Edith Dekyndt’in “Ombre Indige / Yerlilerin Gölgesi” adını taşıyan çalışması isyanın ve isyancılarla dayanışma davetlerinin, metinlerinin görsel simgesi haline geldi. İranlı kadınlar, hükümet kılığına girmiş zorba sünepeliğe, “güçsüzün gücünü” gösteriyor. Onlar kazandıkça, Arap halkları da Türkiye’deki akıl tutulmasının girdabına iteklenen kadınlar da kazanıyor. Ve… Edith Dekyndt’ın okyanuslar ötesinde yarattığı sanat, bu coğrafyalardaki isyan sanatıyla buluşuyor.
ağlamanın renkleriyle boyanan zamanı zalimliğin ilmiyle açılıp kapanan devranı kızılcığı kan-ı haram eden anları isyana çevirenlere, Jina Mahsa Amini’ye
Ressam, illüstratör, enstalasyon sanatçısı Edith Dekyndt 2014’te o sacdan saçları sanki Karayipler'deki Dominique Adası’nda esir alınmış, öldürülmüş köleler için değil de bugün, 2022’de isyan eden İranlı kadınlar için yapmıştır.
İranlı kadınlar, ülkelerinde, kendi dini vehimlerini (kuruntu) kadın cinsini baskı altına alarak gerçekleştirmek isteyen saldırganlık hükümetine karşı ayaklandı.
Dünyada bu isyanı destekleyenler, dayanışma ve buluşma çağrılarında önce değişik görsel simgeler kullandı. Ancak çok zaman geçmeden Edith Dekyndt’in “Ombre Indige / Yerlilerin Gölgesi, Martinique Island / Martingue Adası, (2014)” adını taşıyan çalışması bu isyanın ve isyancılarla dayanışma davetlerinin, metinlerinin görsel simgesi haline geldi.
***
Simgelerin, sembollerin ortaya çıkışı aslında -ister akılda olsun ister pratikte- daima bir mücadeleyle ilişkilidir. Örneğin kimyanın, elementlerin simgeleri, onları anlamak ve onlarla iş yapacak dünyaya sunmak için savaşım veren bilimsel akıllardan doğdu ve doğuyor. Sınıflı toplumlarda her sosyal mücadele dönemi kendi simgelerini yaratıyor.
***
Kendi tek yanlı, tek boyutlu, tek bayraklı, tek dilli şehvet ve saldırganlıklarını, canının istediğince uygulayabilmek için, kadınları baskı altına almaktan başka şans göremeyen dinci hükümet çetesine karşı İranlı kadınların ayaklanması yeni değil. Handiyse kırk yıldır yükselip alçalarak sürüyor.
***
Edith Dekyndt’in İran’da başlayan bu yeni isyanda simgeleşen yapıtının yer aldığı coğrafyayı biraz tanımak isteyenler için özetlemek gerekirse: Okyanusun ortasında olağanüstü volkanik bir coğrafya olan Martinique Adası’na en yakın ülkelerden biri Küba. Ancak ada, batılılar tarafından yok edilen, Kızılderili kabilelerin (Batı Hint Adaları’nın yerlileri) yurdu olarak biliniyor. Ve yerli kabileler için buranın adı "Madiana" veya "Mantinino."
1635’te adayı işgal eden Fransızlar burayı, deniz aşırı sömürü ve köleleştirme sisteminin bir parçası yaptı. Açtığı yaralar bugün de sarılabilmiş değil; çünkü diğer batı ülkeleri bu yarayı asırlardır derinleştirmeye devam etti.
Edith Dekyndt’ın “Ombre Indige / yerlilerin gölgesi” adlı enstalasyon (yerleştirme) yapıtı da tam bu nedenle burada:
Yüzlerce köleyi taşıyan bir gemi, 8 Nisan 1830 gecesi denizde kayalıklara çarpma tehlikesi geçirince, köle sahiplerinin temsilcileri, ‘ola ki köleler denizde kendilerini kurtarabilir’ düşüncesiyle, önce bütün köleleri öldürmüş, gemi, Martinique Adası’nın “elmas” lakabıyla bilinen Diamant sahilinin kayalıklarına çarpıp parçalanmıştır.
Buraya, acısı dinmeyen cinayetlerin işlendiği bu yere dikmiş sanatçı, kölelerin saçlarının imgesiyle yarattığı o siyahi bayrağı.
***
Değişik toplumsal hareketlerle doğan simgeler, bir süre sonra, bütün doğum nedenlerini süzmüş, kristalize etmişçesine kendi üzerinde toplar. Yeryüzü halklarının o simgeyi, sembol ismi sahiplenme biçimleri, güçleri onun serüvenini de belirler: Ya çok katılaşır ya da dünya halklarının zenginliğine katılır. Örneğin Uzak Asya Sanskritlerinden Roma İmparatorluğu halklarına kadar ‘iyilik, dayanışma/merhamet, şans, erdem’ gibi kavramlarla anılmış Swastika Alman faşistlerinin Gamalı Haç’ı oldu. Kurudu ve katılaştı.
