Duvardaki Yapıtlar: Somalı maden işçilerine bir pankart önerisi

Öldürülmüş her madencinin yüzü, Soma’dan çok uzaktaki bir kentte yükselen holding binasının özüdür. İstanbul manzarasının da belirleyicisi, egemenidir. Bitmiş değildir. Sürmektedir..

Tevfik Taş tevfiktas@gmail.com

Dikildi. Kente baktı.
Yüzlere, yüzlerin içindeki yüzlere...
...
Sonra indirip başını ellerindeki yangın izlerine ve
başladı anlatmaya.
 

Tevfik Taş

Işığın zamanlarını, evlerle koruluğun dolambaçlı mesafelerini, insanlarla gölgeleri, patikalarla yokuşlar arasındaki afallatıcı uyumu geometrinin ve sanatsal perspektifin olanaklarıyla steril halde, tertemiz bir biçimde tuvale taşıyan ressamların eserleri alıcısına, izleyicisine çoğunlukla dinginlik, belli belirsiz bir huzur ilham ediyor.

***
Bu sanat nesneleri duvarda uslu, terbiyelice duran manzaralardır aslında... Lakin yüzyıllardır gördüğümüz bu tablolarda insanın gözünü, zihnini hizaya sokan bir yan vardır. Bu işleve, görme biçiminin terbiye edilmesi de diyebiliriz.
 
***
Bu hizaya sokmayı, terbiyeyi olumlu anlamda söylemiyorum. Uzamın, görünümlerin homojen, uyumlu, simetriye ya da kusursuz geometrik ölçülere sahip olduğunu, olması gerektiğini düşünenler bakışımızın gelişmesini pek çok yönden ve küçümsenmeyecek ölçüde sakatlıyor. Biz aslında o tablolarda gösterildiği, görmemizin istendiği gibi görmüyoruz. İnsanın etrafını izlemesi, nesnelerle gözün, bakışın ve beynimizin ilişkileri böyle tertemiz, düzenli, geometrik olmak bir yana, tersine olağanüstü karmaşıktır.
 
***
Ressam Emine Şenses’in tablolarına uzaktan baktığınızda tastamam bu uslu manzaralarla karşı karşıya olduğunuzu düşünebilirsiniz. Dahası herhangi bir telefonun kamerasıyla çekilebilecek fotoğrafları akla getiren bu manzaraların, insan portrelerinin, bedenlerin neden bu kadar büyütüldüğüne bir anlam vermek hayli zor olacaktır. Ta ki tabloların davetini kabul edip yakınına gidinceye dek.
 
***
Kişisel deneyimimi özetleyecek olursam. Şenses’in atölyesine ilk girdiğimde karşımda kocaman bir İstanbul silueti duruyordu. ‘Olur’ dedim içimden, ‘ressam çalışırken kentin modern siluetine bakmaktan hoşlanıyordur…’ Bereket ki bazen duraksamayı, tekrar bakmayı akıl edebiliyorum. Turizm fotoğraflarında sıklıkla gördüğümüz bu İstanbul manzarasını, 13 Mayıs 2014'te, Manisa’da, Soma Holding şirketlerinden Soma Kömür İşletmeleri A.Ş. tarafından işletilen ocaklarda öldürülen üç yüz bir maden işçisi yapıp yaratmıştı.

***
İstanbul siluetinde öne çıkan gökdelenlerden biri SOMA HOLDİNG’in binasıdır.
***


Ressam, binanın her zerresini alın teriyle, kanıyla, canıyla yaratan madencilerin yüzleriyle yeniden yaratmıştır. Şenses, yeraltındaki emek sömürüsünün, iş cinayetlerinin sömürenin dünyasındaki karşılıklarını, şekillenişlerini bir de bu gözlerle görmemizi sağlıyor. Öldürülmüş her madencinin yüzü, Soma’dan çok uzaktaki bir kentte yükselen holding binasının özüdür. Ölen, ölülerine haksızlık edilen madenciler, hukuksuzluğun dibinden çıkıp bu sanatsal form aracılığıyla bize bakıyor.

***   
Soma holdingin binasının bu kadar yükselebilmesinin bütün koşullarının süzülüp kristalize olduğu asıl kavrama, yani emek hırsızlığına bakmadan o binayı nasıl anlamlandırırsanız anlamlandırın boş olacaktır… Soma’da ve başka her yerde işçilerden çalınanı veya onlardan esirgenerek onların açlığına, ölümüne yol açanı anlamadan bütün bu şaşaanın, “görkem” denenin esas niteliklerini anlamak pek olanaklı olmayacaktır.

***
Şenses’in sanatsal diyalektiği aslında salt bir neden-sonuç ilişkisi kurmuyor. Nedenleri, başka nedenlerle bağıntısı içinde anlama çabasını; emeğin aritmetiğini boyutlandırmayı da düşündürüyor: O, onun içinde vardır; o, onun nedenlerinin nedenlerindedir… Soma’da maden ocaklarındaki işçilerin bütün sömürülme ve öldürülme nedenleri, Soma Holding binasının bütün niteliklerinde vardır. İstanbul manzarasının da belirleyicisi, egemenidir. Bitmiş değildir. Sürmektedir.
 
***
Örneğin dünyanın gözdesi Ayasofya’yı, bir de onu yaratan kölelerin emeğini düşünerek izleyin, inceleyin derim. Fakat bu çıplak gerçek aslında yeterince açıklayıcı değildir. Asıl mabetlerin, gökdelenlerin, modern köleliğin bütün yaratıcılarının emekçilerin hangi yanlarına basarak yükseldiği, dahası emekçilerin hangi yanlarına basarak sömürüyü süreğen kılabildiklerini anlamak için bakmalıyız, derim. Emine Şenses’in resimleriyle giriştiği çaba bunları da düşündürdüğü için, “Soma Holdingli İstanbul Silueti” aynı zamanda işçi sınıfı için olağanüstü güçte bir pankarttır.
 
***
Resim sanatında kolaja ilişkin pek çok tartışma yapıldı. Örneğin kendisi de kolaja yakın duran Max Ernst, Rene Magritte'in resimlerini "tamamen elle boyanmış kolajlar" olarak nitelendirdi. Magritte’in bundan hoşlandığını söylemek zor. Lakin, Ernst’in dediğiyle kolaj kavramının boyutu bir gıdım daha genişlemiş oluyordu.

Emine Şenses’in sanatı da kolaj kategorisindedir. Ne var ki bu kavram içinde anılanların çoğunluğundan emek zamanı bakımından ayrılıyor. Şenses bir anlamda acıyı, kederi, direnişi zerrelerine bölerek taşıyor tablolarına. Örneğin öldürülen kadınların fotoğraflarını topluyor ve onların yüzlerini birleştirerek bir “Havva Ana” tablosu yaratıyor. Eskiler “pösteki saymak” derdi. Yani bir koyun postundaki yünleri tel tel saymak. Şenses tam bunu yapıyor.

***
Manzaranın karşısına geç...
Kuleleri, surları, sarayları, villaları, tapınakları, muntazam taşlarla döşenmiş sokakları, ölçülü biçili duvarlarıyla muhteşem kent tasvirlerine bak… 
Fakat… İşte…
 

Tüm yazılarını göster