Ahmet Özel resim sanatı tarihini özümsemiş biri olarak formları deforme ediyor. Dolayısıyla onun ışık duyargalarıyla kurduğu sütunlar, eğriler dikkatli her göze hem minyatürün, ikonografinin ya da Rönesans sanatının mimari formlarını sunar, hem de geçmiş o form özelliklerini yepyeni bir gözle değiştirmenin imkanlarını kullandığını gösterir.
camdan bir ufka bakıp onda rivayet etmek kendi varlık zamanlarını
iç içe binlerce ırmak göz erimince dönenir cem ile canda
sorsak ama sorsak
suyun düşü nedir taşın düşü, ağacın, boşluğun düş görmeyenin düşlerini düşlemek nedir sorsak, söyleşsek sen gör ki ne olur canda, cananda
***
Sahici sanat yapıtları çoğu kez, insanı imkansızlıklarla yüz yüze getirir. Bu imkansızlıklar çoğumuzu yorar, caydırır. Aklımız bir yandan rengin dilini anlamaya gider, bir yandan şekil şemail bakımından neler olduğuna; ah evet bir de bunların içinden anlamlar, içerikler çıkarmak gerekir ki o zorun da zorudur.
Ne ki aslında sanattan haz almak alemi de böyle böyle açılır. Hayal ile rüya arasında çakan şimşeksi sorulara yanıt aradıkça, hayal hazinemiz geliştikçe varabiliriz sanatın sırrına, esrarına.
***
Ressam Ahmet Özel’in “Duyargalar” sergisi önce bu imkansızlıkların, imkanlarını keşfetmek bakımından önemli bir sergi…
Yazar burada ne demek istedi, imkansızlıkların imkânı nedir kardeşim; diye soran çıkacaktır. Dilim döndüğünce özetleyeyim:
Bir sözcük var elimizde: Duyargalar. Bu sözcüğün etrafında oluşturulmuş tablolar soyut. Zor. Bakar bakmaz ben buyum, demiyorlar…
Ne var ki, sergiyi aklımızın, algımızın sınırlarını zorlayarak gezdikçe; sorularımızın hak ettiği renkliliği onlardan esirgemeden sordukça bir sözcüğün ne kadar derinleşebileceğini, bir kavramın etrafında nasıl onlarca, yüzlerce başka şeyleri düşleyip konuşacağımızı görebilmek için imkanlı bir sergi Duyargalar…
***
Bugünün insanları, sanal arama motorlarına, “duyarga nedir” diye sorduğunda, ilk karşılaşacakları yanıtlar: Telsizlerin algı güçleri; biz önünden geçerken ışıkların yanmasını ya da elimizi musluğun altına tuttuğumuzda suyun akmasını sağlayan sensorlar, antenler oluyor.
Biraz daha ileri gittiğinizde, suçun nedenlerini ortadan kaldırmayı değil, suça iteklenenleri gözlemeyi, dahası toplumu gözetleyerek korkutmayı öne çıkaran yönetici sınıfların, kentlere, işyerlerine, ev önlerine yerleştirdiği kameraların, izleme teknolojilerinin algı-güç birimi gibi şeyler çıkar karşınıza.
***
Gelin görün ki Ahmet Özel kimi tablolarında, Duyargalar’ı “Şaman” kavramı üzerinden anlatıyor. Dans edip kehanetle uğraşan, otların özünü süzüp merhem yapan, dertteki dermanı, dermandaki derdi ayırıp söyleyen “Şamanla” duyarganın ne ilgisi olabilir?
Sordukça inceden inceye mahcup olur soru, sordukça bambaşka evrenler açılır.
Kendi öz kültüründe Şamanları tanıyanlar önce, onun saflığından gelen sezgi gücünü düşünür, buna inanır. Sezgi gücü insanın doğaya, gökyüzüne, zamanın zamanına açık duyargalarına bağlı değil de nedir?
***
Özel’in tablolarını aklımıza yazıp da “Şamanı” şaman yapan doğaları, toplumsal koşulları, dürüstlüğü, saflığın insanlığa sağlayabileceklerini de konuşabiliyoruz…
Ya da… ya da..