Fransız Devrimi’nin (1789) simgeleri olan üç renkli bayrak, Marianne ve Kızıl Bayrak doğrudan doğruya o devrimin içinde ayrışmış ve çatışmaya başlamış işçi-köylü sınıflarıyla, burjuvazinin temsilcileri olarak bugün de varlıklarını sürdürüyor. Bir farkla: Fransız Devrimi’nde işçilerin ve köylülerin, Frigyalı kölelerin özgürleşme serüvenini temsil ettiği düşüncesiyle yarattıkları Marianne’i, Fransız egemenleri kendinin kıldı. Belediye binaları, meydanlar bugün de Marianne heykellerini ağırlamaktadır. Hatta öyle sahiplendiler ki, Brigitte Bardot, Catherine Deneuve, Laeticia Casta gibi ünlüler yeni Marianne çalışmaları için model oldular. Kızıl Marianne, onu yaratan ezilenler için handiyse bir anı oldu.
***
Dünyanın Covid-19 pandemisiyle uğraştığı dönemde de ayaktaydı İranlı kadınlar. Beyaz Çarşamba eylemleri, kadınların gündelik yaşamda giymek, örtünmek zorunda oldukları koyu renkli bezleri delmekle başlayıp bütün yasaklarla mücadele etmek için toplaşmalarından doğmuştu.
Beyaz başörtüsü, Şili’de başlayıp Arjantin’de Plaza de Mayo Anneleriyle devam eden eylemlerin simgesiydi aynı zamanda. Plaza de Mayo anneleri, askeri diktatörlüğe ve devamı olan bütün faşist yönetimlere şunu söylüyordu: Biz çocuklarımızı bu bezlerle kundakladık. Siz onları gözaltına alıp öldürdünüz ve kaybettiniz. Şimdi biz, çocuklarımızı kundakladığımız bu bezleri başımıza örtüyoruz, bayrağımız bebeklerimizin kundağıdır. Siz hesap verene kadar susmayacağız.
Susmadılar.
Dünya onların sessiz, cesur, sabırlı büyük adımının kazanımlarını gördü.
Beyaz başörtüsüyle toplanıp dağılan İranlı kadınların o eylemleri, halkların salgın hastalıkla uğraşması da dahil pek çok nedenden ötürü, ülke ve dünya ölçeğinde yeterli etkiyi yaratmadı.
***
Belçikalı sanatçı Edith Dekyndt, görsel sanat alanında günümüzün öne çıkan isimlerinden biri. Çok yönlü bir sanatçı. “Oluşlar” dediğimiz meselelerle yakından ilgili. Hayvan dışkılarından çıkan buharın şekillenmelerini görselleştirirken, canlıların oluşundaki “pisliği” göz ardı edersek, oluşumuzu anlamış sayılmayız da diyor. Biranın mayalanmasını da görselleştiriyor. Bir ressam-kimyager gibi çalışıyor ve dünyayı canlandıran enerjileri görünür kılmayı amaçlıyor.
***
Ressamın kendine özgü diyalektiğine yaklaşabilmek için, İran’daki kadın isyanının simgesine dönüşme potansiyeli taşıyan işine biraz daha bakmak gerek.
Bu eseri yaratırken, önce “Batı Hintli şair ve romancı, Édouard Glissant’ı yad ettiğini” söylüyor “onun mücadeleci anısını dünyanın anlamasını istiyorum” diyor. Çünkü, Glissant, salt köleliğe karşı olan bir yazar değil. Ezilmişlerin bugün de köleler gibi düşündüklerini, kölelerin diliyle konuştuklarını; dolayısıyla geçmişin karabasanını normalleştirdiklerini düşünüyor. Ve yazdıklarıyla buna savaş açıyor.
Dekyndt da benzer bir diyalektikle bakıyor. Kölelik bitmiş gibi görünebilir; bu bir yanılsama. Zira hem köleler melezleşmiş olarak hem de kölelik yeni melez biçimleriyle dünyanın neredeyse bütün halklarının içinde yaşıyor.
Sanatçının, “Ombre Indige / yerlilerin gölgesi” adlı bu çalışması aslında tek bir parça değil. Köleleri temsil eden başka saç çalışmaları da var ve bu eserlere bir de video eşlik ediyor.
Onun işleri salt sergilendikleri yerlere ve dünyanın güncel sanat izleyicilerine etki etmiyor; aynı zamanda güncel sanata “tu-kaka” diyen sanat muhafazakarlarını da ters köşeye yatırıyor.
Bir de unutmadan söylemeliyim: Türkiyeli okuyucu Édouard Glissant’ı pek tanımıyor. Ancak, dünyada yüksek edebiyat ödülleri almış ve Latin dünyasında, Hint Okyanusu halklarında olduğu kadar Avrupa’da da etkili bir yazar.
***
İranlı kadınlar, hükümet kılığına girmiş zorba sünepeliğe, “güçsüzün gücünü” gösteriyor. Onlar kazandıkça, Arap halkları da Türkiye’deki akıl tutulmasının girdabına iteklenen kadınlar da kazanıyor. Ve… Edith Dekyndt’ın okyanuslar ötesinde yarattığı sanat, bu coğrafyalardaki isyan sanatıyla buluşuyor.