Düşüyoruz ama nereye?

Aykut Öz, Galeri Bu’da devam eden “Güneşin Sustuğu Yer” sergisinde, heykel, resim, video, stop motion ve mekâna özgü yerleştirmelerinden oluşan kapsamlı seçki ve zengin bir alt okuma ile cehennem imgesini sanat tarihi, gündelik hayat, felsefe ve bellek bağlamlarında masaya yatırıyor. Madem yaşamak durumunda kaldık, bari başka taraftan da bakmayı bilelim diyerek mizahi bir anlatımla bize kendi cehennemimizi anlatıyor.

Irmak Özer heyirmako@gmail.com

“Her karanlık, kendisini sonlandıracak şafağın tohumlarını içinde taşır.”

Dante Alighieri, İlahi Komedya

Tüket tüket tüket! Değişik bir dönemdeyiz. Her gün ayrı bir “Çok acayip, aşırı, bir daha bulamayacağın!” bir indirim günü ve her gün bunun için insanı bezdirecek kadar reklamla karşılaşıyoruz. Üstelik artık bilinen bir perakende stratejisi olarak, sezonda satılanlar değil de çerçöp indirime giriyor fakat reklamla yıkanmış ovalanmış beyinler yine de gidip artık oh ne rahat internetten basıyor siparişi. Sanal paralar sanal mağazalara akıyor mantık aranmadan. Çünkü komut belli: Satın al!

Bu arada Venedik’i sular basıyor, 50 yıldır görülmemiş bir felaket yaşanıyor. ABD’yi durup durup kasırgalar vuruyor. Bizim buralar bambaşka bir kafada; 10  bin yıllık dünya mirası Hasankeyf’i, Antik Yunan’dan beri şiirlere, metinlere konu olan doğa ananın bize bahşettiği Kaz Dağları’nı iş makineleri ile yıkıp biçip otel yapma, acaba define bulur muyuz diye Buzul Çağı’ndan kalma 12 bin yıllık Dipsiz Göl’ü kurutma, doğa harikası Salda Gölü’nü imara açıp “millet bahçesi” (hangi milletin hayrına?) yapma, şehirlerin içinde mümkünse tek bir yeşil alan bile bırakmama peşindeyiz. Bu kadar mı? Değil. Bunlar sadece son birkaç ayın “en popüler” kıyımları.

Siyasal okudum, siyasal yüksek lisansları yaptım, siyasetle ilgili bir alanda çalışıyorum ve gazete okumak istemiyorum resmen. Bir ömrüm var, onu da bu kadar kötü haberle tüketmek istemiyorum raddesine geldim. Doğaya karışıp bir nefes alıp bunları görmek duymak istemiyorum ama işte otursan ağacın altına, iş makinesi geldi diye ya seni kaldıracaklar, ya da (daha muhtemel) seni de alıp götürecekler.

'GEÇMİŞTEKİ MUTLULUĞU ANIMSAMAK KADAR BÜYÜK ACI YOKTUR'

Kontrolümüz dışında, insan eliyle felaketler sıra sıra geliyor ve biz, elimiz kolumuz bağlı oturuyoruz... Bütün bu olanlar, aklımızı, muhabbet masalarımızı, dert yanmalarımızı doldurduğu gibi elbet sanat üretimine de yansıyor. Son birkaç yıldır, yıkım, cehennem, post-apokaliptik düzen, bizi karanlığa sürükleyenler üzerine birçok sergi gördük. Bu sezon, bu konulara değinen benim gördüğüm üçüncü ve alt metni en kuvvetli sergi, Aykut Öz’ün “Güneşin Sustuğu Yer” sergisi. Sanatçının hem entelektüel birikimi hem de Ankara Devlet Opera ve Balesi’nde uzun dönemdir sürdürmekte olduğu sahne ressamlığı işlerine yansımış. Sergiden sonra hemen Aykut Öz’ün imzasının olduğu bir opera göresiniz geliyor.

Aykut Öz, özellikle Dante’nin İlahi Komedya’sında yola çıkarak, Haldun Taner, Goethe, Dostoyevski, Rodin izleriyle Galeri Bu’da devam eden sergisinde bizi makro ve mikro cehennemlerimizle buluşturuyor. Sergide cehennemin kapılarından geçiyor, “Her şey dahil!” otellerde sıkışıyor, kafanızı dev bir ağırlık gibi sırtınızda taşıyor, bir hamster gibi aynı çarkın içinde koşuyor koşuyor, sonra da düşüyor düşüyor düşüyorsunuz. Ama o sırada tükettiğiniz, tıkındığınız ya da mesela telefonunuza baktığınız için farkında bile değilsiniz.

.

“Savaşlar, cinsel istismarlar, yalanlar, dolandırıcılıklar, din istismarları, hayvan istismarları ve bunlara ekleyebileceğimiz daha birçok bize, insana özgü kötülük örnekleri yaşamımızı cehenneme çevirmek için yeterlidir aslında. Ama biz tüm bu kötülüklerle yaşamaya öyle alışmışızdır ki, genellikle kısa tepkiler vermek dışında bir edimimiz olmaz. Bizim için gerçek cehennemler küçük öznel hayatlarımızın içindedir. İş, eş, okul, yemek, arkadaş, patron, işçi, memur, ayakkabı, otomobil vs vs, say sayabildiğince. Statü savaşlarından tut da ayağı vuran ayakkabıya kadar bir çok unsur cehennem eder bize hayatı. Bütün bu cehennemlerden uzaklaşmak adına yapay cennetlerde buluruz avuntuyu; AVM'ler, marketler vs vs, kısacası para harcayıp rahatlayabileceğimiz mekanlardır bunlar. Ve aslında büyük cehennemin sponsorları oluruz, bu düzenin içinde düşe kalka, yuvarlanır gideriz,” diyor sanatçı kendi sözleriyle.

