Duvardaki Yapıtlar: Katliamdan doğan barış portreleri
Barışı savunmak, istemek onu. Ölmek bunun için bombaların altında. Uzuvlarını kaybetmek. Ve bu saldırılardan sonra tutunmaya çalışmak… Tutunduğun dünyanın, değip işlediğin zamanın pek de iyilikle, erdemlerle dönmediğini anladıkça, aklının burgaçlarındaki evrene, umut ummanındaki zamansız zamanlara, hayalindekine yönelmek. Ellerinle, renklerinle, gözlerinle… O yok ülkeleri, güzide direnişleri, değiştirme özlemini taşımak insanlığın düşevine…
insanı insana ölüm kılan unutturan, belleğin çocukluğunu, şarkısını öpüşme kirazının o kızıl saydamlığını ince endişeli bahar dalını
ve bombaların, silahların
mutsuzluğunu ve adlarının gölgesine gömülen ölülerin evrenini bize doğurtturup bize satan
bu mudur sevip bağlandığımız
yerküre ah! bunca mıdır görüp göreceğimiz?
***
Günay Karakuş
Günay Karakuş’un resimleri kadardır belki de bugünün dünyası.
“Barış” sözcüğünün bizim zamanımızdaki yeri, endamı, serencamı
belki böyle resmedilebilir...
Ötesini biliyor muyuz?
Yaşadık mı?
***
Resimlerine baktığımız Günay Karakuş ölümü gördü, ölümle yaşadı
ve bize geri geldi.
2015’in 10 Ekim'inde, Barış Mitingi için Ankara Garı’nda
toplanmış binlerce insanın ortasına bir bomba kondu ve patlatıldı.
Yüz üç insan öldürüldü orada. Binlercesi yaralandı, sakat kaldı.
Çukurova Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü son sınıf
öğrencisiyken, bu bomba kopardı 26 yaşındaki Günay Karakuş’un bir
bacağını. Onunla aynı üniversitede okuyan ve miting için Ankara’ya
birlikte geldiği iki arkadaşı da öldürülenler arasındaydı.
Günay Karakuş
***
Bu, Türkiye’deki “Olağan Terörist Eylemlerden” biri sayıldı.
Yani yaptıranı ve yapanı belli terörist eylemlerden biri…
***
Barışı savunmak, istemek onu. Ölmek bunun için bombaların
altında. Uzuvlarını kaybetmek. Ve bu saldırılardan sonra tutunmaya
çalışmak…
Tutunduğun dünyanın, değip işlediğin zamanın pek de iyilikle,
erdemlerle dönmediğini anladıkça, aklının burgaçlarındaki evrene,
umut ummanındaki zamansız zamanlara, hayalindekine yönelmek.
Ellerinle, renklerinle, gözlerinle… O yok ülkeleri, güzide
direnişleri, değiştirme özlemini taşımak insanlığın düşevine…
***
Günay Karakuş
Barışı savunması gerekenlerin büyük çoğunluğunun, cinayetin her
türüyle, her gün yeni uyum biçimleri bulmaya zorlandığı bir
dünyada; savaşın, saldırganlığın salt yoksulların mezhebinde ve
meşrebinde değil; “ortalama insan” denen çoğunluğun yaşantısında da
tarifi olanaksız süslere, estetik algılara dönüştürüldüğü
zamandayız…
Karakuş’un, 10 Ekim Katliamı’nın ardından, bir hastanenin yoğun
bakım odasında yapmaya başladığı resimler bize barış yoksunluğunun
diğer anlamlarını da düşündürmez mi?
***
Günay Karakuş
Bir katliamdan, bütün yaşamı boyunca taşıyacağı ölümlerin
acısıyla, kendi bacağını kaybetmenin baş edilmesi güç yarasıyla
çıkmak…
Bunları yaşayan bir insanın elinden dökülen resimlere
bakıyoruz.
Kopmuş bacağın eksik yerini açan çiçekler dolduruyor. Bombanın
etkisiyle fırlamış ve ağaç dallarında asılı kalmış ayakkabılarla
bakışıyoruz bir başka tabloda.
Bunlar bize ilk bakışta, o insanın kendini tuvallere işlediğini
düşündürür. Kendi yarasıyla baş etme biçimlerini biraz da...
Bunlar epeyce yazıldı ve elbette doğru.
Ancak bu resimler, Türkiye dediğimiz bir ülkede doğdu. Bu
resimleri, doğduğu coğrafyanın yaşananlarından kopararak düşünmek,
onları anlama çabasını büzüştürmez mi?
***
Günay Karakuş sergi hazırlıkları
Ve baştaki sözümü yineleyerek, açık yüreklilik soracak olursam:
Dünyanın “barış” dediğinin portresi değil midir bunlar?
