her konuda özgürlük alanınıza örülen duvarlar bir gün sizin de pencerenizin, sokak kapınızın önüne set çekecek.
Türkiye’nin düşünen, üreten insanları her açıdan tehdit altında. Her gün bir yeni özgürlük alanına gölge düşürülüyor. Sistem göz dağı vermek istiyor, gücünü hatırlatmak için elindeki tüm imkanları kullanıyor. Steven Levitsky ve Daniel Ziblatt tarafından yazılan How Democracies Die kitabında yazarlar, demokrasilerin çoğunlukla silahla veya savaşla son bulduğunun sanıldığına ancak gerçekte çok küçük ve istikrarlı adımlarla özgürlüklerin sonunun geldiğine dikkat çekiyorlar.
Böyle zamanlarda iyi niyet, dayanışmanın gücü, daha iyi bir dünyanın insanı olmak hepimize düşen olsa gerek; hepsinden daha önemlisi ise vicdan.