Bugünün insanı (sağcısı solcusu, zengini yoksulu) ancak yaralanmış yanlarını yok sayarak ya da yaralayarak, yaralanmış yanlarının üzerine basarak birbirini öpebilir. Savaşların, göçlerin, ırkçılığın, faşistçe yönetimlerin altında inlemenin yaraları kimden uzaktır ki? “Devrim özleminden uzaklaştık” dediğimiz anlar hangi düzgün insanın yarası değil ki?
Ulus Baker’e akıl dostuma.
öpmek ıskalamışçasına dünyayı sessiz, yükümlü, ince hesaplarla öpmek kaçamayacak gibiyken, zaruri günün devamı alışılmışlardan biri işte!
öpmek ama dünyaya bir küçücük dünya verirken bir küçük ölürcesine
zamanla öpüşme arasında halkalanırken nefes denizi uzay ah iki ağzın pembe kırmızısı ıslak ısısı
Öpüşmelerin doğasına, biçimlerine, imgelerine ilişkin yeryüzünde kaç kişi düşünmüştür? Bu “yanıtlanamaz” sorulardan biridir. Ancak belki de en çok düşünmemiz gereken meselelerden biridir; zira ebeveynden çocuklara, dostluklara, sevgililiklere, evliliklere kadar bütün sevme biçimlerinin hem girizgahı, yani kabul edilmesidir hem de devamıdır.
***
Öpmek, öpülmek, öpüşmek… Bu üçünün ayrımı bile epey söz kaldırır görünüyor. Öpüşmek üzerine yazılacaklar sanırım bir yazıya sığmayacak; dolayısıyla önümüzdeki yazılarda biraz daha konuşacakmışız gibi görünüyor.
Öpüşmenin iyisi ile kötüsünün bu dünyada içiçeliği belki en çok kaygılanmamız gerekendir. Öpüşmenin kötüsü nasıl olur? Nasıl olur da o zirvelerin kapısı, iç içe fezalar murad ettiğimiz, o muazzam eylemimiz için “kötü,” “fena” lakırdılarını kullanabiliriz?
***
O zaman konuşalım.
Çünkü bizi biraz tedirgince düşündürecek, biraz bu dünyayı değiştirme düşüncesini ve eylemini ertelediğimiz, ihmal ettiğimiz her anın aslında nasıl harikuladeleri yaraladığını yeniden anımsatacak haller var.
Bu yapılır mı; bunlar, öpüşmek üzerinden mi konuşulur?
İstemezdim. Hem zaten ben değil, Rene Magritte işleri karıştırıyor.
***
Magritte’in “The Lovers Series / Aşıklar Serisi” onun pek çok eseri gibi akıl almaz derecede basit, sade; gelin görün ki bunun binlerce misli de karışık.
Bu tablolar üzerine “aşkın gözü kördür,” ya da “birbirini sevenler her koşulda birbirine erişir” gibi handiyse vodvile de kayan pek çok yorum yapıldı. Ancak bunlar Magritt’in sanat zekasının yanına bile yaklaşmadığı için üzerinde durmaya değer görmüyorum…
Benim yorumum, ressamın bu tablolarına ilişkin çıkarsamaların çok ötesinde, başka bir boyut açma çabası olduğu için de bir ilk sayılabilir.
***
Bu tablolar, aslında kalıplaşmış düşünüş biçimlerini, alışkanlıkları sarsmayı amaçladıkları için son derece güçlü ve karmaşıktır. Bugünün insanı (sağcısı solcusu, zengini yoksulu) ancak yaralanmış yanlarını yok sayarak ya da yaralayarak, yaralanmış yanlarının üzerine basarak birbirini öpebilir.
***
Günün en az 8 saati emeğini satan ve o emeği satın alabilmek için katillere, polise, hapishaneye muhtaç olanlar elbette aynı ölçüde yaralı değildir; lakin yaralıdırlar.
Her sabah evinden amir korkusu, rakip korkusu, işsizlik korkusuyla çıkan milyonlar, her akşam evlerine böyle döner. Korkuyla, kaygıyla yaralıdırlar.
Bu yarayla öpüşürler, ama bu yarayla sevişemezler, anlaşmalı seks yaparlar.
***
Magritte öpüşmek eylemiyle, onu engelleyen, dahası öpüşmenin karakterini bozan nesneleri bir araya getirmiş. Bu seri üzerinde en yaygın yorumlardan biri de: “ressam 14 yaşındayken nehirde intihar eden annesini sudan çıkarılırken görmüştür. Annenin geceliği yüzünü örtmüş bir haldedir. Bu, bunu gören çocuğun zihninde yer etmiştir. Bu seri ona göndermedir.”
