Giuliano Macca'nın eserlerini ilk kez geçen yıl Cenevre sanat
fuarı artgenève'de görmüştüm. Kağıt üzerine suluboya çalışması,
parçalardan oluşuyordu.
Büyük, mavi, dramatik bir yerleştirmeydi. Gökyüzünde süzülen
bedenler, birbirlerine tutunmaya çalışıyorlardı. Eserin bir parçası
olan bir fikir olarak, yerleştirme, bir bütün olarak veya parça
parça satın alınabiliyordu. Bu parçalanma ihtimali (ki ayrı satılan
parçalar olmuş), bende melankolik bir his uyandırdı. Sanki parçalar
satıldığında, zaten birbirlerine zorlukla tutunmaya çalışan,
kaybolmaktan korkan bedenler artık sonsuza dek birbirlerini
arayacaklarmış gibi hissetmiştim.
Macca'nın Rönesans’tan referans
alan kendine has tarzı ve duygusal derinliği sebebiyle sanatçının
yeni sergisini heyecanla bekliyordum. Sonunda kavuştuk ve bu ay,
Cenevre'deki GOWEN galeride Macca'nın ilk uluslararası solo sergisi
Etere açıldı. İtalyancada eter anlamına gelen serginin ismi, ışığın
ve zamanın babası olan ilkel tanrıyı ifade ediyor, karanlıktan
doğan en saf, en kirlenmemiş ışığı simgeliyormuş.
Sergi, izleyicileri sanatçının iç dünyasına davet eder gibi
gözüken yirmi eseri içeriyor. Sergi metnini okuduğunuzda açık
olarak kişisel bir deklarasyon görmüyorsunuz ama eserler size iniş
çıkışların, kişisel mücadelelerin ince ipuçları sunuyor gibiler.
Mitoloji ve Rönesans dönemi eserlerinden referans alan sanatçı, bu
temelden yola çıkıp günümüze özel, çağdaş bir hikaye anlatıyor.
Giuliano Macca, sergi boyunca karanlık ve ışık arasındaki ilişkiyi,
Etere’yi, keşfederken, hayattaki diğer tüm zıtlıkları da kare kare
ele alıyor: ateş ve su, erdem ve kötülük, umutsuzluk ve umut.
Hepimizde her zaman bir ikilik vardır, yaptığımız her seçim her
zaman bir yol ayrımıdır aslında. Negatif bir olayın içinde bir
pozitif, karanlığın içinde bir ışık bulunur. Macca, kendi
hayatındaki ikilikleri, sanatçı olma mücadelesini çağdaş bir Yunan
trajedisine dönüştürüyor. Atlantis, Demetra, Sirena, Icarus bu
sergide çağdaş bir anlatımın içinde yeniden yorumlanmış formlar
alarak yer alıyor.

Sicilyalı yakın bir arkadaşım, Sicilyalıların benzersiz bir
ritme, ruh haline sahip olduklarını söyler. Barok mimarisiyle inşa
edilmiş, hikayesi yüzyıllar öncesine dayanan bir adada, bir
volkanın altında deniz kenarında yaşıyor adalılar. Artık herkesin
gökyüzündeki hareketlerden vücudumuzun, psikolojimizin
etkilendiğini iddia ettiği bir dünyada, bir volkanın dibinde
yaşamanın üzerinizde yaratacağı etkiyi bir düşünün…
Sicilyalılar, volkanik bir patlamanın eşiğinde, güneşli bir
Akdeniz hayatı yaşıyorlar. Bir başkalar. Bu başkalık, Sicilyalı
Giuliano Macca'nın sergisinde belirgin olarak hissediliyor. Sert
düşüşler, romantizm, hüzün, pastel renkler, uçanlar, sorgulamalar,
cesaret, umut; hepsi o küçük galerideki sergide resimlerden size
geçmeyi başarıyor.
Sicilya'da erkekler ağlamaz, diyor
Macca. Bizim de (maalesef) çok tanıdık olduğumuz bir takım
saçma toplumsal baskılara göre, erkekseniz o erkekliği, sertliği
öne çıkarmanız, korumanız
gerekir. Bizde de hislerini gösteren, yani normal bir insan gibi
duygusal tepkiler veren bir erkeğe, ilkokulda bile hemen “karı
gibi” etiketi yapıştırılır. Giuliano Macca, tüm resimlerine
gözyaşları ekleyerek bu erkeklik baskısını yıkmaya niyet ediyor.
Sanatçının dünyasında “erkek”, “kadın” gibi kimlikler, cinsiyetler
yok. Herkes insan. Önemli olan kimlikler değil, duygular.
Birbirleriyle aşk yaşayan, sarılan, birbirlerine ihanet eden
bedenlerin kadın mı erkek mi olduğunu anlayamıyorsunuz sergide.
Onlar sadece yaşayan, hisseden bedenler. Umut ederler, başarısız
olurlar, düşerler, kalkarlar. Sergide en beğendiğim eserleden biri,
Macca’nın da bizzat kendisiyle de eşleştirdiğini duyduğum Icarus
resmi. Serginin en karanlık resimlerinden biri olan eserde, İkarus
şiddetli bir düşüş yaşıyor. Mitolojik hikayeye göre, Atina Kralı
Minos’un gazabından babası ile kaçan İkarus’a, bir usta olan babası
kaçması için kuş tüylerinden bir çift kanat yapıp takar.
Babası, kaçmayı başaran İkarus’a kanatları var diye çok
zevzeklik etmemesini ve güneşe çok yakın uçmamasını tembihler. Ama
İkarus, tabiiki de babasını dinlemez, uçmanın zevkine dalınca
güneşe çok yaklaşır, böylece kanatları yanar ve Ege Deniz’e düşüp
ölür. Sergideki hiçbir hikayede kesin bir son olmadığı için
biliyoruz ki, bizim İkarus da ölmüyor, hep bir yeniden kalkma
umudur var. Düşünmez, zevzeklik ederiz ya da canımız sorumluluk
almak istemez, bir şeyleri sürekli erteler sonunda da
düşüveririz.
Olabilir. İnsanız, sıkılıyoruz, daralıyoruz, hata yapıyoruz ve
sonra düşersek düştüğümüzden yerden kalkıyoruz. Bu yüzden bu
yeniden yorumlanmış mitolojik karakterlere bugünlerde hakikaten
delirmiş bir dünyada kendinizi çok yakın hissediyorsunuz. Bu
biziz.
Evet sayın seyirciler, Giuliano Macca'nın yarattığı Rönesans
esintili, günümüz insanın çağdaş katedraline hoş geldiniz. Bu
katedralde yer alan resimlerdeki insanların gözleri merkezde. Size
doğrudan bakıyor, sizi izliyor ve size kendilerini anlatmaya
çalışıyorlar. Çünkü bilirsiniz, gözler ruhun aynasıdır.
Macca’nın hikayesini tüm portrelere ikişer çift göz çizdiği
serisiyle sonlandırıyorum. Sanatçıya göre hepimizin iki çift gözü
var: Bir çift gerçek benliği, ruhumuzun aynasını yansıtıyor; diğeri
ise oluşturduğumuz personaları, topluma yansıtmayı uygun gördüğümüz
kimlikleri. Siz hangi çifti daha çok kullanıyorsunuz?
Giuliano Macca’nın sergisi Etere, Cenevre GOWEN’de
görülebilir.