.

Öz, Auguste Rodin'in İlahi Komedya’nın ilk bölümü olan Inferno’dan (Cehennem) bir sahne betimlediği, altı metre yüksekliğinde, dört metre genişliğinde, bir metre derinliğinde 180 figürü kapsayan ve tam 37 yedi yılda tamamladığı “Cehennemin Kapıları” eserinin bir eskizinden etkilenerek bu sergiyi çıkarmış. Öz’ün yeniden yorumladığı ve yerel ve uluslararası siyasete göndermeler yaptığı figürler kattığı kapıda (ve serginin devamında) sanatçı ile beraber bir nevi “hayatlarını sürdüren” sanatçının yıllar içerisinde geliştirdiği karakterler yer almış. Heykel, resim, video, stop motion ve mekâna özgü yerleştirmelerinde yer alan bu karakterler için, “Onlar benim oyuncularım gibi,” diyor sanatçı. Onların bir bu sergide bir rolleri var ve onu oynuyorlar; başka bir sergide ise yola benimle devam edip başka bir rol oynuyorlar.

Aykut Öz’ün karakterlerine haklarını vermek lazım; çünkü oynadıkları rollerde oldukça başarılılar. Karakterler ne derler bilirsiniz: “O hissi geçiriyor,” göndermeleri kuvvetli ve mesajları adresine teslim ediyor. Galeri Bu’daki Cehennemin Kapıları’nda Rodin’in “Düşünen Adam”ı yerine, Aykut Öz, tam insanlaşamamış, olgunlaşmamış bir karakter koymuş örneğin. Bu primitif insan, tam olgunlaşmamışken kafasına bir şapka takılmış ve kendisine bir statü verilmiş. Bir karar hakkı, hatta belki şapka büyüdükçe yönetim hakkı! Gel gör ki bu boş bakışlı şapkalı, elinde ancak bir kumanda tutuyor, kendisine söyleneni yapıyor ve onu bir sağ bir sol çekiştiriyor. Tanıdık geldi mi?

.

Sergiyi inceleyip Öz’ün anlatımlarını dinledikçe, küçük küçük birçok hayran bırakıcı detay buluyorsunuz işlerde. Sanatçının bir tek kadın betimlemelerini doğru bulmadığımı bir kadın olarak söylemek isterim. Bu kadar kuvvetli bir sergide, kadınlara olan bakış açısı, biraz yüzeysel kalmış. Sanatçı, Cehennemin Kapıları’nda primitif insanı bir kadın üzerine oturtmuş. “Kadına güzel olduğunu söyledikçe bu üzerine basılma konusunu dert edinmiyor,” diyor anlatımında. Kadınların kendi üzerlerine basılma konusunun bir seçim olacak kadar basit olduğunu asla düşünmüyorum. Keza, güzellikle de alakası yok, hele bu toplumda hiç. Evet, şu an sosyal medyanın da etkisiyle yükselen kokuşmuş trendler var, ama yüzyıllardır süre gelen kadının insan haklarının ikinci plana atılması, beğenilmekle bağdaştırılamaz. Sanatçının Rodin’in kapının üzerine koyduğu ruhlar yerine koyduğu ruhsuz anne sembolleri de mutlu ve “alışverişle ruhu boşaltılmış”. Konu alışveriş midir boşaltılan kadın ruhlarında, yoksa elden alınan, verilmeyen haklar, düşündürülmeye bile izin olmayan özgürlükler, eğitimden mahrumiyetler midir, tartışılır. Ruhun boşaltılmasında bir cinsiyet ayrımı gözetilmemeli bence.

'ZAMANI BOŞA GEÇİRMEYELİM BİR ŞEY YAPALIM'

Bunları düşünmekle beraber, eminim Aykut Öz’le karşı karşıya gelsek, bu konu ve değindiği, buraya sığdıramayacağım, serginin bana düşündürdüğü birçok konu ile ilgili verimli tartışmalar yaparız. Sanatçı, incelikli işlerinde, Dante’nin kantolarına görsel ve sayısal göndermeler yaparken bir tarafta gerçek dünyayı, günlük hayatlarımızı kah çizimleriyle kah heykelleriyle ortaya koyarken, diğer tarafta Dante gibi dini göndermeler yapıp kutsal dini kişisel emellerine alet edenlerin sonunu gösteriyor. Sonunu merak mı ettiniz? “Güneşin Sustuğu Yer”, Aralık sonuna kadar Galeri Bu’da. Gidin ve sonunu izleyin...

*Yazıda Aykut Öz'den esinlenerek İlahi Komedya’nın dizelerinden başlık attım, iflah olmaz bir “umutlu” olarak yine seçtiğim bir dize ile bitireyim: "Sakın korkayım deme, kimse kesemez önümüzü."

Tüm yazılarını göster