Magritte bunu doğrulamıyor: “Benim resimlerim açıktır ve hep bir soru, sorular vardır” demekle yetiniyor.
***
Magritte’in bu serisini ben uzun yıllardır Louis Aragon’un bir şiiriyle birlikte düşünürüm:
“Aslında hiçbir şey kâr değil insana Ne gücü ne zayıflığı ne de yüreği Açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi Ve kırar göğsüne bastırırken sevdiğini Tuhaf bir ayrılıktır hayatı, kapkara Mutlu aşk yoktur
Bir başka kader için giydirilmiş Şu silahsız askerlere benzer hayat Sabahları o yazgı için uyanmış olsalar da Tükenmiştirler akşam olunca, kararsızdırlar Söyle aşkım bu sözleri ve sakın ağlama Mutlu aşk yoktur”
***
Bu şiir de Magritte’in tabloları gibi “aşkın gözü kör,” veya “aman zaten kim mutlu aşkı bulmuş ki” mealinde yorumlanageldi. Oysa, Aragon, Hitler faşizmine karşı cephelerde savaşan Fransız anti faşistleri için yazmıştır bu dizeleri. Şiir savaş siperlerinde çoğaltılarak elden ele dolaşmıştır. “Bizi savaşlara mahkûm ettiler ve çocuklarımız ölürken mutlu aşk mı olur” diyor ve aşkı Elsa için ekliyor:
“Mutlu aşk yoktur Ama öyle de olsa bu aşk ikimizin”
***
Freud’u izleyerek konuşacak olursak: “Annemizin memesi, bizi, sevgimizin öpüşmesine hazırlayan ilk eylemimizdir.” Süt dolu memelerle, rayihasını, ısısını, tılsımını, şehvetini, sevincini, özcesi; sevmenin ve sevilmenin bütün muhteşem kabul biçimlerini birbirine veren ağızlar!..
***
Magritte’in tabloları 1928’de yapıldı. Yani I. Dünya Savaşı’nın yaraları içinde ve devrimlerle kapitalizm dolu dizgin.
Biz bu tablolara bugün bakanlar o yıllardan çok mu uzak, çok mu azadeyiz?
“Devrim özleminden uzaklaştık” dediğimiz anlar hangi düzgün insanın yarası değil ki?
Dersim’deki 1937-38 soykırımından sonra ailesiyle sürülmüş Cemal Süreya’nın o dizeleriyle de düşünelim mi?
“Annem çok küçükken öldü beni öp, sonra doğur beni.”
***
Magritte, Sürrealizmin devrimci damarından hiç vazgeçmemiş bir ustadır. Hegel’e ve Marksizm’e yakındır. Marks’ın “1844 El Yazmaları” kapsamında söyledikleriyle de bakalım mı tablolara?
“Karşılığında sevgi uyandırmadan seviyorsanız, yani sevgi olarak sevginiz karşılıklı sevgi yaratmıyorsa; seven bir kişi olarak yaptıklarınızla, kendinizi sevilen bir kişi yapamıyorsanız, sevginiz talihsizliktir, hiçliktir."
Bencilliğini semirtip büyütmek ve sürdürebilmek için, “sevdiğim” dediği insanı, normalleşmiş ince hesaplarla öpenler, bu bez parçalarından daha kalın, daha hırpalayıcı duygularla sarmalanmış değil midir?
***
Erişebildiğim kaynaklar, Rene Magritte’in Spinoza’yla fikir rabıtası olduğunu göstermiyor. Fakat Ulus Baker’le zamanı unutarak, votkaları ve geceleri devirdiğimiz sohbetlerimiz geliyor aklıma: Ben, Magritte’in antikapitalist ötesi, devrimci zekasının anlaşılmasına kafayı takmıştım. Kataloglardan bu tablolara bakarak konuşuyorduk. Ulus, Spinozacı edasıyla: “Abi işte, bizim Spinoza bu mevzuyla da ilgilenmiş” diyordu: "Ben birinin beni sevdiğini hissediyorum, ama ona bunun için hiçbir neden sunmadığıma inanıyorum: Ev, iş, güvence, toplumsal statü, yaygın anlayışa göre güzellik, yakışıklılık vs… Ama o beni seviyor. Sevginin çıkarsızını sevmemek başka bir çıkar hastalığıdır; çünkü çıkarsız sevgi beni bir şeye zorlamıyor. Normalsem onu severim."
***
Biz eşlerini, çocuklarını, özcesi maaile birbirimizi “Miras ve Terekke” kanunu kapsamında “sevmeye,” birbirini “bugünün ve yarının maddi güvencesi” olarak görmeye zorlanmış ve birbirini öperken bu nedenleri de sinemizde saklayan bu dünyanın milyarlarca insanı, öpüşmemiz tamponlu ve yaralı değil midir?