Tersini: Algımızı kapatan eğitim sistemini, kazanç hırsını, bencillikler dünyasını, rekabeti, bizi birbirimizin üstüne basarak yükseleceğimize inandıran pasaklı politik düzeni, eziyetin normalleşmesini ve daha binbir ağulu modern şeyi de ortalığa dökebiliyoruz…
*** Biz bugünün insanı kendimizi her canlının, her bitkinin üstünde görmekteyiz. Fakat derim ki mesela bitkilerin özünü, evrimini, otun veya çalının aklını, algısını bilmeyen zerre insanlaşmamıştır. İnsan görünümü belki kazanmıştır, lakin insan olabilmesi henüz mümkün olmamıştır.
Çünkü biz ve diğer bütün canlılar bitkiler bize bu yaşamı lütfettiği için bugün de yaşayabiliyoruz; çünkü biz ve bütün canlılar bitkiler bizden daha akıllı, basiretli olabildiği için dünya dediğimiz gezegende yaşam var.
Onlar olmazsa hiçiz, hiçliğiz…
***
Ahmet Özel’in Duyargalar sergisindeki tabloların bir kısmı bazen neredeyse doğrudan doğruya, bazen dolambaçlarla, çağrışımlarla, bitkilerin duyargalarıyla yeryüzü dediğimiz bu enfesliği bize verme biçimlerini düşündürebiliyor.
Başlangıçta söylediğime yeniden değinmem gerekiyor: Bir sanat nesnesinin değdiği, uğraştığı kavramın / kavramların insan dünyasında elvan elvan, yani canım baba Can Yücel’in sözcüğüyle ‘rengahenk’ açılmasını sağlaması, bugün bizim “normal” dediğimiz algılarımızı parçalaması aslında imkansızın imkanlar silsilesine bürünmesidir.
Gönül açıklığıyla, özce konuşuyor ressam Özel:
“İnsan ve tüm yaratılmışlar, yaradılışın varlık tohumlarını içinde taşıyan, çevresine görünür ya da görünmez duyarga ağlarıyla bağlı kutsal oluşumlardır. Resimlerim insanı, ritüellerini, inançlarını, duyarga alanlarını, doğasını, çevresini, onu var eden nesnel ya da nesnel olmayan değerleri anlamaya ve kutsamaya yönelik kompozisyonlardır.”
***
Sanat bir ucunda düş görebilen canlı dünyaya bakar. Diğer ucu düş göremediğine inandığımız varlıkların düşünü düşler.
İşte bu normal yolla, normal akılla anlatılabilecek şey değildir.
***
Özel’in fosforışıl tonlarını da barındıran güneş imgelerinin altındaki, içindeki hayvansıları ve bitkimsileri salt birer soyutlama olarak değil; aynı zamanda biz görmeye başladıkça değişerek birer forma dönüşüyorlar. Bu, “soyut sanat” dediğimizin, iyi yapıldığında, emek ve zihinsel çaba esirgenmediğinde bizim dünyamızı sanatlaştırabildiğini gösteriyor.
***
Salt bu sergi için değil, Ahmet Özel’in bugüne dek izleyebildiğim resim serüvenine ilişkin düşüncelerimi, merak edenlere kısa bir yanıt olarak şunu söyleyebilirim:
Özel, resim sanatı tarihini özümsemiş biri olarak formları deforme ediyor. Dolayısıyla onun ışık duyargalarıyla kurduğu sütunlar, eğriler dikkatli her göze hem minyatürün, ikonografinin ya da Rönesans sanatının mimari formlarını sunar, hem de geçmiş o form özelliklerini yepyeni bir gözle değiştirmenin imkanlarını kullandığını gösterir. Sevgi değer Nur Özalp’in sergi için yazdıklarındaki bir cümle bize yardım edebilir: “Resimleri bir şehir veya bir kır manzarasını anımsatsa da en eski olana göndermedir sanki. Işığın gösterdiği ve karanlığın gizlediği yaşam kıvrımları, zamanın başlangıcında titreşen tek hücreliden şimdiye bildiğimiz ve bilemediğimiz şeylerle olan ilişkinin dile gelmesi (dir).”
***
İnsan elini ötekine uzattığında duyar; bakıştığında… İnsan korktuğunda ya da sevmeye, anlamaya, vermeye cesaret ettiğinde duyar… İnsan ama insan, duyargaları geliştiğinde, duygular dünyasını gönlüyle, zihninin yüceliğiyle duyar.
NOT: Ressamın İstanbul’da F Sanat Galerisi’ndeki Duyargalar Sergisi 12 Kasım 2022 tarihine kadar gezilebilir.