Bu soru salt bedenin sakatlanması, bunun yarattığı zorluklarla,
acılarla ilgili değil. Barışçıl zihinlerin günümüzdeki hali pür
melalini de düşünelim istiyorum.
Bu resimlerde gösterilen yaralı umuttan, bu ölümden yaşam süzme
düşünden daha fazla ne var elimizde?
***
Kapitalist devletlerin, silah burjuvazisinin doğurup beslediği
orduların ve teröristlerin saldırganlığıyla yüz yüze gelen
halkların barışa sarılma güçleri ve biçimleriyle; kendini bu savaş
saldırganlıklarından herhangi bir biçimde “uzakta” sayanların
barışı savunma etkinlikleri ve biçimleri arasındaki farklar, sahici
hangi barış taraftarının zihni zonklatmaz ki?
Kendilerini savaş saldırganlığından “uzakta” sayan coğrafyaların
devrimci hareketlerinin çoğunun da bu dediğimden çok farklı
olduğunu sanmıyorum.
Böyle savlar tartışılırken, kabahatin çoğu Avrupa halklarının
üstüne atılır. Ben salt Avrupa halklarını değil, her coğrafyayı
kast ediyorum.
***
Barış, zenginlerin ve onların silahlı ordularının,
teröristlerinin savaş çıkarmadığı, katliam yapmadığı coğrafyalardan
ve günlerden ibaret bir kavram oldu, demek ağır söz, biliyorum.
Ancak bu söylenmez, tartışılmazsa biz barış yanılsamasıyla halvet
olmaktan nasıl kurtulabiliriz ki?
Zira çoğunlukla dünyanın bir bölgesinde savaş uçakları uçmaya
başladıktan, halklardan birinin evinde bombalar patladıktan sonra
sokaklara çıkıyor, bağırıyor ve evlerimize dönüyoruz...
***
Sosyalizmin dünyaya en büyük adımı attığı zamanlarda barış,
devrimin hammaddesiydi. Denecektir ve ben de kabul ederim ki Lenin
ve yoldaşları 1. Dünya savaşının debdebesinden sıyrılarak
sosyalizme gidebildiler.
Fakat dur durak bilmeden savaşlar çıkıyor farklı coğrafyalarda;
devam ediyor soykırımlar. Bunların olduğu bugün, “Büyük Savaş
Yılları” denen zamanlardan daha mı az tehlikelidir? Savaşların,
soykırımların bu oynak, dağınık görünümü mü barışı, emek
örgütlenmesinin vazgeçilmez, her fırsatta vurgulanan öğesi olmanın
uzağına düşürüyor?
***
Günay Karakuş’un bu resimlerine bütün bunları düşünerek
baktığımda sormaktan kendimi alamıyorum: Hiç resmi olmayanı,
tarifi, günün her anında başka bir zorluğa bürüneni anlama çabasına
katkı değil midir bu resimler?
***
Günay Karakuş
Ayaklarını salt estetik alana basanların, “ama bunlar, resim
sanatı bakımından yeterince … …” diye başlayan cümleleri
elbette olacaktır. Bu can acısıyla, “hadi canım sen de” ya da
“gelin, sanatı, piyasanın ona yüklediği kutsallıkların ötesinde de
düşünelim” diyebilirim.
Demeyeceğim. Bütün nedenleri saymak uzun sürer. Şu kadarı yeter
sanırım: Günay Karakuş, resim sanatına parçalanmış damarlarını
dişleriyle tutarak adım attı. Ama onun elinden çıkanlar bize kendi
hakikatimizi konuşma olanağı verebiliyor.
Bu yetmez mi?
***
Barışı yılda bir gün anmak, kutlamak; o günün simgesinin bir
güvercin olması size de hayli havaice, mesnetsiz, arkaik, işlevsiz
gelmiyor mu? Üstelik o güvercin yaratan ressam da bundan pek memnun
değildi. (Bunu başka bir yazıda daha geniş konuşuruz.)
Bugün derdim başka:
Biz barış savunucularının, barışın bağlı olduğu koşullara,
gerçekliğe, kendi eksik ve zayıf yanlarımızı anlayarak bakmamızın
çok daha yararımıza olacağına inanıyorum.
***
Günay Karakuş
Günlerdir, Günay’ın ağır yaralı, umut yüklü, insanın mücadele
erdemini düşündüren resimlerine bakıp duruyorum. Çok sözüm var,
dilim ve sözcüklerim yetmiyor:
Nasılsa zamandan çekip alamamak kendini Nasılsa kopartamamak dertleri tarihten Nasılsa sözsüz söyleşen sessizliği Tutamamak kalbin akşamında
Susmak ama çınlayarak Göğün taş baskı melekleriyle
Ah! İnsan ki sözüne söz yetiremediği bütün zamanlarda,
yaralı harflerle söyler meramın cem-i cümlesini… Barış üstünüze olsun!