Duvar bir. Yeşilin üzerinde beyaz. Renkleri bilmemekle artık övünmüyorum. Beyaz mı? Haziran zamanında griye boyamışlardı duvarı telaşla. Bu da mı gri? Ama esas başka bir şey geliyor aklıma. Körfez savaşı zamanları. Saddam kimyasal silah atabilirmiş, herkes kafası kesilmiş tavuk haline gelebilirmiş. Bir sığınak lafı dolanıyor her yerde. Orası sığınakmış, burası sığınakmış. Sonra uzun bir otobüs yolculuğu; üç gün. Kar kış kıyamet. Otobüste büyükler sigara içiyor, muavin habire fısfıs bir şeyler sıkıyor, o sıktıkça benim midem kalkıyor ama bir şey diyemem. Savaştan mı kaçıyoruz? İstanbul’da, Merter’de bir evde ufacık bir televizyon ekranından haberleri takip ediyoruz. Star var mıydı, adı İnter Star mıydı? Orada BBC’ye, CNN’e falan bağlanıyorlar, ekranda gece görüşlü kameralar, yeşil renk her yerde. Dönüyoruz ki, memleketin bütün duvarlarına kocaman kırmızı yazılar yazmışlar. “Genel Sığınaktır”. Biri anneannemlerin evinin orası. Anneannemlerin evinin orasının genel sığınak olmasından manasız bir övünç duyuyorum içeride. Öleceksek bari anneannemlerin evinin orada öleceğiz. Yeşilin üzerinde gri var burada. Sanki.
Duvar iki. Bu böcek ilanı İstanbul’un ruhudur. Tıpkı bel fıtığı yazılaması ve her apartmanın bir yerine asılmış çilingir ilanı gibi. Bu kadar çok insana bu kadar çok böcek. Bu kadar çok böceğe de bu kadar çok ilan. Hayat bilgisi: Evi pireler bastıysa kurtuluş çok zor. Bir yerden gene çıkarlar. Bitti sanırsın, ev ilaçlanır, rahat nefes alırsın, on gün sonra gene pireler. Aslan olsa dövüşürsün, köpek olsa evcilleştirmeye çalışırsın ama pireye ne yapacaksın. Adı üstünde pire. 1405 tanesi salona doluşur ve sen hiçbirini gözünle göremeyebilirsin. İnsan zaten gözüyle görür, benimki de laf.
Defne tanımıştım bir tane. Nasıl koktuğunu, aslında balığın üzerine falan konabildiğini hiç bilmiyordum. Bilmediğin şeylerden bahsetmek ne kolay; hatta bilmediğin şeylerden bahsettiğin cümleleri de kurmak kolay. Geçelim. Bu ağacı da tanımıyorum. Ama sanki bunun yapraklarıyla da yemek yenebilir. Öyle görünüyor. Kokar mı? Bilmiyorum. Geçende Olağanüstü Hal Bölge Valisi Ünal Erkan’dan bahsedildi bir yerde. Fatihalar epeyi uzaktaydı. Duvar üç.
Cervantes bile roman tefrika edilirken okuyucu yorumlarından ya da tepkilerinden etkilenmiş ve aslında yaptığı şeyin kurmacaya büyük hizmet edeceğini belki bilmiyormuş. Kimliğini saklamak yahut ona sahip çıkmakla, çelik gibi sinir sahibi olmak arasında ilişki var. Çelik gibi sinir de yetmiyor. Yaptığın işin hakiki olduğuna önce sen inanacaksın. Alışverişin temel kanunu; malzemenin sağlamlığına önce sen inan, varsın malzeme çürük olsun. İletişim de bu demek bir yeriyle, siyaset de. Ben sanırım malzemeden emin değilim hiçbir zaman. Sonrası kimsenin ilgilenmeyeceği hayıflanmalar. Hayıflanmanın bile bir adabı var. Duvar dört.
Duvar beş. Özge’yle Halit aylarca aynı sokaktan geçmiş. Aynı sokağın köşesindeki aynı simitçiden, aynı cümlelerle simit istemişler. Zeytinli peynirli bir simit. Zeytinli ve peynirli birer adet simit değil. Karper peynirinin üzerine sürülen zeytin. Simit ortadan ikiye ayrılır, önce peynir sürülür, üstüne zeytin. Bol kalori. İki buçuk lira. Simitçi telefondan ağıda benzer ilahiler dinler. Özge sokağı bitirip sağa döner, Halit sokağı bitirip sola. Biri ofiste yer simidini, semaverden koyduğu çayla, bilgisayarını açtıktan hemen sonra. Ötekisi yolda yer. İlk molaya kadar çok acıkacaktır ve çayı ancak ilk molada içebilir. Sallama çay.
Görseller: Selin Fişek Aydın